Hürriyet

31 Ağustos 2013 Cumartesi

Üveit Nedir Biliyor Musunuz?

Gözde kızarıklık, ağrı, görme azlığı, sulanma gibi şikayetlere yol açabilen, bazen de vücutta genital bölge yaraları ve eklem ağrıları ile kendini gösterebilen çok da ismini bilmediğimiz bir rahatsızlık “Üveit Hastalığ”. Üveit hastalığı, erken dönemde tanısı ve tedavisi sağlanmadığı takdirde görme kaybına neden olmakla kalmayıp gözün sönmesine dahi neden olabiliyor. Tedavisi de özen ve dikkat isteyen bu hastalığa dair belirtiler ortaya çıktığında hemen bir göz doktoruna başvurmak gerekiyor. Memorial Göz Merkezi’nden Op. Dr. Mustafa Temel “üveit hastalığı ve tedavisi” hakkında bilgi verdi. Üveit her yaşta görülebilir Göz genel olarak üç tabakadan oluşur: en dışta destek tabaka, ortada damar tabaka, en içte sinir tabakası. Ortadaki damar tabakasının iltihabına “üveit” adı verilmektedir. Her ne kadar damar tabakasının iltihabı olarak anılsa da bu iltihap çoğu kez içteki sinir tabakasını da etkiler. Üveitin pek çok türü, pek çok nedeni olduğu bilinmektedir. Tür ve neden değişmekle birlikte bu rahatsızlık her yaşta görülebilir. Mikroplar nedeniyle doğrudan ortaya çıkabileceği gibi, vücudun başka bir yerinden gelen mikroplar nedeni ile de oluşabilir. Bunun dışında, vücudun başka bir bölgesindeki mikroba veya vücudun kendi dokularına karşı tepki olarak da gelişebilir. Üveit hafif şekilde hiçbir iz bırakmadan atlatılabileceği gibi, bazen de tamamen görme hissinin kaybına, hatta gözün sönmesine bile neden olabilecek şekilde ağır seyredebilir. Bu nedenle dikkat gerektiren bir hastalıktır. Genellikle tek ya da iki gözde birden kızarıklık, ağrı, sulanma, sisli görme, görmede ciddi azalma, ışıktan rahatsızlık gibi şikayetler baş gösterir. Ayrıca, bünyede de bazı şikayetler olabilir: ağızda yaralar, genital bölgede yaralar, ciltte iltihaplar, bel ağrısı, eklem ağrısı gibi… Üveit bulaşıcı değildir ancak ailesel geçiş sözkonusu olabilir Üveit hastalığının nedenleri arasında olan behçet hastalığı hem hastalığı bulan kişinin Türk oluşu hem de en çok Türkiye ve bu bölgede görülmesi nedeniyle önemlidir. Behçet hastalığı her hastada aynı şekilde kendini göstermez. Gözden başka da bünyede pek çok dokuyu, organı etkileyebilir. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Aslında mikrobik olmayan üveitlerin hiçbiri bulaşıcı değildir. Ancak üveitlerde ailesel geçiş söz konusu olabilir ve bazı doku tiplerine sahip olanlarda görülme olasılığı daha fazladır. Erken tanı ve tedavi çok önemli Üveit hastalığının tedavisinde gerek damla-merhem gerekse ağızdan ya da iğne şeklinde olmak üzere çeşitli ilaçlar kullanılmaktadır. Tedaviye erken başlamak hem hastalığın doğrudan tedavisi hem de hastalığın yarattığı ikincil problemleri önlemek ve tedavi etmek açısından çok önemlidir. Bir gün bile bazen çok önemli olabilir. Bu nedenle üveite ait tüm bu şikayetler önemsenmeli ve belirtiler ortaya çıktığı anda mutlaka bir göz doktoruna başvurulmalıdır.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Elma mısınız Armut mu?

Bir boy aynası önünde durun, vücut şeklinizi değerlendirin. Kalçalar daha belirgin ve üst bedeniniz daha zayıfsa “armut”; bacaklarınız gövdenize oranla daha ince kalıyorsa “elma tipi” olarak tanımlanan vücut şekline sahipsiniz demektir. Vücudunuzda yağlanmanın hangi bölgelere toplandığı, sağlığınız ve dış görünümünüz için çok önemlidir. Vücut tipinize göre beslenip, doğru egzersizleri yaparak ideal kilonuza kavuşabilirsiniz. Dyt. Yeşim Çelik, vücut şekillerine göre beslenme düzeni hakkında bilgi verdi. Elma tipleri kalp hastalığına daha yatkın Şişmanlık, yağ dokusunun artışına bağlı olarak vücut ağırlığının artması olarak tanımlanır. Şişmanlık ve şişmanlık derecesini sınıflandırmak için çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. En çok kullanılanlar; beden kitle indeksi (BKİ) ve vücut yağının dağılmasına göre şişmanlığın belirlenmesidir. Vücut yağının yoğunlaştığı bölgeye göre vücut tipini 2 gruba ayırabiliriz. Yağ dokusunun bedenin üst bölümlerinde toplanmasına “android” veya “elma tipi şişmanlık” denir. Yağlar göbek çevresinde toplanmıştır. Bu vücut şekli genellikle erkeklerde bayanlara oranla daha sık görülür. Bedenin üst kısmı şişman olanlarda; koroner kalp hastalıkları, insüline bağımlı olmayan tip II diyabet (şeker hastalığı) ve hipertansiyon daha sık görüldüğü için, özellikle elma (android) tipi şişman olanların kesinlikle zayıflaması gerekmektedir. Yapılan son çalışmalar, özellikle öğle ve akşam yemeklerinde 1 kase yoğurt veya 1 bardak ayran tüketenlerde karın bölgesindeki yağların azalma oranının tüketmeyenlere oranla daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ana öğünlerle beraber süt ve ürünlerini tüketmeye özen göstermek önemlidir. Armut şekli vücuda sahip olanların kronik hastalıklara yakalanma riski daha düşük Yağ dokusunun vücudun alt bölümlerinde (kalça ve uyluklarda) toplanmasına “jinoid” veya “armut tipi şişmanlık” denir. Vücudun şekli armudu hatırlatır. Bayanlarda erkeklere oranla daha sık görülen bu tip yağlanmaya özellikle menapoz sonrası kadınlarda daha sıklıkla rastlanır. Estetik olarak hiç kimsenin memnun olmadığı bu durum aslında sağlık yönünden avantajdır. Çünkü yağ hücrelerinin kalça ve üst bacakta birikmesi göbekte birikmesinden daha iyidir. Bu yüzden elma tipi yağlanmaya oranla kronik hastalıklara yakalanma riski daha düşüktür. Unutulmaması gereken şudur ki; vücut dokusunda oluşacak her türlü yağ dağılımındaki artışın hipertansiyon başta olmak üzere yukarda belirtilen pek çok hastalığın tetikleyicisi olacağıdır. Elma armuta armut da elmaya dönüşmez Vücut tipi değişmemektedir. Yağ hücrelerinin yerini değiştirmek mümkün olmayacağı için böyle bir durumdan söz etmek doğru değildir. Ancak egzersize ek olarak yeterli ve dengeli beslenmeyle elma ve armudu daha küçük elma ve armuta dönüştürmek mümkündür. Bunun bilincinde olarak, bölgesel zayıflama tuzaklarına dikkat edilmelidir. Zayıflama diyetlerinde vücuttaki fazlalıklar nerdeyse en fazla yağ yakımı da o bölgeden olacaktır. Bu nedenle sadece basenleri küçülten diyet veya sadece göbeği eriten egzersizden bahsetmek doğru olmaz. Kalori kısıtlaması, depo yağların yakılmasını sağlar. Egzersiz ise kas kuvvetini artırarak kasın yağ yakma kapasitesini artırır ve enerji harcamasıyla kalori yakımına yardımcı olur. Vücut yağlanmasını artıracak 5 faktöre dikkat! Düzensiz ve dengesiz beslenme: Uzun süre aç kalmak, öğün atlamak, bir öğünde tüketilmesi gerekenin çok altında besin tüketmek, tek tip beslenme vücutta dengesiz yağlanmaya (Özellikle basen ve karın bölgesinde) neden olmaktadır. 3 ana öğün başta olmak üzere, ara öğün yapmaya dikkat edilmeli ve her besin grubundan bir arada tüketmeye özen gösterilmelidir. Fazla yağ tüketimi: Vücuda alınan enerjinin fazlası vücutta yağ olarak depolanacağı için tüketilen besinlerin yağ miktarına da dikkat edilmesi gerekir. Yağlı yiyeceklerin enerjisinin yüksek olduğu unutulmamalıdır. Alkol tüketimi: Sık aralıklar ve fazla miktarda tüketilen alkol, özellikle karın bölgesindeki yağlanmayı artıracaktır. Yanında tüketilen aperatif besinlerle beraber alınan kalori miktarı daha da artacağı için vücut yağlanması daha da fazla olacaktır. Hareketsizlik: Sağlıklı ve zinde bir yaşam için hareket, olmazsa olmazların başında gelir. Tempolu yürüyüş, jimnastik, kondisyon bisikleti, koşu, yüzme, tenis gibi aktiviteler çok önemlidir. Eğer bunları yapacak zamanınız yoksa, işyeri çok uzak değilse ve zaman elveriyorsa; işe yürüyerek gidip gelmek veya en azından yolun bir kısmını yürümek, kısa mesafelerde ulaşım vasıtalarını kullanmayıp yürümeyi tercih etmek, günlük alışverişleri yapmak böylece yürüme fırsatı yaratmak gerekir. İşe gidiş gelişlerde zaman açısından problem varsa öğle tatilini değerlendirip yürümek de doğru bir alternatiftir. Mecbur kalmadıkça asansör kullanılmamalıdır. Yetersiz su tüketimi: Araba için benzin ne anlama geliyorsa vücut içinde su aynı anlama gelir. Her yemekten önce içilecek 1 bardak su, kilo vermeye de yardımcı olacaktır. Su tüketme miktarının yeterli olup olmadığı, idrar rengine bakılarak anlaşılabilir. Koyu renk, az su içildiğini gösterir. Masanızda, çantanızda, arabanızda her zaman su bulundurmaya özen göstermek yeterli miktarda su tüketmenizi sağlayacaktır.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Sağlıklı Saçlar İçin İpuçları

Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Tuğba Türe, “Saç sağlığının korunması için yapılması gerekenler” hakkında bilgi verdi. Sağlıklı saçlar kadın erkek herkes için çok önemlidir. Saçtaki kırılmalar, matlaşma ve pullanmalar, çevresel faktörlere, beslenme alışkanlıklarına ve yanlış uygulamalara bağlı olarak gelişebilir. Saçlara gerekli özen gösterildiğinde sağlıklı saçlara kavuşmak mümkündür. Sağlıklı Beslenme Sağlıklı Saçların Altın Kuralıdır Öncelikle saçların kökünden beslendiği unutulmamalıdır. Dışarıdan uygulanan ürünler saçlara sağlık getirmez. Saçlar için gerekli olan vitamin ve mineraller ancak kan yolu ile saç köklerini besleyebilir. Demir, çinko, vitamin B12, folik asit ve biotinden zengin beslenmek saç sağlığı için gereklidir. (Kırmızı et, yumurta beyazı, kurubaklagiller…) Dengeli ve düzenli beslenmek, antioksidan yiyecekleri( sebze, meyve vb..) gerektiği kadar tüketmek, düzenli uyku ve stresten uzak durmak saç sağlığı için önemlidir. Dermatoloji uzmanına danışmadan saç sağlığı için önerilen ilaçların kullanılması doğru değildir. Saç Boyası ve Jöle Saçların Zayıflamasına, Kırılmasına ve Matlaşmasına Neden Olabilir Saç boyası, renk açıcılar, jöle, köpük, sprey gibi kozmetik ürünlerin bilinçsiz kullanımı saçlara zarar verebilir. Saç şekillendirici ürünler sık kullanımda ve saçtan temizlenmediğinde saçta kalıntı oluşturarak saç tellerinde zayıflama ve kırılmalara neden olabilirler. Hergün Yıkamak Saça Zarar Verir Saçlar gün aşırı ve ılık su ile yıkanmalıdır. Ayrıca ikisi bir arada ürünler yerine şampuan ve saç kreminin ayrı ayrı uygulanması daha doğru olacaktır. Saç kreminin saç uçlarına sürülmesi yeterlidir. Sıcak Fön Kullanmayın Saçların kaba ve sert bir biçimde taranması saçları yıpratabilir. Eğer kuru ve zor taranan saçlara sahipseniz durulanmayan bakım ürünlerini kullanarak saçlarınızı koruyabilirsiniz. Ayrıca saçlar kurutulurken ve şekillendirirken çok sıcak uygulamalardan kaçınılmalıdır. Saçınızı Sıkı Toplamayın Özellikle alın bölgesinde bant şeklinde görülen saç dökülmelerinin en sık sebebi sıkı toplanmış saçlardır. Bu tarz uygulamalar, zaman içerisinde kıl köklerinin zarar görmesine ve saç kayıplarına neden olabilir.

23 Ağustos 2013 Cuma

Kan Şekeri Düşüklüğü Deyip Geçmeyin

Kan şekeri düşüklüğü deyip geçmeyin... Hipoglisemi, üzerinde durulması gereken önemli bir sağlık sorunu. Aşırı terleme, çarpıntı, konsantrasyon kaybı, sinirlilik, bulantı ve aşırı acıkma hissi gibi belirtilerle kendini gösteren hipogliseminin tanısını kolayca koyulabiliyor. Hipogliseminin kan şekerinin herhangi bir nedenle aşırı derecede düşmesi olarak tanımlanıyor. Acıbadem Hastanesi Diyabet Merkezi Uzmanı Dr. Yaser Süleymanoğlu, hipogliseminin bir hastalık değil biyokimyasal bir olay olduğuna dikkat çekerek hipoglisemi hakkında merak edilenleri anlatıyor. Hipoglisemi nedir? Kan şekerin normalin altına düşmesidir. İnsanın normal açlık kan şekeri 85-100 mg/ dl arasında seyir ederken, bu rakam toklukta 120-130 mg/ dl arasında seyir etmektedir. Uzun süren açlık durumunda veya tokluk sonrasında - özellikle şeker ve unlu mamullerden zengin bir yemek yedikten 2-3 saat sonra kan şekerinin düşmesi sonucu hipoglisemi yaşanır. Aşırı terleme, çarpıntı, ellerde titreme, konsantrasyon kaybı, konuşma güçlüğü, sinirlilik, bulantı, aşırı acıkma hissi, tam bilinç kaybı ile hipoglisemi oluşur. Hipoglisemi’nin nedenleri nelerdir? Şeker ve ensülin metabolizmasında bir düzensizlik olarak özetlenecek Tip 2 diyabetin erken dönemi olabilir. Ancak her zaman neden bu değildir. Yoğun çalışma temposu, aşırı stres, ağır egzersiz durumlarında ve yeteri miktarda kalori veya karbonhidrat alınmadığı takdirde hipoglisemi görülme riski vardır. Tiroit ve böbreküstü bezleri başta olmak üzere bazı endokrin organların ürettiği hormonların fazlalığında veya yetersizliğinde hipoglisemi bulguları görülebilir. O nedenle hipoglisemiden yakınan bir hasta endokrin (hormon) açısından ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmelidir, diğer endokrin organ fonksiyonlarında bir düzensizlik yok ise, kişinin tip 2 diyabet adayı olabileceği düşünülmelidir. Tanı nasıl konur? Daha önce anlatılan yakınmaları olan bir kişide, hipoglisemiye neden olabilecek diğer nedenlerin olmadığı anlaşıldıktan sonra, 75 gram glikozla şeker yükleme testi yapmak çoğu kez tanıyı koydurabilir. Şeker yükleme testi sırasında alınan kan örneklerinde Ensülin değerlerinin yüksek, geç saatlerde şeker değerlerinin düşük oluşuyla yakınmaları olan bir kişide reaktif hipoglisemi tanısı koydurur. Reaktif hipoglisemi ayrı bir hastalık değil yalnızca başka bir hastalığın bir bulgusudur. Saptandığında yapılması gereken, buna neyin sebep olduğunu bulmak ve onu tedavi etmeye çalışmaktır. Tedavisi nasıl yapılır? Hipoglisemi nedenini bulmakla başlar. Reaktif hipoglisemilerin çoğu erken dönem tip 2 diyabetten kaynaklandığını düşünmek, diğer olası nedenlerin de gözden geçirmek gerekir. Hipoglisemide beslenme ve egzersiz tedavileri de uygulanır. Ensülin miktarlarındaki aşırı yüksekliği olan vakalarda, hekim tarafından ilaç verilebilir. Şeker yükleme testi yapılırken nelere dikkat edilmeli? Şeker yükleme testi yapmadan önceki 3 günlük dönem süresince şeker metabolizmasını etkileyecek doğum kontrol hapları, kortizon, bazı tansiyon düşürücüler, kortizon gibi ilaçları doktoruna danışarak almamalıdırlar. Bunun dışında dikkat edilmesi gereken önemli bir konu, herhangi bir kısıtlayıcı perhiz yapılmamasıdır. Karbonhidrattan daha zengin gıda alınması gereken bu 3 günlük sürede ekmek, hamur işi ve tatlılar serbest olarak yenilir. Bu dönem süresince dikkat edilecek şeylerden biri de eğer yapılıyorsa bir egzersiz programına ara verilmesi gerekliliğidir. Şeker yükleme testinin zararı var mıdır? Yanlış bir kanı vardır: ‘Benim daha önce şekerim yoktu, şeker yükleme testinin yapılması bende şekere yol açtı’. Şeker yükleme testinde alınan şeker miktarı çok önemli boyutlarda değildir. Bu test sadece var olan bir tablonun ortaya çıkmasını sağlar. Test sırasındaki en fazla yakınmalardan biri bulantı-kusma şikâyetleridir. Verilen glikoz sadece 1 bardakta eritilip içirilmeye çalışıldığında ortaya çıkan bir yakınmadır. Toplam glikoz 3 bardak suda eritilip, bir miktar limon sıkıldığında böyle bir sorun gelişmeyecektir.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Bir Bakışta Tarçının Faydaları

Her gün yarım çay kaşığı tarçın kötü kolesterolü düşürür. Tip 2 diyabet hastalarında insülin üretimini arttırarak kan şekerini düşürür. Tarçın yağı mantara karşı kullanılmaktadır. Tarçın lösemi ve lenfoma hastalarında kanser hücrelerinin çoğalmasını azaltabilir. Kanın pıhtılaşmasını önleyici özelliği vardır. Uzun süre tüketilmeyecek yemeklere biraz tarçın serpmek ürünlerin raf ömrünü uzatır. Tarçın kokusu hafızayı güçlendirir. Pastörize edilmemiş içeceklerde bulunan E.Koli bakterisine karşı kullanılır. Strese bağlı baş ağrısı ve migrene iyi gelir. Kan şekerini dengeleyerek kilo vermeye yardımcı olur. Tarçın yağı kokuya neden olan bakterileri öldürür. Serbest radikallerle savaşarak kanserli hücre oluşumunu yavaşlatır. Tarçın çayı veya tarçın yağıyla masaj yapmak artrit ve osteoporoza bağlı ağrıları hafifletir. Tarçın yağı taşıyıcı yağlarla (badem yağı, zeytinyağı, badem yağı…) karıştırılarak masaj yapıldığında kas ağrılarını alır. Tarçın çayı “huzursuz bağırsak sendromu” olarak adlandırılan sindirim sistemi rahatsızlığına iyi gelir. Taçrın çayı antibakteriyel özelliği ile ağız hijeni sağlayarak diş çürüklerini geciktirir ve dişeti sağlığını korur. Tarçın yağı etkili bir sinek savardır. Mutfakta karıncalara karşı kullanılabilir. Tarçın yağı boğaz ağrısına ve kuru öksürüğe iyi gelir. Hafızayı güçlendirir. Kan dolaşımını arttırır. Yüksek manganez içeriğiyle adet öncesi sendorumuna ve adet kramplarına iyi gelir.

20 Ağustos 2013 Salı

İki Yaş Altı Çocuklara Televizyonun Zararları

Çocukların uzun süre televizyon izlemesinin zihinsel, ruhsal ve fiziksel gelişimleri açısından birçok olumsuz etkileri bulunmaktadır. İki yaşına kadar çocuğun büyüme ve gelişmesi ne kadar önemliyse beyin gelişimi de o derece önemlidir. Çocuklar, diğer insanlarla iletişim kurarak öğrenmeye programlanmışlardır. Çocukların zihinsel gelişimleri için erişkinler ve diğer çocuklar ile pozitif iletişime ve interaktif oyunlara ihtiyaçları olduğunu söyleyen Çocuk Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Yaramış televizyonun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri hakkında bilgi verdi. Erken yaşlarda televizyon izlemek çocuğun beyin gelişimine katkı sağlamıyor Çocukların beyinleri yaşamlarının ilk yıllarında hızla gelişir ve sadece ilk yılın sonunda doğduğu anınkinden üç katına ulaşır. Çocukların bu dönemde maruz kaldıkları uyaranların, pozitif veya negatif olarak beyin gelişimi üzerinde büyük bir etkisi vardır. Çocuklara, (özellikle beyin gelişimi sürecindeyken) uzun süre televizyon izletilmesi, her çocuk için olmasa da bazı çocukların dil becerilerini, kelime dağarcıklarını, çevreleri ile olan sözel, görsel ve sosyal iletişimlerini ve motor becerilerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Birçok anne ve babanın inanışına göre erken yaşlarda televizyon izlemenin çocuğun beyin gelişimine katkı sağladığı tezi, yapılan kontrollü çalışmalarla çürütülmüştür. Aksine yeme bozuklukları, aşırı kilo alımı (obezite), kalp rahatsızlığı, şiddete eğilim, uyku bozuklukları ve hatta konuşma geriliklerine neden olduğu gösterilmiştir. Bebek dahi olsa onunla konuşun Çocukların uzun süre televizyon izlemesinin; astım, alerjik hastalığının yanı sıra hipertansiyon gibi kronik hastalıklara da eğilimi artırdığı ayrıca ruh sağlıklarını olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir. Bu nedenle aileler çocuklarıyla bebek dahi olsa sık sık konuşmalı, göz teması kurmalı, ev ortamında mümkünse renkli giysiler giyerek bebeğin dikkatini daha çok toplamaya çalışmalıdırlar. Bebekleri, kucağa alarak sevgi gösterisinde bulunulmalı, huysuzluk yapmasın diye kendi başlarına televizyon karşısında saatlerce vakit geçirmelerine izin verilmemelidir. Duygusal ve sosyal iletişimin daha sağlıklı gelişmesi için çocukları aile ortamında mümkün olduğu kadar açık bir şekilde ve geleneksel yöntemlerle yetiştirilmesi önerilmektedir. Çocuğunuzu şiddet içeren filmlerden uzak tutun Düzenli uyku sağlıklı yaşamın bir parçasıdır. Yapılan araştırmalarda, korku ve şiddet içeren çizgi film, sinema filmi ve dizi izleyen çocuklarda; kabus görme, uyku problemi, yalnız kalmaktan korkma gibi sorunların geliştiği belirlenmiştir. Bu nedenle televizyon izlenecekse, çocuğun yaşına, kişilik özelliklerine uygun programlar seçilmeli ve mümkünse ebeveynler çocuklarıyla birlikte kısa sureli televizyon izlemelidirler. 2 saatten fazla televizyon izleyen çocuklar daha göbekli oluyor Çocukların şiddet içerikli olmasa bile televizyon, video, bilgisayar oyunları karşısında geçirdikleri sürenin günde 1-2 saatten fazla olmamasına ebeveynler ve bakıcılar tarafından dikkat edilmesi gerekmektedir. Yapılan çalışmalar; aşırı televizyon izleyen çocukların daha göbekli, kanda trigliserit (doğal yağ) seviyelerinin daha yüksek olduğu ve kalp hastalıkları ile birlikte diyabet (şeker hastalığı) risklerinin daha fazla olduğunu göstermiştir. Ayni zamanda Bu durum çocuğun okul performansını ve eğitim başarısını da olumsuz yönde etkilemektedir.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Teknolojinin Zararları

Aynı zaman diliminde daha çok ve verimli iş yapmamızı sağlayan, her geçen gün kaydedilen yeni gelişmelerle yaşamımızı kolaylaştıran son teknoloji ürünü aletler, sağlık sektöründe de insan hayatını kurtarıyor. Ama yeri geldiğinde hayatımızı kurtaran “Teknoloji”, aslında hastalıklarımızın asıl kaynağı mı? Memorial Hastanesi Kalp Cerrahisi Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Faruk Tükenmez “Teknolojinin insan sağlığı üzerindeki etkileri” hakkında bilgi verdi. Tanı ve tedavi yöntemlerindeki teknolojik gelişmeler Tanı ve tedavi yöntemlerinin de gelişmesini sağlayan “İleri teknoloji”nin hiçbir zaman son noktası olmayacaktır. Daha hızlı çalışan, az enerji ihtiyacı duyan, daha az ısınıp, boyut olarak daha küçülen mikro işlemcilerdeki gelişme ile bilgisayar bağımlı tanı cihazlarının gelişimi, birbirine paralel olarak ilerlemektedir. Daha hassas, daha çabuk, daha anlaşılabilir sonuçlar elde edilmektedir. Türkiye, sağlık sektöründeki bu teknolojik gelişmeleri yakından takip etmektedir. Son model cihazlar, çok kısa süreler içinde Türkiye’deki birçok sağlık kurumunda hizmete hazır hale getirilmektedir. Deneyimli eller mi, son model cihazlar mı? Günümüzde “İleri teknoloji” tanı ve tedavinin vazgeçilmezi olsa bile, cihazın kapasitesi doğrultusunda verdiği tanı amaçlı bilgileri yorumlayıp, değerlendirecek, bunları önceki deneyimleri ile birlikte sentezleyecek ve tedavi protokolünü, stratejilerini belirleyecek hekimdir. Tedavi amaçlı kullanıldığında hastaya minimum yan etki ile maksimum fayda sağlayacak olan, yine deneyimli eller olur. Küresel ısınma kansere davetiye çıkartıyor Teknoloji ve sanayinin birlikte gelişmesi, havayı kirletmekle kalmıyor, çok yoğunlaştığı zaman, asit yağmuru şeklinde toprağı da etkiliyor. Hava kirliliğine yol açan gazların insan sağlığını nasıl etkilediği yıllardır araştırılan bir konu. Hava kirliliğinde en çok açığa çıkan gazlardan biri olan sülfürdioksit solunum yolu problemlerine yol açıyor; üstelik akciğer dokusunu da zedeliyor. Monoksit, sinir sisteminin çalışmasını etkiliyor. Kurşun; cıva, kadmiyum ise çocuklarda beyin ve sinir sistemi dokularında hasarlara yol açıyor. Yine bol miktarda bulunan nitrojendioksit nefes almayı güçleştirirken astıma da neden oluyor. Atmosferde artan CO2 miktarı küresel ısınmaya sebep olmak ile beraber, güneşin zararlı UV ışıklarına daha fazla ve uzun süreli maruz kalmamıza, dolayısıyla başta cilt kanserleri olmak üzere, birçok kansere türüne davetiye çıkartıyor. Artan enerji ihtiyacı, yüksek gerilim hatlarının kapımıza kadar yanaşmasına, dolayısıyla elektro manyetik alanlarda yaşamamıza neden oluyor. Çalışmalar gösteriyor ki, 0-300 Hz frekanslı alanlardan iletkenlik özellikleri nedeniyle en çok etkilenen dokular beyin sıvısı ve kan, ikincil derecede etkilenen dokular ise göz, göz sıvısı, tiroit, kas, gastrointestinal sistem, prostat ve testis dokularıdır. LCD ekran, saç kurutma makinesi ve dijital saat gibi aletlere dikkat! Günlük hayatımızda kullanılan televizyon, bilgisayar ve cep telefonları başta olmak MP3 çalarlar, LCD ekranlar, fotokopi makineleri, mikro dalga fırınlar, saç kurutma ve tıraş makineleri, dijital saatler gibi birçok elektronik cihaz bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken diğer yandan sağlımız için tehdit oluşturuyor. Olumsuz etkileri en aza indirmek için yapmamız gerekenler LCD ekrandan uzak durun! Bu cihazların kullanımı ile oluşan elektromanyetik alanlara bazı kişiler daha hassastır. Ve yan etkiler bu kişilerde daha fazla görülür. Fotokopi makineleri, bilgisayar tarayıcılarından 50 cm, LCD monitörlerden 75 cm, mikrodalga fırınlardan 1 m, TV’lerin ön ve arka yüzlerinden 2 m, çamaşır – bulaşık makinesi ve buzdolabı gibi elektronik işlemcilerle donatılmış mutfak cihazlarından mümkün olduğunca uzakta bulunmak sağlığımız için doğru olandır. Şarj aletlerini elektrikte bırakmayın! Ayrıca şarj edilebilen cihazları elektrikle kullanmaktan kaçınmak, TV, monitör, uydu alıcıları kullanılmadığı zaman bekleme konumunda bırakmamak; bu cihazların oluşturduğu, baş ağrısı, uykusuzluk, göz ve kulak problemleri, iştahsızlık, ağız kuruluğu gibi yan etkileri düşük seviyelerde tutmaktadır. Düşük radyasyonlu monitör kullanın Her gün hayatımızda daha çok yer alan ve olmazsa olmazlardan olan bilgisayarlar, sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Sık görülen göz ve kas iskelet sistemi sorunları, önemli iş gücü kayıplarına, dolayısıyla ekonomik kayıplara yol açabilmektedir. Olumsuz etkileri minimuma indirmek için; ergonomik çalışma koltuğu, düşük radyasyonlu monitör kullanımı, süreli çalışım, doğru mekan aydınlatması yapılmalıdır. Kalp ritmini bozan, hamilelikte düşük riskine sebep olan büyük tehlike: Cep telefonu Cep telefonları da son teknolojik gelişmelerin bir ürünüdür. Kullanıcı sayısının her geçen gün artması zararlarının da aynı oranda olarak çoğalmasına sebep olmaktadır. Yaydığı elektromanyetik dalgalar, radyo frekansları ve radyasyonun kısa vadede görüş ve işitme kayıplarına, kalp ritminde bozulmalara, uyku düzensizliklerine, konsantrasyon bozukluklarına, düşük ve erken doğum riskine sebep olmaktadır. Uzun vade de ise sperm sayısında azalmaya, cilt kanseri, beyin tümörü riskinin artması, kan tablosunun bozulmasına yol açtığı uzmanlar tarafından bildirilmektedir. Alınacak önlemler arasında baş, kalp, cinsel organlara yakın bölgelerden uzakta taşımak, kullanım sürelerini minimuma çekmek, SAR değerleri düşük( <1 W/kg ) telefonları tercih etmek, asansör, otomobil gibi kapalı ve dar alanlarda kullanmamak, baz istasyonlarından uzak ev ve iş yerlerinde bulunmak vardır.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Düz Bir Karın Hayal Değil

Kadın ya da erkek fark etmez, artık bir çoğumuzun problemi haline gelen ortak bir sorun göbek yağları. Düzensiz beslenme, hareketsiz yaşam,kadinlarda gebelik,ilerleyen yaş ile birlikte düşen metabolizma hızı, fiziksel ve genetiksel problemler, fast food yemek alışkanlıkları ve duruş bozuklukları gibi nedenlerden dolayı göbeğimiz gün geçtikçe yağlanmakta ve hem sağlık olarak bünyemizi tehdit etmekte hem de estetik olarak kendimizi çirkin hissetmemize neden olmaktadır. Vücudun en kolay yağlanan bölgesi, kas bakımından en zayıf bölge olması nedeni ile göbek bölgesidir. Peki dümdüz bir karına sahip olmak için ve göbeğimizde bulunan yağları eritmek için neler yapmalıyız ? Cevap tabiki çok basit : Bol hareket ve düzenli beslenme... İşe öğünlerinizi azaltarak başlayın. * Az ama sık yemek yemeye özen gösterin. Akşam yemeklerinizi geç saatlere bırakmayın ve mineral açısından zengin olan sebzeler tüketin. * Sabah mutlaka kahvaltı yapın. Öğünlerinizi atlamayın. Unutmayınki uzun süre aç kalmak, beyine vücudun yemekten mahrum kalacağı sinyalini verir ve yediğiniz yemekler vücut tarafından depolanıp saklanır. * Günün bir öğününde mutlaka protein ağırlıklı beslenin. Günde en az 5 porsiyon meyve ya da sebze tükettiğinizden emin olun. * Böğürtlen, kuru fasulye, kuru kayısı, çilek, nohut, kış meyvelerinden sıkılmış taze meyve suyu vücudunuzdaki yağların erimesine yardımcı olacak yiyeceklerdendir. Aynı zamanda yoğurdun da yağ yakıcı etkisi olduğu ve kalsiyum açısından zengin olduğu için kemiklerinizi güçlendirmesi açısından çok önemli bir besin olduğunu unutmayın. * Meyve tüketirken protein ile birlikte tüketmeye özen gösterin ki, hemen kana karışıp vücutta yağa çevrilmesin. Aynı zamanda uzmanlar gece yenilen meyvelerin direk yağ olarak vücutta depolandığını özellikle belirtiyorlar. * Sabahları güne ılık su ile başlayın. Gün içinde en az 2 litre su için. Aynı zamanda soğuk suyun midenizde tokluk hissi yaratacağını unutmayın. * Çok tuzlu yemekten kaçının ve cipsi hayatınızdan çıkarın. * Canınız çok tatlı yemek istediğinde, vücudunuzun tatlı ihtiyacını meyveler ile karşılayın. Ayrıca canınız çok çikolata yemek istediğinde dişlerinizi naneli bir diş macunu ile fırçaladığınız zaman isteğinizin azaldığını fark edeceksiniz. * Yemek yerken lokmalarınızı çokca çiğneyin ve televizyon karşısında yemek yemeyin. * Günde 2 fincana kadar yeşil çay tüketin. Antioksidan etkisi ile yeşil çayın metabolizma hızlandırıcı etkisi vardır.

6 Ağustos 2013 Salı

Maskeli Depresyon

Son zamanlarda kolunuzu kıpırdatacak haliniz yok. Bir bezginlik, bir tükenmişlik ki sormayın. Lavabonun içinde yıkanmayı bekleyen üç beş bardak gözünüze dağ gibi görünüyor, silinecek camları, süpürülecek halıları düşündükçe bayılacak gibi oluyorsunuz. Çocuklar yıkanmamış önlükleri için, eşiniz vaktinde hazırlanmayan sofra için sitem ediyor. Her şey üstünüze üstünüze geliyor ve size neler olduğunu kendiniz de dahil olmak üzere hiç kimse anlamıyor. Depresyondaki bir ev hanımını tanımlıyor bu cümleler. Hayatın normal akışını sekteye uğratan ve zaman içinde tüm ev halkına sirayet eden bu karamsar tablo, eşler arasındaki iletişimin bozulmasının en önemli nedeni olarak gösteriliyor. GİZLİ KUTU MASKELİ DEPRESYON Depresyon, insanın duygu alanındaki sorunların başında gelen bir duygudurum bozukluğudur ve çağımızın en yaygın psikiyatrik hastalığıdır. Duygudurum çöker kişi; neşesiz, isteksiz, yorgun, bitkin, tahammülsüzdür, hiçbir şeyden zevk alamadığını söyler. Ancak depresyondaki kişilerin bazılarında depresyon bu belirtilerle ortaya çıkmaz. Daha çok bedensel hastalık belirtileri şeklinde ortaya çıkar. Buna da ‘Maskeli Depresyon’ denir” . Maskeli depresyonun belirtileri Maskeli depresyonda belirtiler çok çeşitlidir, bütün vücut sistemleri ve fonksiyonları ile ilgili olabilir ancak en sık görülenleri baş ağrısı, bel, sırt, boyun, eklem ağrıları, gezici vücut ağrıları olmak üzere halsizlik, yorgunluk, bitkinlik baş dönmesi, kulak çınlaması, nefes darlığı, çarpıntı, sindirim sistemi şikayetleri, bulantı, şişkinlik solunum sistemi sorunları, cilt sorunları, cinsel şikayetler, vs. dir. Ama asıl altta yatan neden depresyondur. Bu grup hastalar, başlangıçta bedensel şikayetlerle psikiyatri dışı hekimlere başvurur, doktor doktor gezer ve durmadan bir sürü tetkikler yaptırırlar ama somut bir sonuca ulaşamazlar. Belirtilerin büyük çoğunluğu anksiyeteye (kaygı ve bunaltı) bağlı olarak ortaya çıkar. Örneğin; kaygı ağrıya neden olur, ağrı kaygıyı daha da artırır, artan kaygı artan ağrıya neden olur ve bir kısır döngü oluşur. Bunun yanında; fobik, obsesif belirtiler, alışılmadık şekilde alkol-madde kullanmaya yönelme, cinsel davranışlarda, uyku ve yeme alışkanlıklarında beklenmedik değişiklikler, aile, iş ve arkadaş ortamlarından uzaklaşma gibi belirtiler de örtülü depresyonun sinyalleri olabilir. Maskeli depresyonda depresyonun bilişsel ve duygusal bileşenleri yok veya çok zayıftır, bedensel belirtiler baskındır. Bazı hastalarda duygusal ve bilişsel bileşenler olmakla birlikte kişi bunları dile getirmek istemez. Ülkemizde ve diğer doğulu toplumlarda maskeli depresyon daha yaygındır. Çünkü insanlar duygularından söz etmek istemezler, bunun kendileri için bir eksiklik ve yetersizlik olduğunu düşünürler. Toplumun psikiyatrik sorunlara yönelik olumsuz ve ilgisiz algısı da bu tutuma yol açabilmektedir. Bazı hastalar ise duygusal yaşantılarını sözelleştirme yeteneğinden yoksundur. Şu ya da bu şekilde sözelleştirilemeyen duygular bedensel belirtiler yoluyla ifade edilir. Öte yandan doktor, “Bedeninde sorun yok, sadece sıkıntın var” dediğinde bir çok yeterli bilgiye sahip olmayan hasta yakınları, empati yerine öfke duyup “Bak bir şeyin yokmuş, her şey senin elinde, istesen turp gibi olursun, iyi olmayı istemiyorsun…” gibi sözler söyleyebiliyorlar. Bu da zaten alıngan olan depresif hastanın “Kimse beni anlamıyor” diye düşünmesine ve depresyonunun artmasına neden olabiliyor. Bu nedenle hasta da çoğu zaman bilinçdışı olarak sıkıntısını bedenselleştirerek göstermeyi tercih eder. Böylece daha fazla ilgi ve şefkat göreceğini düşünür. Maskeli depresyon kadınlarda çok daha sık görülür Bunun nedenleri: 1- Kadının olumsuz duygularını dışa vurmasının çevre tarafından hoş karşılanmaması, 2- Kadınlarda agresyonun (engellenme sonucu saldırganlık) dışa yansıtılamayıp daha çok içe yönelmesi, erkeklerde daha çok dışa yansıtılması, 3- Bedensel yakınmaların getirdiği ikincil kazanç beklentisidir. Yakınmaları devam eden ve tetkikleri normal bulunan hastaların mutlaka psikiyatriste yönlendirilmesi gerekir. Bu konuda hastaların bilinçlendirilmesi çok önemli olmakla birlikte diğer branş hekimlerinin de bedensel belirtilerle ortaya çıkan depresyon hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaları, maskeli depresyon hastalarını tanıyarak psikiyatriste yönlendirmeleri ve böylece depresyonun kronikleşmesine fırsat vermemeleri de çok önemlidir.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Her Zaman Yorgun Musunuz?

HER ZAMAN YORGUN MUSUNUZ ? Çoğu zaman horlamayı bir şikayet olarak görmez; gün içi yorgunluklarımıza, işimizin yoğunluğuna bağlar ve bu durumu doktora gitme nedeni olarak düşünmeyiz. Her gece düzenli horluyorsanız ve gün içinde kendinizi uykulu ve yorgun hissediyorsanız, sizde “uyku apnesi” olabilir. Uyku apne durumu toplumda astım ve şeker hastalığı kadar sık görülen bir hastalık olmasına rağmen tanısı konulmadığı için gizli kalmıştır. Doktorlar da bu konuda deneyimsiz olduklarından hastalarını yönlendiremezler. Ne yazık ki uyku tıbbı- uyku apne hastalığı, son 20 sene içinde tanımlanıp geliştiğinden doktorlar arasında da yeterli derecede bilinmemektedir. Aşağıdaki sorularla kendinizi test edebilirsiniz: Nefesinizin durduğu ya da iç çekme şeklinde düzensiz soluduğunuz eşinizin dikkatini çekti mi? Genellikle sabah yataktan yorgun mu uyanıyorsunuz? Gün içinde kendinizi aşırı yorgun, uykulu hissediyor musunuz? Enerjiniz ve motivasyonunuz azaldı mı? Cinsel arzularda azalma , isteksizlik oluyor mu ? Konsantrasyonunuz azaldı mı? Kilolu musunuz ve kilo verememekten mi şikayet ediyorsunuz? Şiddetli horluyor musunuz? Bu durumlardan herhangi birine evet diyorsanız , uyku apne riskiniz büyük bir oranda var demektir. Yukarıdaki şikayetlerle birlikte aşağıdaki sorunlarınız da varsa uyku apne hastalığına bağlı komplikasyonlar oluşmuş ve bu konuda ciddi tıbbi yardım alma zamanınız gelmiş demektir. Yüksek tansiyon İnme Kalp krizi Düzensiz kalp atımları Uyku Apnesi Tam olarak nedir? Hayati sağlık sorunlarına neden olabilen uyku apnesinin belirtilerini hastanın kendisinin farketmesi zordur. Hasta genellikle uykudaki anormal durumlardan, eşi veya yakınlarının farketmesiyle haberdar olur. Uyku apnesinin en önemli belirtisi uykuda ani solunum duraklamaları, çok gürültülü horlamalar ve iç çekmelerdir. SAĞLIĞINIZI TEHDİT EDEN ÇOK ÖNEMLİ RİSKLER Son yapılan araştırmalar, horlama ve uyku apnesinin çok önemli bir çok hastalıkla ilişkili olduğunu göstermiştir Uyku apnesi tedavi edilmezse aşağıdaki sorunlara yol açabilir: Düzensiz Kalp atışları Kalp büyümesi Kalp krizi riskinin artması Yüksek tansiyon İnme Aşırı yorgunluk ve gündüz uyku hali Trafik kazaları(direksiyonda uyku gelmesi) Cinsel arzuların azalması (iktidarsızlık) Kontrol edilemeyen şişmanlama Uykuda terleme, sık çişe kalkma Aşırı sinirlilik, depresyon,canlılığın kaybolması Uykuda ölüm BU DURUM TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ? NASIL? Evet! Uyku apnesi kesin olarak çok etkili bir şekilde tedavi olur. Dünyada en yaygın kullanılan uyku apne tedavisi “Kesintisiz Pozitif Nazal Basınç” tedavisidir. Uykuda baş ucuna konulan küçük bir cihaz ile burun yoluyla yansıtılan çok hassas pozitif basınç oluşturulur. Bu pozitif basınç, sanki bir hava yastığı yerleştirilmiş gibi hava yollarının ve gırtlağın uykuda sürekli açık kalmasını sağlar ve apne ve horlamaları ortadan kaldırır. Bu tedavide ilaç kullanılmaz ve cerrahi işlem yapılmaz. Düzelmenin etkileri, tedaviden hemen sonra, ertesi günü görülür. Horlamalar kesilir, uykuluk hali düzelir, kendinizi dinç ve yeniden doğmuş gibi hissedersiniz.

1 Ağustos 2013 Perşembe

Kadınların Korkulu Rüyası MENOPOZ

KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM UZMANI OP.DR.İBRAHİM SÖZEN'E MENOPOZ VE TEDAVİ YOLLARINI SORDUK... MENOPOZ NEDİR? Kadının adetlerinin kesilmesi olarak tarif edebileceğimiz menopoz latince menses yani adetin pause yani durması anlamındadır. Bir kadının yumurtalık aktivitesinin azalması sonucunda adetlerinin tamamen kesilmesi durumuna menopoz denir.Op.Dr.İbrahim Sözen sözlerine şöyle devam ediyor, adet görmemeye neden olan başka bir neden yoksa 6 ay boyunca kadının adet görülmemesi durumunda kesin menopoz teşhisi konulur. Ülkemizde ortalama menopoza girme yaşı 46-48 civarındadır, dünyada ortalama menopoz yaşı 51 civarındadır. MENOPOZA GİRMİŞ KADINLARI NASIL BİR SÜREÇ BEKLİYOR? Vücutta yumurtalıklarda yumurta sayısının azalması östrojen hormonunun azalmasına yol açar. Kadında pekçok metabolik ve fiziksel değişiklikler olur. Menopoza giren kadın öncelikle adet düzensizlikleri, vajinada meydana gelen kuruluk ve libido azalması gibi cinsel sorunlar ve ilerleyen zamanda kemik erimesi ve kalp hastalıkları gibi problemler yaşabilir. MENOPOZ TEŞHİSİ NASIL KONUR? Premenopoz terimi menopoz öncesi yani adetlerin tamamen kesilmesinden önceki bir kaç yılı tarif eder. Bu dönemde yumurtalık hormonları yavaş yavaş azalır ve adet düzensizlikleri meydana gelir, kadının hamile kalma yeteneği çok azalır. Bu dönemde kanda bakılan FSH hormonunda yükselmeler başlar. FSH hormonu kanda adetin ilk günleri genellikle 3. günü bakılarak değerlendirilir. Bu hormondaki yükselmenin başlıca nedeni İnhibin hormonundaki düşmedir.Yumurtalıklarda bulunan foliküller yani yumurta hücreleri azaldığından İnhibin hormonu üretimi azalır, bu da beyinden salgılanan FSH hormonunun artmasına neden olur. FSH hormonunun artmasının asıl nedeni östrojenin azalması değildir, İnhibinin azalmasıdır. Bu dönemde östrojen seviyeleri normal olabilir. Bu nedenle menopoz teşhisi konulurken östrojen değerinin pek önemi yoktur, önemli olan FSH değeridir. Östrojen, progesteron ve LH hormonu seviyeleri bu dönemde genellikle değişmez menopoz teshisinde önemli değildir. Teşhisde en önemli kriterler muayene ve kanda bakılan FSH hormon düzeyidir. Sadece ultrason ile menopoz teşhisi konulamaz. Menopozun tanımı 6 ay aralıksız adet görmeme olduğu için aslında kesin teşhis için bu sürenin geçmiş olması gerekir, yani son teşhis geriye dönük olarak konur. MENOPOZ TEDAVİSİNDE İZLENEN YOL NEDİR? Öncelikle tedaviye geçmeden yapılması gereken asgari incelemeler şunlardır; Vaginal muayene ve PAP smear, mammografi, kemik yoğunluğu ölçümü, Tam kan sayımı, kolesteroller, karaciğer enzimleri, tiroid hormonları. Bu araştırmalar belli aralıklarla bir tekrarlanır. Tedavide estrojen + progesteron hormonları kullanılabilir. Rahimi olmayan bayanlar için ise sadece estrojen hormonu yeterlidir. Son zamanlarda meme kanseri konusunda oluşan kuşkular çok dayanaklı olmasa da bu konuda rahatsızlık duyan kişilerde seçici estrojen reseptörlerini etkileyen yeni kuşak ilaçlar kullanılabilir. Menopozda hızlanan kemik erimesini durdurmak tedavinin en önemli kısmını oluşturur. Menopozda mutlaka kalsiyum desteği ve bunun emilimini arttıran D vitamini sağlanmalıdır. Menopoz belirtilerini ortadan kaldırmak için kullanılan estrojen hormonu aynı zamanda kemik erimesini durdurucu bir etkiye sahiptir. Estrojen kullanmayan ve kemik erimesine doğru bir gidiş saptanan bayanlar için ise aynı etkiye sahip fakat hormon olmayan diğer ilaçlar kullanılabilir. Bunun dışında kemik erimesini önlemeye yönelik olan egzersiz çeşitleri bir fizik-tedavi uzmanı tarafından bu bayanlara öğretilmeli ve bu egzersizler risk altındaki bu bayanların günlük programlarının bir parçası olmalıdır.