Hürriyet

30 Kasım 2013 Cumartesi

Kapalı Kutu Bağırsak Parazitleri

1-Bağırsak Parazitleri Nelerdir? Bağırsak parazitleri halk arasında şerit, solucan veya kurt olarak bilinen canlılardır. Ayrıca kanlı, mukuslu veya tekrarlayan şiddetli ishallere sebep olabilen ve gözle görülmeyen bağırsak parazitleri de mevcuttur. 2-Bağırsak Parazitleri Nasıl Bulaşır? Parazitlerle bulaşık yiyeceklerin tüketilmesi ve suların içilmesi (amipli dizanteri, solucan) Etlerin çiğ veya az pişmiş olarak yenmesi (tenya) Parazit yumurtalarıyla veya larvalarıyla bulaşık ellerin ağza götürülmesi sonucu (kıl kurdu,solucan) ağız yoluyla Bazı parazit larvalarının deriye teması sonucunda deri yoluyla (kancalı kurtlar) bulaşır. 3-Bağırsak Parazitlerinin Belirtileri Nelerdir? Sık karın ağrısı, bulantı, ishal, gaz oluşumu Burunda ve anüste kaşıntı Solucanların erişkin şekillerinin anüsten dışarı çıkması Geceleri yastığa salya akması ve diş gıcırdatma Çok yemek yeme ve kilo alamama veya iştahsızlık Kansızlık (anemi) Vücutta kaşıntı ve döküntüler Büyüme ve gelişmede gerilik 4-Bağırsak Parazitlerinin Zararları Nelerdir? İnsanların bağırsaklarına yerleşir ve gıdalarına ortak olurlar. Özellikle çocukların hem bedenen hem de zihin yönünden gelişmelerini yavaşlatırlar veya engel olurlar. Parazitler zayıflık, halsizlik ve kansızlığa yol açarlar. Ayrıca bağırsak şikayetlerine de sebep olarak rahatsızlık verirler. Bağırsak parazitleri, büyüklerde ise benzer şikayetlerin yanı sıra önemli iş gücü kayıplarına yol açmaktadır. 5-Bağırsak Parazitlerinin Tedavisi Var mıdır? Bağırsak parazitlerine yönelik etkili ilaçlar vardır. Önemli olan belirtilerin görülmesi halinde en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması ve verilen ilaçların tarifine uygun bir şekilde kullanılmasıdır. 6-Bağırsak Paraziti Bulunan İnsanlarla Temas Sonucunda Hastalık Bulaşır mı? Hijyen kurallarına ve tuvalet temizliğine dikkat etmeyen parazitli kişiler, parazitleri başkalarına da bulaştırabilirler. 7-Bağırsak Parazitlerinden Nasıl Korunulur? Sebze ve meyveler bol suyla iyice yıkandıktan sonra yenmelidir. Etler çiğ veya az pişmiş olarak tüketilmemeli, kesinlikle iyice pişirildikten sonra yenmelidir. Kaynağı belli olmayan sular kesinlikle içilmemeli, sular klorlandıktan veya kaynatılıp soğutulduktan sonra içilmelidir. Tuvalet kullanma alışkanlığı kazanılmalı ve mutlaka tuvaletten sonra eller sabunla iyice yıkanmalıdır. Etrafa dışkı yapılmamalıdır. Bahçeler ve tarlalar kesinlikle lağım suları ile sulanmamalıdır. Toprakta çıplak ayakla dolaşılmamalı, gerekirse çizme ve eldiven giyilmelidir. İnsan dışkısı tarla ve bahçelerde kesinlikle gübre olarak kullanılmamalıdır.

29 Kasım 2013 Cuma

Çocuklarda Çinko Eksikliği

Çinko eksikliği nelere yol açar? • Enfeksiyonlara karşı dayanıksızlık görülmesi. • Yaraların iyileşmesinde gecikme meydana gelmesi. • Tat ve koku alma duyusu azalır. • İştahsızlık görülmesi • Çocuklarda çinko eksikliği büyüme geriliğine neden olur. • Çinko eksikliği saç dökülmesi soruna yol açabilir. • Tırnaklarda beyaz lekeler oluşması. • Akne sorunları da çinko eksikliğinde meydana gelebilecek bir proplemdir. • Çinko vücutta iyileşmeyi destekleyebilir ve grip ve soğuk algınlığı belirtilerine karşı mücadelede kullanılabilir. Grip veya soğuk algınlığında çinko takviyesi almanız daha hızlı iyileşmenize yol açabilir. Bu aynı şekilde boğaz ağrısında ve cilt yaralanmalarında da meydana geldiği bilinen durumdur. • Çinko vücudumuzun enfeksiyon ve hastalıklara karşı anahtar savunması olarak bildiğimiz bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine yardım eder. Bilim adamları çinko takviyelerinin yararları hakkında devamlı araştırma yapmaktadır. • Görebileceğiniz gibi çinko faydaları ‘nın önemi gözardı edilemez ve çinko takviyelerinin yararları bu mineralin eksikliğini yaşayabilecekler için bir o kadar önemlidir. Günlük Çinko Kullanımı Ne Olmalıdır? Çinko takviyeleri, tabletler, sıvı, kapsüller ve pastiller gibi birçok farklı tip ve şekilde bulunur. Çinko şelatı en etkin ve emilebilir çinko takviyelerinden biridir. Araştırma çinko emiliminin pastil olarak alındığı ve ağızda eritildiğinde büyük ölçüde arttığını göstermiştir. Çinko takviyeleri kullanıldığı zaman, besinlerden uzak olarak alınması gerektiğinden yatmadan önce ve demirden en az 8 saat sonra alınmalıdır. Günlük çinko ihtiyacı yaklaşık 15 mg dır. 50mg dan fazla alınması tavsiye edilmez. Eğer uzun süreli çinko kullanılacaksa günlük olarak 20 mglık doz önerilir. Çinko Zararları Var mıdır? Çinko takviyesi uzun süre kullanımda demir ve bakır gibi başka besinlerin emilim ve kullanımları ile etkileşimde bulunabilir. Çinko fazlalığı mide bulantısı, kusma ve diyareye de sebep olabilir. Çinko takviyesinin yanlış kullanımı HDL veya iyi kolesterol seviyesinin düşmesine de neden olabilir. Aynı zamanda bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açabilir. Görebileceğiniz gibi çinko takviyelerinin yararları, varsa yaşanmış yan etkilerinin çok ötesindedir. Çinko doğru alınırsa vücudumuza çok yararlı olabilir.

28 Kasım 2013 Perşembe

Altını Islatan Çocuklar

Kimi aileler için içinden çıkılmaz bir sorun, kimileri için ciddi bir bunalım sebebi... Aslında çocuklardaki altını ıslatma hiç de öyle abartılacak bir hadise değil. Üstelik yalnız da değilsiniz, dünyada yaklaşık 7 milyon çocuk altını ıslatıyor. Normal şartlarda çocuklarda idrar kontrolü 5 yaşına dek sağlanabilmektedir. Bu nedenle çocuklar 5 yaşını doldurana dek, altını ıslatma diye bir sorunun varlığından söz etmek doğru olmaz. Bu dönemden sonra, ayda en az bir kez yatak ıslatma söz konusu ise, tıbbi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Neden komşunun çocuğu değil de bizimki? Yatak ıslatmanın altında birden fazla neden yatmaktadır. Kalıtsal etkenler önemli bir yer tutar, ailede benzer bir durumun bulunması riski arttırmaktadır. Çocuğun sinir sisteminin yaşıtlarına göre daha yavaş gelişim göstermesi de mesane kontrolünü geciktirerek, yatak ıslatmada rol oynar. Belki de en sık rastlanılan sebeplerden birisi derin uykudur. Çocuk bu derin uyku esnasında idrara sıkıştığının farkına varamaz. Bunların yanı sıra idrar yolu enfeksiyonları ile bazı bedensel ve hormonal bozukluklar da bu duruma yol açmaktadır. Anne-babanın özellikle aklında tutması gereken husus, yatak ıslatan çocuklarda herhangi bir biçimde davranış bozukluğu ya da zekâ geriliğinin olmadığıdır. Ne yapsak da kurtulsak? Öncelikle serin kanlı olun. İyi bilin ki, uygulayacağınız yöntemler işe yaramasa bile çocuk belli bir sürenin sonunda mutlaka mesane kontrolünü sağlayacaktır. Yapılan çalışmalar, genç kız veya delikanlılık çağlarında da aynı sorunu yaşamaya devam eden çocukların çok çok nadir olduğunu, bunların da önemli bir bölümünün yapısal bozukluklara bağlı olduğunu göstermiştir. Sonraki adımda çocuğun idrar yolu enfeksiyonu gibi tıbbi bir sorununun olup olmadığını araştırın. İdrar tetkikinin ve doktor muayenesinin normal olması durumunda diğer aşamalara geçilebilir. Çocuğunuzu karşınıza alıp konuşun. Bu durumun en az sizin kadar onun da canını sıktığını aklınızdan çıkarmayın. Sorunun çözümünde çocuğun işbirliği, olmazsa olmaz önem taşır. Kesinlikle sert davranmayın ve suçlayıcı olmayın. Çocuğu rencide edecek, alaya alacak cümleler sarf etmek, diğer yaşıtlarıyla karşılaştırmak, hadiseyi daha da çapraşık bir hale dönüştürür. Uykusu çok derin olan çocuklarda başlangıç olarak 2-3 saatte bir uykudan kaldırıp, tuvalete çıkarmak gerekir. Burada dikkat edilecek husus çocuğun tamamen uyandığından emin olmak, yarı uykulu, gözü kapalı bir biçimde idrara çıkmamasını sağlamaktır. Birlikte bir şema oluşturun. Bu şema üzerine, günlere göre çocuğun kuru veya ıslak kalktığını gösteren notlar alın. Kuru kalktığı her güne bir yıldız koyarak ve çocuğu ödüllendirerek teşvik etmek yararlı olacaktır. Asla ıslak kalkılan günler için ceza verme ya da ödülleri geri alma yoluna gitmeyin. Tıpta yatak ıslatma durumlarında kullanılan bazı ilaçlar da mevcuttur. Ancak bu tür bir tedavi, taşıdığı ciddi yan etkiler, düşük başarı oranı ve tedavi sonlandırıldıktan sonra yeniden benzer sıkıntıların ortaya çıkma ihtimali nedeniyle, ilk etapta göz önünde bulundurulmamaktadır. Sabır ve sevgi: En güzel iki ilaç Sabırlı olun. Bu anahtar kelimenin açamayacağı kapı yoktur ve unutmayın, telaşa kapılmak kişiyi her zaman geciktirir. Çocuğunuza onu çok sevdiğinizi, fakat yatak ıslatmanın giderilmesi gereken bir sıkıntı olduğunu anlatın. Eğer sizin de çocukluk döneminize ait benzer bir öykünüz varsa onunla paylaşın. Bu, çocuğunuzun özgüvenini oldukça kuvvetlendirecektir. Yukarıdaki hususlara dikkat edilecek olursa, her gününüzü kâbusa çeviren, içinden çıkılmaz gibi görünen bu sorunun üstesinden kolayca gelinecektir.

Altını Islatan Çocuklar

Kimi aileler için içinden çıkılmaz bir sorun, kimileri için ciddi bir bunalım sebebi... Aslında çocuklardaki altını ıslatma hiç de öyle abartılacak bir hadise değil. Üstelik yalnız da değilsiniz, dünyada yaklaşık 7 milyon çocuk altını ıslatıyor. Normal şartlarda çocuklarda idrar kontrolü 5 yaşına dek sağlanabilmektedir. Bu nedenle çocuklar 5 yaşını doldurana dek, altını ıslatma diye bir sorunun varlığından söz etmek doğru olmaz. Bu dönemden sonra, ayda en az bir kez yatak ıslatma söz konusu ise, tıbbi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Neden komşunun çocuğu değil de bizimki? Yatak ıslatmanın altında birden fazla neden yatmaktadır. Kalıtsal etkenler önemli bir yer tutar, ailede benzer bir durumun bulunması riski arttırmaktadır. Çocuğun sinir sisteminin yaşıtlarına göre daha yavaş gelişim göstermesi de mesane kontrolünü geciktirerek, yatak ıslatmada rol oynar. Belki de en sık rastlanılan sebeplerden birisi derin uykudur. Çocuk bu derin uyku esnasında idrara sıkıştığının farkına varamaz. Bunların yanı sıra idrar yolu enfeksiyonları ile bazı bedensel ve hormonal bozukluklar da bu duruma yol açmaktadır. Anne-babanın özellikle aklında tutması gereken husus, yatak ıslatan çocuklarda herhangi bir biçimde davranış bozukluğu ya da zekâ geriliğinin olmadığıdır. Ne yapsak da kurtulsak? Öncelikle serin kanlı olun. İyi bilin ki, uygulayacağınız yöntemler işe yaramasa bile çocuk belli bir sürenin sonunda mutlaka mesane kontrolünü sağlayacaktır. Yapılan çalışmalar, genç kız veya delikanlılık çağlarında da aynı sorunu yaşamaya devam eden çocukların çok çok nadir olduğunu, bunların da önemli bir bölümünün yapısal bozukluklara bağlı olduğunu göstermiştir. Sonraki adımda çocuğun idrar yolu enfeksiyonu gibi tıbbi bir sorununun olup olmadığını araştırın. İdrar tetkikinin ve doktor muayenesinin normal olması durumunda diğer aşamalara geçilebilir. Çocuğunuzu karşınıza alıp konuşun. Bu durumun en az sizin kadar onun da canını sıktığını aklınızdan çıkarmayın. Sorunun çözümünde çocuğun işbirliği, olmazsa olmaz önem taşır. Kesinlikle sert davranmayın ve suçlayıcı olmayın. Çocuğu rencide edecek, alaya alacak cümleler sarf etmek, diğer yaşıtlarıyla karşılaştırmak, hadiseyi daha da çapraşık bir hale dönüştürür. Uykusu çok derin olan çocuklarda başlangıç olarak 2-3 saatte bir uykudan kaldırıp, tuvalete çıkarmak gerekir. Burada dikkat edilecek husus çocuğun tamamen uyandığından emin olmak, yarı uykulu, gözü kapalı bir biçimde idrara çıkmamasını sağlamaktır. Birlikte bir şema oluşturun. Bu şema üzerine, günlere göre çocuğun kuru veya ıslak kalktığını gösteren notlar alın. Kuru kalktığı her güne bir yıldız koyarak ve çocuğu ödüllendirerek teşvik etmek yararlı olacaktır. Asla ıslak kalkılan günler için ceza verme ya da ödülleri geri alma yoluna gitmeyin. Tıpta yatak ıslatma durumlarında kullanılan bazı ilaçlar da mevcuttur. Ancak bu tür bir tedavi, taşıdığı ciddi yan etkiler, düşük başarı oranı ve tedavi sonlandırıldıktan sonra yeniden benzer sıkıntıların ortaya çıkma ihtimali nedeniyle, ilk etapta göz önünde bulundurulmamaktadır. Sabır ve sevgi: En güzel iki ilaç Sabırlı olun. Bu anahtar kelimenin açamayacağı kapı yoktur ve unutmayın, telaşa kapılmak kişiyi her zaman geciktirir. Çocuğunuza onu çok sevdiğinizi, fakat yatak ıslatmanın giderilmesi gereken bir sıkıntı olduğunu anlatın. Eğer sizin de çocukluk döneminize ait benzer bir öykünüz varsa onunla paylaşın. Bu, çocuğunuzun özgüvenini oldukça kuvvetlendirecektir. Yukarıdaki hususlara dikkat edilecek olursa, her gününüzü kâbusa çeviren, içinden çıkılmaz gibi görünen bu sorunun üstesinden kolayca gelinecektir.

27 Kasım 2013 Çarşamba

Fazla Oyuncak Ve Fazla Kıyafet Aslında Kimin İhtiyacı?

Psikolog Ayşen EVLİÇOĞLU ŞİMŞEK Günümüzde anne - babalarının en sık düştükleri tuzaklardan biridir çocuklarına çok fazla oyuncak ve kıyafet almak. Çünkü bu anne - babalar, bir yandan yoğun bir şekilde modern toplumların yarattığı “tüketici insan” modelinin etkisinde, diğer yandan birçoğu geç saatlere kadar çalışmak zorunda olanların yaşadığı “ebeveyn suçluluğu” içindedirler. Her iki etken de anne-babayı, çok fazla almaya ve çok fazla vermeye yöneltmektedir. Vitrinlerdeki ürün çeşitliliğinin dayanılmaz cazibesi, hemen herkes için sahip olma arzusunu güçlü bir şekilde kışkırtmaktayken, anne-babalar da yaşamlarının birçok alanında karşılaştıkları bu arzuyu, söz konusu çocukları olduğunda, çok daha yoğun bir şekilde hisseder ve kontrol etmekte güçlük çekerler. Hele de bu anne-babalar, günümüzde sayısı giderek artan “geç saatlere kadar çalışan” anne-babalardan ise... Suçluluk Duygusu Çocuklarının her istediklerini yaparak, onlara çok fazla oyuncak ve kıyafet alarak, birlikte olamadıkları zamanı telafi etmeye ve içinde bulundukları suçluluk duygusundan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Bu anne - babalar çocuklarının sevgisini kaybedeceklerinden çok fazla korkmaktadırlar. Onların sevgisini kaybederlerse her şeyi kaybedeceklerini düşünürler. Çünkü artık yaşam koşullarının zor olduğu, evliliklerin, birlikteliklerin hızla kurulup, çözüldüğü, dostluk bağlarının gevşediği bir toplumda yaşamaktayız. Bu nedenle günümüz yetişkinlerinin güvendiği ve yatırım yaptığı tek değer çocuklarıdır. Onların sevgisini kaybetmemek için anne-babalar, yaşamı her yönüyle çocuklarının istekleri doğrultusunda kurgulamaktadırlar. Bu anne-babalar kendi hayal kırıklıklarını ve bu hayal kırıklıklarına tahammül edemeyişlerini tamir etmek amacıyla, sahip oldukları çocuklarına her şeyi çok fazla alarak ve çok fazla vererek onları doyurmaya çalışırken, aslında kendilerini, kendi çocukluklarını ve olmamış benliklerini doyurmaktadırlar. O halde bir çocuğa çok fazla oyuncak ve kıyafet almak gerçekte kimin ihtiyacıdır? O ya da bu sebeple, çocuğa çok fazla oyuncak ve kıyafet almak, bir şeyleri ona çok fazla vermek (bu sevgi de olabilir) elbette onun gelişimini olumsuz yönde etkiler. Çünkü gelişim süreçleri boyunca çocuklar aşırı değil, dengeli ebeveyn tutumlarına ihtiyaç duyarlar. Çocuk gelişiminin hemen her alanında olduğu gibi burada da tutarlı, kararlı ve gerektiğinde hayır diyebilen ebeveynlere ihtiyaç vardır. “Hayır”ın Öğrettikleri Çocuk anne-babadan gelen “hayır” yanıtlarıyla büyür. Bu yanıtlardır ona yaşamda her istediğine, istediği zaman ulaşamayacağını öğreten. Böylece çocuk kendi sınırları ile diğerlerinin sınırlarını ayırt etmeye başlar. Nerede durup, nereye kadar gidebileceğini görür. Bu da kendine olan güveninin gelişmesini sağlar. Kendi kendini sınırlayabilen çocuğun artık ötekine ihtiyacı yoktur. Yani bağımlılıktan çıkmaya hazırdır. Evde, aile içinde sınırları belirlenemeyen, anne-baba-çocuk üçgeninde bir üçüncü olduğu yani “öteki” olduğu bilinci kazandırılamayan çocuk, ev dışındaki sosyal yaşam alanlarında da kendisini ve karşısındakinin sınırlarını belirlemekte ve sağlıklı sosyal ilişkiler kurmakta zorlanır. Dışarıda da tıpkı evdeki gibi sınırlar, kurallar olmadan, aklına estiği gibi hareket etmek, beğendiği her şeyi almak ister, tabiİ hayal kırıklığına uğrar. Çünkü tüm sosyal ilişkilerde olduğu gibi zaman zaman karşısındakilerin sınırları ile ve hayır yanıtıyla karşılaşır, reddedilir. Hayal kırıklıklarına uğramak ve bununla baş edebilmeyi öğrenmek, elbette yaşamın bir parçası ve çocuk gelişiminin, büyümenin en önemli deneyimlerindendir. Ancak çocuk bu deneyimi ilk önce, aile içinde, anne-baba ile birlikte, onların koşulsuz sevgileri eşliğinde edinmelidir. Önce onların yasaları ile karşılaşmalı, onların arasında ötekiliği kabul etmelidir. Böylece çocuk ev dışındaki yaşamında karşılaştığı diğer yetişkinlerle, öğretmenleri ve arkadaşları ile sağlıklı, uyumlu ilişkiler kurabilir ve bu ilişkilerde öteki olmayı becerebilir. Bu deneyim, elbette yetişkin yaşamındaki sosyal ilişkilerinde de benzer sonuçları getirecektir. Başarılı iş ilişkileri, sağlıklı ve doyurucu arkadaşlıklar, eş olabilme ve anne-baba olabilme gibi. Sonuç olarak, anne-babalar çocuklarının büyümelerini, kendi ayakları üzerinde durabilen bağımsız bireyler olabilmelerini istiyorlarsa, onlara her şeyi vermekten vazgeçmeli, onlar için sınırları belirleyen ve gerektiğinde onlara “hayır” demekten çekinmeyen anne-babalar olabilmelidirler. Çocuklarına çok fazla oyuncak ve kıyafet alırken bunun gerçekte kimin ihtiyacı olduğunu hatırlamalıdırlar.

26 Kasım 2013 Salı

Çocuklarda Yüksek Ateşe Dikkat

Kış aylarında çocuklarda sık görülen yüksek ateş, anne babaları da oldukça endişelendirmektedir. Ateş, müdahale edilmediğinde ciddi tablolara neden olabilirken, bazen de önemli hastalıkların da belirtisi olabilir. Bu nedenle ateşin nasıl düşürüleceğinin bilinmesi ve vakit kaybetmeden doktora başvurulması gerekmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu, çocuklarda yüksek ateş ve dikkate dilmesi gerekenler hakkında anneleri uyardı. Ateş En Uyarıcı Bulgudur Yüksek ateş, çocuk sağlığında bir problem olduğunu ortaya çıkaran, aileyi hekime gidilmesi konusunda uyaran en gürültülü bulgudur. Ateş aslında, vücudun bağışıklık cevabıdır yani vücudun ateşi yükseltmesindeki amaç vücuda girmiş olan mikroorganizmaların çoğalmasını sınırlamaktır. Vücudun Verdiği Sinyalleri Dikkate Alın Ateş 39-40 derecenin üzerine çıktığında vücut aşırı enerji harcamaya başlar, kalp ve solunum sistemi daha hızlı çalışır. Vücut, kol ve bacaklardaki damarları büzüp bu bölgelere daha az kan gönderirken; beyin, kalp, karaciğer gibi organlara daha fazla kan gönderir. Vücut alacalı, mermerimsi bir görüntü alır, el- kol ve bacaklarda soğukluk olmasına rağmen gövdede yüksek sıcaklık görülür. Her ateş yükselmesinde paniklemek doğru değildir ancak 40 dereceyi geçen ateşte dikkat etmek gerekir. Ateşin Farklı Nedenleri Olabilir 3-5 gün süren kısa süreli ateşin nedenleri arasında üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları, mide- bağırsak sisteminde ishal ve kusma ile görülen enfeksiyonlar, özellikle kız çocuklarda görülen idrar yolu enfeksiyonları sayılabilir. Zatürre, menenjit eklem ve kas iltihapları da ateşin daha ağır nedenleridir. Yüksek ateşin nedeni, yapılan ilk tetkiklerle ortaya konamadıysa ve bu durum 7-15 günden uzun sürdüyse; tüberküloz, malta humması ve tifo gibi hastalıklar, eklem iltihapları, kalbin iç kısmındaki zarın iltihapları ve birtakım kanser tiplerine dair ihtimaller göz önünde bulundurulmalıdır. Bu Uyarıları Dikkate Alın! Hemen telaşa kapılıp panik yapmayın. Çocuğunuza panik halinde yanlış tedaviler uygulayabilirsiniz. Ateşli çocuğun üzerini örtmek tamamıyla yanlış bir uygulamadır. Çocuğun havale geçirmesine dahi sebep olabilir. Üzerini örtmek yerine odanın ısısını düşürmelisiniz. 38 -38,5 derece ateş normal olarak kabul edilmekte. Çocuğun ateşi 39 dereceyi buluyorsa, ateşe öksürük, kusma ve ishal de ekleniyorsa, hemen doktora başvurmalısınız. İçine aspirin ezilmiş soğuk ve sirkeli suya batırılmış bezlerle alnına, koltuk altlarına baskı uygulamayın. Tamamıyla yanlış olan bu geleneksel yöntem, çocukların ateşi vücudundan atmasını daha da zorlaştırıyor. 38,5- 39 derecelerde, ateş düşürücü fitiller kullanılabilir. Fark edilmeyen durumlarda ya da ani ateş yükselmelerinde çocuğa başını dışarda bırakacak şekilde ılık bir duş aldırmanız doğru olacaktır. Bunların hiçbiri ateşi düşürmezse, uzmana başvurmanız gerekmektedir.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Beyninizi Zinde Tutun

İngiliz The Times gazetesi, Oxford ve Harvard üniversitesi bilimadamlarının “beyni genç tutmak” üzerine yaptığı araştırmaları yayınladı. İşte zinde bir beyin için yapmanız gerekenler: Terleyin: Egzersiz, verimli çalışmak için bol oksijene ihtiyaç duyan beyin hücrelerinin gıdası gibidir. Böylece beynin öğrenme ve hatırlama becerisi güçlenir. Balık yiyin: Yüksek Omega-3 içeren sardalya ve ton gibi yağlı balıkları tüketmek zekayı attırır. Konsantrasyon ve okuma yeteneğini geliştirir. B vitamini ve protein açısından zengin besinler de seratonin içerdiği için beyindeki iletişim hızlanır. Lavanta koklayın: Lavanta kokusu işe konsantrasyonu artırır. Özellikle öğle aralarında, çalışmaya başlamadan önce lavanta koklayın. Mola verin: Uzun ve aralıksız çalışma saatleri ters etki yaparak beynin verimini düşürür. Araştırmalar her 40 dakikalık çalışmadan sonra 20 dakikalık ara vermenin, sonraki 40 dakikaya hazırlanmak için gerekli olduğunu savunuyor. İyi bir uyku çekin: Gece 7-8 saatlik uyku beyin performansını en üste taşır. Ayrıca gün ortasında 30 dakikalık bir kestirme beynin şarj olmasını sağlar. Sakız çiğneyin: Sakız çiğneme beyne giden kanı yüzde 20 artırıyor. Böylece hafızayı kuvvetlendirip, stresi azaltıyor. Su için: Yüzde 80’i su içeren beynimiz su içmediğimizde küçülüyor. Bu sebepten susadıkça su içmek gerekiyor. Kırmızıya bakmayın: Kırmızı görmek özellikle sınavda başarıyı düşürüyor ve öğrencide motivasyon düşüklüğü yaratıyor. Sıcak çikolata için: Yatmadan önce içilecek bir bardak sıcak çikolata zekayı arırıyor. Kakao özellikle yaşlıların zihnini açıyor. Rock dinleyin: Araştırmalar rock müziğin de, klasik müzik kadar öğrenmeyi ve konsantrasyonu artırdığını gösterdi. Rahatlayın: Rahat bir yere oturup gözlerinizi kapayın ve ayaklarınızdan boynunuza kadar tek tek kaslarınızın gevşediğini hissedin. Gerginliği atmak, sınavdaki başarınızı yükseltecektir. Yetenek geliştirin: 6 yaş grubu üzerinde yapılan araştırmalara göre müzik ve resim gibi konularda eğitim gören çocukların IQ’ları daha yüksek oluyor. Sınırlı teknoloji: SMS ve e-mail’i fazla kullanmak ve çok televizyon seyretmek zeka seviyesini düşürüyor. Beyin jimnastiği yapın: Akıl oyunları oynayarak, bulmaca ve zeka testleri çözerek beyninizi zinde tutabilirsiniz. Alkol almayın: Alkol beyin hücrelerini öldürerek, öğrenme ve hafıza bölgesine zarar verir.

21 Kasım 2013 Perşembe

Süper Anne Sendromu

Günümüz kadınlarının pek çoğu hem çalışıyor, hem ev işleri ile ilgileniyor, çocuğuna bakıyor bir yandan da fit ve sağlıklı görünmeye çalışıyor. Günlük hayatın koşuşturması içinde, iş ve sosyal yaşantısının tüm zorlukları arasında mekik dokuyan kadın pek çok fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkla baş etmek sorunda kalabiliyor. “Süper anne” ya da “zorlanmış anne sendromu” olarak tanımlanan bu rahatsızlık modern çağın kadını için en büyük tehlikelerin başında geliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Uz. Dr. Leyla Benkurt Alkaş, süper anne sendromu hakkında bilgi verdi ve önerilerde bulundu. Halsizlik, konsatrasyon güçlüğü, cinsel istekte azalma ve beraberinde gelen pek çok hastalık… 30 yaş üstü, çocuk sahibi olup da kariyerini erkek meslektaşları kadar yoğun yaşayan kadınlarda yeni yeni tanımlanmaya başlanan bir grup belirti kümesi mevcut. “Süper anne sendromu” olarak adlandırsa da aslında “zorlanmış anne sendromu” da denebilir. Tıbbi olarak farklı hastalık belirtileriyle ortaya çıkan bu durum, iş verimini düşürdüğü gibi sağlık masraflarını da ciddi boyutta artırmaktadır. 2-3 aydan daha uzun süren baş ağrıları, kaslarda-eklemlerde ağrılar, kramplar, bağırsaklarda şişkinlik, hazımsızlık, uykusuzluk, sürekli yorgunluk, halsizlik, kırıklık, cinsel istekte azalma, çarpıntılar, konsantrasyon zorlukları gibi belirtiler ortaya çıkınca ister istemez doktor olarak bir sürü hastalık akla geliyor. En basitinden en ağırına; kansızlıktan, romatizmaya, kanserden, migrene tüm vücut sistemlerini muayene etmek gerekiyor. Alınan onca kan tahlilleri, çekilen MR’lar, EKG’ler, kaslar için EMG’ler sonrası net bir hastalık tanısı koymak kolay olmuyor. “Kronik yorgunluk sendromu, tükenmişlik sendromu, fibromiyalji, psiko-somatik hastalık, anksiyete bozukluğu…” tarzında tanılar yazılıyor. Zorlanmış kadın”larda görülen belirtiler: 1-Halsizlik, dermansızlık, işlere başlamada güçlük 2- Günlük işleri yapmayı zorlaştıracak ve yatak istirahati ile geçmeyen yorgunluk, bıkkınlık, tükenmişlik hali 3- Baş ağrıları, unutkanlık, kafada ağırlık hissi, sürekli yapacaklarını düşünme ,düşünce kargaşası, uykusuzluk, dinlendirici uyku uyumama 4-Depresyon, sürekli gergin endişeli olma, panik ataklar, cinsel isteksizlik 5- Mide-bağırsak rahatsızlıkları, sindirim anormallikleri, şişkinlik 6- Eklem ağrıları, romatizma, artrit, artroz, kas ağrıları, belde-boyunda ağrı ve kas sertleşmeleri, kramplar 7-) Grip benzeri rahatsızlıklar, hafif ateş-üşüme, boğazda ağrı Eğitimli, çalışkan, titiz, mükemmeliyetçi ve hırslı annelerde bu durum daha sık ortaya çıkıyor Burada modern şehir hayatının, çalışan kadınların yaşam koşullarının, toplumsal rol ve sorumlulukların, çocuk bakımında annenin yerinin, iş dünyasındaki rekabet kriterlerinin, akraba ilişkilerindeki beklentilerin gözden geçirilmesi önemlidir. Kadının eğitim süresinin uzaması, ekonomik gelirinin artması çok olumlu bir süreçmiş gibi görünse de aslında kadını kıskıvrak yakalayıp ezmektedir. Çünkü kadının toplum ve aile içindeki rolü değişmemiştir. Kadın eğitimine verdiği zaman ve emek nedeniyle kariyerinde yükselmek ve en iyisi olmayı yaşam hedefi olarak seçer. Evlilik ve çocuklu olmanın buna engel olmaması gerektiğini düşünür. “çocukta yaparım kariyer de…” şarkısı eşliğinde erkek meslektaşları ile omuz omuza çalışıp, gerektiğinde rekabet eder. Kadına büyük sorumluluklar yükleniyor ve kadın da bunu görev ediniyor Bununla birlikte kendi anne-babası, kocası, kocasının sülalesi, komşular, hatta kendi durumundaki diğer kadınlar kendisinden klasik kadın rolleri ister. Evinin düzeni, temizliği, yemeği, alışverişi kocasıyla ortak yarılsa da sorumluluk ve hesap verecek kişi kadın olur. İyi bir eş olarak, kocasını dinlemek, önceliği ona vermek, dış ilişkilerde arka planda durmak, alttan almak hep kadının görevidir. Eşine, kayınvalidesi kadar güzel yapmak, aileye sofralar donatmak, evlenene, hastaya tüm sosyal olaylarda hediye alıp, kutlamak, hatır sormak onun görevidir. Çocuklar da bu durumdan olumsuz etkileniyor Bu “hiçbir şeyden kusur kalmayalım” koşturmacası içinde, çocuklarda da gevşeyememe, sürekli bir yetişkine ihtiyaç duyma, sürekli canı sıkılma, kendini oyalayamama durumları görünüyor. Sık sık hastalanan, başı –karnı-bacakları ağrıyan, mızıl mızıl şikayetçi çocuk sayısı artıyor. Çocuklar büyürken kendilerine zaman ayıran ama saçını süpürge etmeyen anneye, geniş zamanlara, geniş mekanlara ihtiyaç duyarlar. Hızla yapmaları istendikçe, yetişmek zorunda kaldıkça, kendisi istemeden imkanlar önüne sunuldukça; minnet etmeyen, kendi işini görmek istemeyen, doyumsuz, memnuniyetsiz, meraksız, amaçsız çocuklar yetişmektedir. Örneğin kendi giysisini giyme, yeni bir şeye özenme, ona ulaşmak için bekleme, emek ve uğraş içine girme, kendisine sunulan imkan ve nimetlerin kıymetini bilme, bunun için minnet duyma, kendi uğraştığı için merak etme, bağlanma, sahiplenme, kendinin yönettiği, doldurduğu zaman dilimlerini bu amaçlar için doldurma yeteneği kazanmak asıl özgürlüktür. Ama anneler kendileri bunu sağlayamazken çocuklarına öğretmeleri mümkün olmamaktadır. Hayatı yavaşlatın ve tadını çıkarın Hayatı, yalınlaştırmak, sadeleştirip asıl işin özüne varmak çok önemli. Hayatı dolu dolu mükemmel yaşama adına o kadar çok uyaran ve renkler, baştan çıkarıcı öğütler var ki…. Bazen hayat bir sürü lezzetli ve değişik yemeğin, tatlının, içeceğin, meyvenin olduğu açık büfe gibi geliyor. Her iyi ve güzel görüneni dener, hepsini tatmaya çalışırsanız hazımsızlık, bulantı, yorgunluk, kilo alma, vücudunuzu aşırı zorlama, tatilinizi kötü geçirdiğiniz için kendinizi suçlama sonuçlarından başka bir şey yaşayamazsınız. Mutlaka uzman yardımı alın Tanıyı doğru koyup, tedaviden başarılı sonuç alınabilmesi için dahiliyeci, psikiyatrist, fizyoterapist, diyetisyen, nöroloji ve endokrinoloji uzmanı ortak çalışması gerekiyor.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Çocuklarda Dikkat Dağınıklığı ve Tedavisi

Dikkat Dağınıklığı Tedavisi Olan Bir Sorundur. Özellikle çocukların okulda, arkadaş ortamlarında dikkat sorunu yaşamaları, hem ders başarısını hem sosyal ilişkilerini olumsuz etkilemektedir. Dikkat Dağınıklığı Tedavisi için yapmanız gerekenler ve birkaç özel tavsiye makalemizde bulabilirsiniz. "Ayşe çalışma masasında oturmuyor. Söylediklerimi hep eksik anlayıp cevap vermekte gecikiyor. Derse çalışmaya başladıktan 5 dakika sonra nereye çalışacağını, nerede kaldığını hatırlamıyor. Ödevini bitirmesi saatler sürüyor. Ders esnasında her şey dikkatini dağıtabiliyor. Oynadığı bir oyundan hiçbir zaman tam anlamıyla hoşnut kalmıyor. Okurken sıkça hatalar yapıyor. Okuldan eve hep eşyalarını kaybetmiş olarak geliyor..." İyi ama gayet sağlıklı görünen Ayşe'nin sorunu ne olabilir? Bu şikâyetler dikkat dağınıklığı tedavisi düşündürüyor. Dikkat; duygularla düşünceyi bir nokta üzerinde toplama, uyanıklık hali olarak tanımlanmaktadır ve öğrenmenin en önemli unsurlarındandır. Eğitimde dikkat, algılama ve anlamlandırma sürecidir. Bu süreçte yaşanan problemler dikkatsizlik olarak adlandırılır. Çocukların okulda, arkadaş ortamlarında dikkat sorunu yaşamaları, hem ders başarısını hem sosyal ilişkilerini olumsuz etkiler. Başarısızlıkları düşük benlik algısı geliştirmelerine neden olur. Her zaman başarısız olacakları, beceremeyecekleri inancıyla işlerine başlayınca bu düşünce kısır döngü olarak onları başarısızlığa sevk eder. Yetersizlik duyguları, ilişkilerindeki bozukluk içlerinde büyük üzüntüye sebep olur ve öfke duygularını uyandırır. Bu öfkelerini ya içlerine atarak kendilerine zarar verme yolunu seçerler ya da herkesi rahatsız ede*cek biçimde, saldırganlıkla çevreye yöneltirler. Dikkatsizlik özel adıyla 'dikkat dağınıklığı' bebeklikten başlayabilen ve erişkinlikte de görülebilen bir sorundur. Dikkat dağınıklığı, çocuğun zekâ puanıyla yani üstün zekâlı veya normal zekâlı olup olmadığıyla doğrudan ilişkili değildir. Zekâsı normal ya da üstün olduğu halde, dikkati dağınık olduğu için kendini derse veremeyen birçok çocuk ve genç başarısız olabilmektedir. Dikkat dağınıklığının okul öncesi, okul çağı ve ergenlik dönemindeki belirtileri genel hatlarıyla aşağıdaki gibidir. Ancak bu özelliklerin bulunduğu her çocukta dikkat dağınıklığı olduğu düşünülmemelidir. Saydığımız noktaların ne sıklıkta ve hangi alanlarda yaşandığı da çok önemlidir. Sık sık bir oyundan diğerine geçerler. Belirli bir şeyle çok kısa süre ilgilenebilirler. Sakardırlar, sık sık yaralanabilirler. Faaliyetleri sürdüremez, yarım bırakırlar. Dersi dikkatle dinleyemezler, etrafı ile daha çok ilgilenirler. Ev ödevlerini almayı unuturlar ya da eksik alırlar. Eşyalarını tam olarak getirmezler, kaybederler. Dağınıklıkları vardır, defter vb. gereçlerinin düzenleri bozuktur. Gelişim düzeyi içinde geç olgunlaşırlar. Öğretmenlerle ilişkilerinde sorunlar yaşarlar. Karşılık veren, saygısız, ilgisiz bir öğrenci olabilirler. Zekâlarına uygun hayat başarısı gösteremezler. Algıladıklarını örgütlemede, organize etmede mesela okuduklarını anlamlandırmada güçlük çekerler. ("p, b, d" harflerini çoğu kez karıştırırlar.) İyi arkadaş ilişkileri kurmada zorlanırlar. Kaynak:Başaran Yayınları

18 Kasım 2013 Pazartesi

Çocuklarda Gizli Şeker

Çocuklarda gizli şeker hastalığının görülme riski düşük olmasına rağmen olabilecek bir durumdur. Özellikle büyüme çağındaki çocuklarda beslenmelerindeki düzensizliklerden kaynaklanarak gizli şeker hastalığı görülebilir. Çocuklarda gizli şeker hastalığının belirtileri yok denecek kadar azdır. Çünkü ona gizli şeker hastalığı denmesinin sebebi; belirti göstermeden ilerleyen ve her yaşta insanın sağlığını ciddi şekilde tehlikeye atan çok ciddi ve sinsi bir hastalık olmasıdır. Bazı durumlarda gizli şeker hastalığı şeker hastalığı gibi belirtiler gösterebilir. Tabi bu belirtiler artık hasta olan kişinin sağlığının git gide bozulduğuna da işarettir. Bu belirtilerin başında baş ağrısı ve ellerde titreme gelmektedir. Çocuklarda gizli şeker hastalığının en önemli belirtilerinden bir tanesi de görmedeki bulanıklık ve çift görme durumlarıdır. Ani ve şiddetli şekilde düşen kan şekeri, buna bağlı olarak bayılmalar, baş dönmeleri, soluk tenli bir görünüm ve şekerli gıdalara olan aşırı istek yine çocuklarda gizli şeker belirtileri olarak gösterilebilir. Ellerde tireme, kalp çarpıntıları, uykusuzluk problemleri, bulantı, kas ağrıları, el ve ayaklarda kontrolsüzlük ve sürekli sinirli olmak hem şeker hastalığının hem de şeker hastalığının bir çeşidi olan gizli şekerin çocuklarda oluşturduğu belirtiler arasında yer almaktadır. Çocuklarda gizli şeker hastalığının anlaşılabilmesi için, uzman bir doktordan yardım almak koşulu ile gerekli tetkik ve araştırmaların yapılması gereklidir. Bu bağlamda; çocuğunuzda yukarıdaki belirtileri gözlemliyor iseniz mutlaka bir doktora başvurmanızı tavsiye ederiz.

16 Kasım 2013 Cumartesi

Organik Süt mü İçmeliyiz?

Geleneksel olarak kalsiyum deposu olarak kabul edilen süt aynı zamanda A vitamini, D vitamini, B1 vitamini, B2 vitamini, B3 vitamini, B9 vitamini, B6 ve B12 vitaminleri içermektedir. Süt genel olarak kemikleri güçlendirmek ve kemik gelişimine yardımcı olması için tüketilse de bunun dışında antioksidan etkisi, sindirime yardımcı olması, gut hastalığı riskini düşürmesi gibi diğer faydaları da bulunmaktadır. Ancak süt tüketimi için uzmanların önerisi az yağlı ve %100 organik sütlerin tercih edilmesi yönünde. İneğin yetiştirilme ve sütün işlenme şekli faydaları üzerinde önemli bir role sahip ve son yıllarda organik olmayan sütlerin faydadan çok zarar getirdiği yönünde bazı araştırmalar bulunuyor. Kalsiyum bakımından zengin süt (100 gram süt günlük kalsiyum ihtiyacının %11′ini karşılar) aynı zamanda magnezyum, fosfor, potasyum, sodyum, çinko, bakır ve selenyum mineralleri açısından iyi bir kaynaktır. Neden Organik Süt? Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar sütün homojenize ve pastörize edilmesi aşamasında kullanılan tekniklerin sütün kalitesini düşürdüğü bazı hastalıklara yakalanma ihtimalini arttırdığı yönünde sonuçlara sahiptir. Amerikan Kanser Derneği’ne göre, daha çok süt elde edebilmek için ineklere verilen antibiyotikler insanlarda antibiyotiklere dirençli hastalıkların görülme riskini yükseltmektedir. Yine Amerikan Kanser Derneği’ne göre, endüstriyel süt üretiminde yaygın olarak kullanılan ve ineklerin daha hızlı büyümesini, daha çok süt süt vermesini sağlayan “rekombinant sığır büyüme hormonu” (Recombinant bovine growth hormone ya da rBGH) bazı kanser türlerinin görülme olasılığını arttırmaktadır. Organik Sütün Faydaları Günümüzde, süt hakkında kabul görmüş araştırmaların büyük çoğunluğu “endüstriyel hayvancılıkla” yetiştirilmiş, yani antibiyotik, büyüme hormonu, besin takviyeleri ve diğer kimyasalların kullanıldığı yöntemlerle yetiştirilen ineklerden elde edilen sütler üzerinde yapılmıştır. Dolayısıyla %100 doğal yöntemlerle elde edilen sütün faydaları ve zararları konusunda henüz yeterli miktarda araştırma bulunmamaktadır. Aşağıda %100 organik süt ile yapılan bazı bilimsel araştırma sonuçlarına yer vermeye çalıştım. Ancak organik sütün faydaları konusunda kesin bir görüş elde edilmesi için daha çok çalışma yapılması gerekmektedir. Sütte bulunan “konjuge linoleik asit” bağışıklık sistemini güçlendirir, kemik yoğunluğunu geliştirir, kan şekeri dengesini sağlar ve vücutta yağ birikmesini önleyerek kalp krizi riskini azaltır. %100 organik sütte bulunan izoflavon formononetin, biochanin A ve prunetin gibi antioksidanlar serbest radikallerin olumsuz etkilerine karşı koruma sağlar. Günde 1 bardak organik süt içmenin erkek ve kadınlarda gut hastalığının görülme olasılığını düşürdüğü yönünde bazı araştırmalar bulunmakla birlikte bu alanda daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

15 Kasım 2013 Cuma

Kalsiyum İçeren Besinler

Hepimiz güçlü kemikler ve dişler için, yaşımıza göre belirli oranlarda kalsiyum almamız gerektiğini biliyoruz. Kalsiyumun sadece çocukluk döneminde tüketilmesi gerektiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, çünkü kalsiyum yetişkinlerde; kalp, kas ve sinirlerin normal olarak çalışması, tansiyonun düşürülmesi ve kolon kanseri riskini azaltmak için önemli mineraller arasında yer almaktadır. Kalsiyum eksikliği; çocuklarda büyüme sorunlarına, yetişkinlerde ise, kemik yoğunluğunun azalmasına ve kemik dokusunun içinde anormal derecede boşlukların oluşumuna (osteoporoz) neden olabilir. Yüksek miktarda kalsiyum içerdiği bilinen süt ve süt ürünleri dışında pek çok besinden günlük olarak ihtiyaç duyduğunuz kalsiyumu alabilirsiniz. Günlük Olarak Alınması Önerilen Kalsiyum Miktarı 1-3 yaş arası: 700 mg 4-8 yaş arası: 1000 mg 9-13 yaş arası: 1300 mg 14-18 yaş arası: 1300 mg 19-50 yaş arası: 1000 mg 51-70 yaş arası: 1000 mg (erkek), 1200 mg (kadın) 71 yaş üstü: 1200 mg Kalsiyum Bakımından Zengin Besinler Aşağıdaki listede yer alan besinler yüksek oranda kalsiyum içermektedir ancak bu liste kalsiyum bakımından zengin gıdaların tam listesi değildir. Listede yer alan bazı besinlerin sık tüketilmesi, kişinin sağlık koşullarına (yüksek kolesterol, kalp hastalıkları, böbrek taşı ve böbrek hastalıkları…) göre uygun olmayabilir. Yüksek kalsiyum içeren, size uygun beslenme programı için bir uzmana danışmanızı öneririz. Bitkiler ve Baharatlar: Çoğumuz yeterli miktarda kalsiyum almak için süt içmemiz gerektiğini düşünürüz ancak işin aslı öyle değil. Bazı bitkiler ve baharatlar en az süt kadar kalsiyum içermektedir. Örneğin, 1 adet sap kereviz günlük kalsiyum ihtiyacının %3′ünü karşılar. 1 yemek kaşığı kekik günlük ihtiyacın %8′ini, 100 gram taze dereotu %21′ini, 1 yemek kaşığı kurutulmuş mercanköşk %3′ünü, 1 yemek kaşığı kurutulmuş biberiye ise günlük kalsiyum ihtiyacının %4′ünü karşılar. Bu baharatlar ve bitkileri kullanarak hazırladığınız yemekler ve çaylar kalsiyum eksikliği riskini önemli ölçüde azaltacaktır. Peynirler: 100 gram beyaz peynir, günlük kalsiyum ihtiyacının yarısını karşılamak için yeterlidir. B12 vitamini, fosfor ve protein bakımından da zengin olan beyaz peynir aynı zamanda yüksek miktarda sodyum ve doymuş yağ içerdiğinden özellikle yüksek kolesterol, damar tıkanıklığı ve kalp rahatsızlığı bulunanlar tarafından dikkatli tüketilmelidir. Diğer peynirlere gelince; parmesan peyniri en fazla kalsiyum içeren peynirdir ve 1 yemek kaşığı parmesan günlük kalsiyum ihtiyacının %6′sını karşılar. Ayrıca çedar, mozerella, kaşar peynirleri kalsiyum bakımından zengindir. Susam: Kavrulmuş veya kurutulmuş susamın 100 gramı, günlük alınması gereken kalsiyum tamamına yakınını, 1 çorba kaşığı susam ise %9′unu karşılar. Ancak susam, enerji bakımından da zengin olduğundan (100 gramında 573 kalori) kilo vermeye çalışanlar dikkatli ve az miktarda tüketmelidir. Tofu: Bizim mutfağımızda çok kullanılmasa da özellikle Asya mutfağında oldukça popüler olan tofunun 100 gramında 372 mg kalsiyum (günlük önerilen miktarın %37′si) bulunmaktadır. Tofu eğer kalsiyum sülfat ile üretildiyse bu değerin 2-3 katı kadar kalsiyum içerebilir. Badem: Kavrulmuş 100 gram madem 266 mg (günlük önerilen miktarın %27′si) kalsiyum içerir. Aynı zamanda E vitamini, magnezyum ve manganez mineralleri bakımından da zengin olan bademin 100 gramı 597 kaloridir. Yağsız kavrulmuş ve tuz eklenmemiş badem sağlığınız için daha faydalıdır. Keten Tohumu: Uzmanların daha çok sağlıklı yağ asitleri (omega-3) için önerdiği keten tohumu, kalsiyum bakımından da zengindir. 1 yemek kaşığı keten tohumundan 36 mg (günlük önerilen miktarın %3′ü) kalsiyum vardır. Ancak rafine edilmiş keten tohumu yağı kalsiyum içermez. Keten tohumundan kalsiyum alabilmek için öğütülmüş veya işlenmemiş olanlardan tüketmelisiniz. Süt, Yoğurt ve Diğer Süt Ürünleri: Az yağlı süt ve süt ürünleri tam yağlı olanlara göre bir miktar daha fazla kalsiyum içerir. Az yağlı yoğurt, peynir çeşitleri dışında kalan süt ürünleri arasında en yüksek kalsiyum (100 gramında 415 mg) değerine sahiptir. 100 gram yağsız süt ise günlük kalsiyum ihtiyacının yaklaşık %31′ini karşılar. Yeşil Yapraklı Sebzeler: Çiğ olarak tüketilen yeşil yapraklı sebzeler çok iyi birer kalsiyum kaynağıdır. Şalgam, bu sebzeler arasında 100 gramda 190 mg (günlük önerilen kalsiyumun %19′u) kalsiyum ile ilk sırada gelmektedir. 100 gram karahindiba günlük kalsiyum ihtiyacının %10′unu ve kale %9′unu karşılar.

14 Kasım 2013 Perşembe

Anne Depresyondaysa Çocuk Hiperaktif Olabilir

Hiperaktivite sorunu bulunan çocuklar, aşırı hareketlilik ve dikkat eksikliği nedeniyle, zekaları normal olmasına rağmen, okulda düşük başarı elde ediyor. Üstelik bu nedenlerle kendilerini ciddi kazalardan korumadıkları için ciddi hayati tehlikelerle karşı karşıya kalıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Arzu Önal, 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre, hiperaktif çocukların annelerinin sıklıkla depresyon, kas-iskelet ağrıları ve kaygı bozuklukları gibi hastalıkları daha çok geçirdiklerinin saptandığını belirtiyor. Başka bir araştırmada ise annede bulunan depresyon, kaygı ve duygusal problemler ile “Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu” (DEHB) arasında ilişki olduğu bulunmuş. Ayrıca çocuğuna ilaç kullanmak istemeyen annelerin çocuk ruh sağlığı uzmanlarına 13 kat daha fazla başvurdukları saptanmış. DEHB’li annelerin %1.2’ sinde en az bir ruh sağlığı problemi olduğu savunulmaktadır. 2020 yılında kadınlarda depresyon oranı dünyayı sarsacak kadar yükseleceğinden annelerin kendilerine dikkat etmesi gerekiyor. İNTERNETTEKİ BİLGİLERİ DEĞİL DOKTORUNUZU DİNLEYİN Erken çocukluk yaşlarında fark edilen bu durumun tedavi edilebileceğini belirten Arzu Önal Gökalp, şöyle konuştu: Anne- baba, öğretmen ve diğer kaynaklardan alınan bilgiler doğrultusunda tanı netleştikten sonra DEHB’ li çocuğun anne-babasının, çocuğun evdeki sıkıntıları ile ilgili olarak neler yapabilecekleri konusunda bilgilendirilmelidir. Bu durumun bir rahatsızlık olduğu ve nedenleri ile ilgili konuşularak bilgi sahibi olmaları hedeflenir. Evde ve okulda yapılabilecekler aktarıldıktan sonra ilaç tedavisi verilip verilmeyeceğinin kararı verilir. Zekâsında problem olmamasına rağmen okul başarısı düşük olan veya aşırı hareketlilik nedeniyle sık sık yaralanan hatta ciddi hayati tehlikeler geçiren çocuklarda ilaç tedavisi ilk seçenektir. İlaçlarla ilgili ailelerin yaşadıkları korkular nedeniyle verilme sebebi aileye ayrıntılı olarak açıklanmalıdır. Bütün diğer ilaçlar gibi DEHB için kullandığımız ilaçların da yan etkileri bulunmaktadır. Birçok yan etkisi geri dönüşümlü ve doz ayarlanması ile kontrol edilebilir düzeydedir. Yan etki açısından riskli olan çocuklarda ( örneğin ailesinde bazı rahatsızlıklar bulunan çocuklarda) ilaç başlamadan önce yapılan bazı tetkiklerle oluşabilecek ciddi problemler büyük oranda ortadan kaldırılabilmektedir. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu sorununa karşı ilaç kullanılıp kullanılmaması konusunda internet sitelerinde birçok yazılar yayınlanıyor. Aileler özellikle internette kaynağı belli olmayan birçok siteden doğru-yanlış bilgiler elde edebiliyor. Bu konuda doktora güvenmek daha doğrudur. HANGİ ÇOCUKLARDA İLAÇ YÜZDE 100 ŞARTTIR? Bozukluğu dikkat ve hareketlilik olarak ayrı ayrı incelersek; eğer bir çocuk kendini koruyabilecek kadar dikkat gösteremiyor ve bu nedenle başına ciddi kazalar geliyorsa veya ders başarısı akademik başarısı ile orantılı değilse ilaç tedavisi önem kazanıyor. Hareketlilik nedeniyle yerinde duramıyor, sonunu düşünmeden kendini rahatlıkla tehlikeye atıyor, defalarca ucuz atlatılan kazalar geçiriyorsa burada ilaç gerekliliğin ötesinde hayati bir önem söz konusudur. İlaç kullanılmaması halinde önemli davranış problemleri de görülebilir. GENETİĞİN ROLÜ DENEYLERDE GÖSTERİLDİ DEHB’ nin tamamını ya da bir kısmını tanımlayan bir sebep bulunamamıştır. Fakat biyolojik ve çevresel etmenlerin rolünün altı daima çizilmiştir. Son yıllarda DEHB nin nedenlerine karşı olan merak artmıştır. DEHB kuşkusuz ailesel bir bozukluktur ve genetik bir tarafı vardır. Hayvan deneyleri ile genetik rolü vurgulanmıştır. Beyinin özellikle prefrontal ve bazal ganglion olarak isimlendirilen bölgelerinde anormallikler saptanmıştır. Birçok çalışmada frontal lob denilen beyin alanında, özellikle prefrontal cortex bölgesinde kan akımı ya da glikoz (şeker) metabolizmasının fonksiyonunun azaldığı saptanmıştır. Beyinle ilgili görüntüleme çalışmaları günümüzde de devam etmektedir. İLAÇLARIN YAN ETKİLERİNİ KONTROL ETMEK MÜMKÜN DEHB tedavisinde kullanılan iki grup ilaç vardır. Psikostimulanlar ve antidepresanlar .Bu ilaçların düzenli olarak doktor kontrolünde kullanılması gerekmektedir. Yan etkileri yavaş doz titrasyonu ve yakın takiple kontrol altında tutmak mümkündür. Başlıca yan etkileri iştahsızlık, karın ağrısı, baş ağrısı, çarpıntı, bulantı, uykusuzluk, döküntülerdir. Birçok ilaç prospektüsünde yazılanlara benzerlik gösterir. En çok korkulan yan etki bağımlılıktır. Çocuklarda bağımlılık yapmadığı birçok araştırmada belirtilmiştir. Anne-baba eğitimi, akademik organizasyon eğitimi, bilişsel davranışçı yöntemler ile terapi ve sosyal beceri eğitimi de kullanılabilir. Fakat bu yöntemlerin tek başına başarı oranı düşüktür. İlaç ile birlikte kullanıldığında etkileri artmaktadır.

13 Kasım 2013 Çarşamba

Bir Çocuk Ne İster?

Birçok veli ve öğretmen görüşmesinde hep aynı şikayeti duyuyorum: “Çocuğumun motivasyonu düşük”. Bir çocuğun motivasyonu asla ve asla düşük değildir. Her çocuğun motivasyonu vardır ama bu öğrenme motivasyonu olmayabilir. Peki o zaman, bir çocuğun ne için motivasyonu vardır? Bu çocuktan çocuğa değişir. Ama bazıları çok belirgindir. Asi çocuklar Bu çocukların motivasyonu kendilerini kabul ettirmektir. Aile eğitimli ve başarılı ise aynı performansı çocuğundan bekler. Hatta çocuğuna bir eleman gibi davranır. İş dünyasının kurallarını aile hayatında uygulamaya çalışır. Çocuğunun başarısızlığını kendi başarısızlığı olarak kabul ettiği için çocuğu olduğu gibi kabul etmez ve sürekli yargılar. Baskı altında tutar. Çocuk da kendini kabul ettirmek için asi davranışlar gösterir. Evde güç savaşları vardır. Kaynak ailedir. Bu çocuklar bazen başarısız olarak ailesini cezalandırmak ister. Eğitimsiz ailelerde de asi çocuklar vardır. Bu tür aileler çocuğunun başarılı olup iyi bir hayat sürmesini istediği için baskı yapar. Başarıyı tek çıkış yolu olarak gördüğü için çocukların omzuna büyük bir yük yükler. Hayatları ego savaşlarıyla geçer. Başarıyı sevenler Bu çocukların motivasyonu sınavlardan yüksek not almaktır. Sıkı çalışlar ve okula bağlıdırlar. Bu da aile ve öğretmen tarafından takdir edilir. Ama aileler asıl kritik noktayı kaçırır. Bu çocuklar çok şey öğrenmez. Yorum yapamazlar. Eleştirel ve farklı bakış açısı getiremezler. Sistemi çözüp yüksek not almaya bakarlar. Ezber yaparlar. Dolayısıyla bu çocukların okul başarısı iyidir ama hayat başarısı düşüktür. Hayatları takdir görme üzerine kuruludur, fark yaratma üzerine değil. İdare edenler Bu tür çocukların motivasyonu durumu idare etmektir. Bu çocuklar sadece derslerden geçecek kadar çalışır. Fazlasını yapmaz. Gerek de duymaz. Aileleri endişelense de onlar her zaman rahattır. İşlerini son dakikada hallederler. Aileleri onları bir anlığına motive eder ama onların motivasyonu kısa zamanda kaybolur ve onlar durumu idare etmeye devam eder. ‘Hallediyoruz işte, endişeye gerek yok’ derler. Hayatları sorumluluktan kaçmak üzerine kuruludur. Var olma savaşı verenler Bu çocukların motivasyonu derste rezil olmamak ve özdeğerlerini korumaktır. Bu çocuklar derste sessizdir,konuşmazlar. Bilgileri azdır, derste konuşup rezil olmak istemezler ve risk almaktan kaçarlar. Ama bu eksikliği tenefüste telafi ederler. Tenefüste aktiftirler. Arkadaşları tarafından kabul görürler. Okul hayatındaki varlığını tenefüsteki davranışlarıyla sağlar. Hayatları ortamı gözlemleyerek ve kendilerini koruyarak geçer. Kontrol edilemeyenler Bu çocukların motivasyonu bulunduğu her ortamı oyun alanına çevirmektir. Bu çocukların ailelerinden dolayı oto-kontrolleri gelişmemiştir. Her an her şeyi yapabilir. Şiddete ve yaramazlığa çok musaittir. Sorun çıkartan çocuklar genelde bu türdür. Hayatları riskli davranışlar ile geçer. Ne yaptığını bilenler Bu tür çocuklar ne istediğini çok iyi bilir ama okulu bir engel olarak görür. İlgi alanları vardır ve ona çok zaman harcarlar. Okul dersleri gereksiz gelir. Örneğin, bir spor alanıyla ya da sanatla ilgilenir. Okul onları sıkar. En büyük hatayı da veliler bu tür çocuklardan sınav başarısı beklemekle yapar. Bütün bu sorunların ayrı ayrı çözümleri var ama hepsinin ortak bir çözümü var: Çocuğunuzun ne yapmadığına bakmayı bırakıp, ne yaptığına bakın. İşte o zaman çocuklarımızın önüne bambaşka bir dünyanın kapıları açılacaktır. Kaynak:Yazar ÖZGÜR BOLAT

12 Kasım 2013 Salı

Afacanlarda İdrar Yolu Enfeksiyonu

Bebeklerde idrar yolu iltihabının belirtileri genellikle sebepsiz yoğun ağlamalardır. Ateş her zaman görülmeyebilir. Beslenmenin reddedilmesi, kusma ve hafif ateş de idrar yolu iltihabını düşündürebilir. '''Bebeğiniz kendiliğinden uyanıyorsa''' Özellikle ilk 3 ayındaki bebeklerde şiddetli ağlamalar gaza bağlanarak atlanabilir. Bu nedenle eğer bir bebek düzenli olarak besleniyor, gazı çıkarılıyor ama uykusundan uyanacak kadar şiddetli ağlıyorsa, ateş olmasa bile idrar yolu iltihabı düşünülmelidir. Kendini ifade edebilen yaştaki çocuklarda ise genellikle idrar yaparken yanma, ağrıma hissi vardır. Bu çocuklar sık idrara giderler. İdrar yapmak isteyip yapamazlar. Bazen enfeksiyonun şiddetine bağlı olarak idrarda kan görülebilir. Bütün bunlar idrar yolu iltihabının varlığını düşündürür. '''Enfeksiyon tekrarlayabilir''' İdrar yolu enfeksiyonuna karın ağrısı eşlik eder. Bebeklerde gaz sancısıyla karıştırılır. Büyük çocuklarda halk arasında yanlış inanışla ayak üşüdü, midesi bozuldu, midesini üşüttü gibi basit nedenlerle birleştirilip ağrı kesiciler ve ateş düşürücüler verilerek geçiştirilebilir. İdrar yolu iltihabı tedavi edilmese de bir süre sonra bulguları geriler. Bu nedenle çok kolay tekrarlayan enfeksiyonları atlayabilirsiniz. Çocukta tekrarlayan karın ağrıları, sık idrara gitme, idrar yaparken yanma, sızlama şikayeti ve idrar kaçırma problemi varsa mutlaka idrar tahlili ve kültürünü hekiminizin gözetiminde yapıp kontrol etmek gerekir.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Beslenme Ve Başarı

Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hayrettin Mutlu beslenmenin okul başarısı üzerindeki etkileri hakkında bilgi verdi. Okul çağı çocukların beslenmesinde nelere dikkat edilmelidir? Kahvaltı çok önemli! Kahvaltı bir çocuğun okuldaki başarısını ve dikkatini etkileyen günün en önemli öğünü. Kahvaltı uzun bir gece açlığından sonra vücudun enerji almasını ve güne başlamasını sağlar. Ayrıca kahvaltı yapan bir çocuk okulda bulunduğu süre boyunca abur cubura yönelir. Bu yüzden çocukların kahvaltı yapmaları şarttır. Kahvaltıda muhakkak süt, peynir, yumurta gibi protein kaynakları, domates, havuç, salatalık gibi sebzeler ve ekmek olmalıdır. Çocuk fazla kilolu değilse pekmez, reçel veya bal tüketilebilir. Salam, sosis, sucuk gibi yağlı ve nitrit-nitrat içeriği yüksek olan besinlerin fazla tüketilmemesi önerilmektedir. Tenefüste meyve, süt Çocuğun tenefüslerde okul kantininden cips, çikolata, hazır meyve suları, kola gibi abur cuburları almasını önlemek için muhakkak yanına meyve, kuru meyve, süt, sebze çubukları veya evde yapılmış küçük kekler gibi alternatif besinler konulmalı ve ara öğün yeme alışkanlığı kazandırılmalıdır. Çocuğun beslenmesine büyük bir elma yerine, 2 çeşit küçük meyve konulması çok daha mantıklıdır. Çünkü çocuk büyük bir meyveyi tüketmekte zorlanabilir. Beslenme alışkanlığı kazandırılmalı Okulda yemek veriliyorsa okul menüleri takip edilmeli. Çocukla her gün okulda ne yediği konusunda konuşulmalı ve ona yemekler hakkında bilgi verilmelidir. Çocuğun hangi besinlere yöneldiği muhakkak takip edilmeli, doğru ve yanlış besinler anlatılmalı, kendi tercihlerini seçmesi sağlanmalıdır. Sevmediği bir besin grubu varsa seveceği formlarda, beğeneceği şekillerde sunma denenmelidir. Eve abur cubur alınmamalı Eve abur cubur besinler alınmamalıdır. Nasıl olsa çocuk dışarıda bir şekilde bu besinlerden tatmaktadır ve gerçekten canı isterse zaten bunu dile getirecektir. Beslenme alışkanlıkları bu yaşlarda şekillenmektedir. Bu yüzden yanlış beslenme alışkanlıklarının önlenmesi ve doğrularının pekiştirilmesi için ailenin ve öğretmenlerin beslenme konusunda bilinçli olması gerekmektedir.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Çocuklar İçin Ayakkabı Seçimi

Çocukların çoğunluğu ilk yaş günlerine yakın tarihlerde yürümeye başlarlar. Bununla beraber daha önce ve sonra yürüyenler azımsanamayacak kadar çoktur. Çocuklar yürümeye ilk başladıklarında anne-babaların ilk sorusu nasıl bir ayakkabı giydirilmelidir olmaktadır. Hızla büyüyen çocuklarda bu soru sık sık değişen her ayakkabı ile gündeme gelir. Bu sorularınıza yardımcı olabilmek için Amerikan Ayak ve Ayak bileği Ortopedisi Derneği’nin ve kişisel önerilerimizi sizlere aktarmaya çalışacağız. Burada şu soruları cevaplamaya çalışacağız; Ayakkabılar nasıl rahat olur? Ayakkabılar nasıl yapılmış olmalıdır? Çocukların yaşına göre ayakkabı seçimi nasıl olmalıdır? Ayakkabıların rahatlığı Öncelikle ayakkabıların uzunluğu, genişliği ve yüksekliğine dikkat edilmelidir. Uygun boyutta olmayan ayakkabılar tırnak batması, çekiç parmak, nasır gibi hastalıklara neden olabilir. Çocukların hızlı büyüme dönemlerinde her 3-4 ayda bir yeni ayakkabı ihtiyacı olabilir. 16 ay altında çocuklarda, ayak 2 ayda 2 numara büyüyebilir.16-24. aylarda ayaklar 3 ayda 2 numara büyürken, 24-36 aylık küçük çocuklarda 4 ayda 2 numara, 2 yaşından sonra 4-6 ayda 2 numara büyür. Çocukların %70 i D veya E genişliğinde ayakkabı giyerler. Erkek çocukların çoğu E genişlikte, kız çocukların çoğu D genişlikte ayakkabı giyerler. Hazır ayakkabıların çoğu yeterli genişliğe sahiptir. Yükseklik kontrol edilirken parmak üzerlerine bası olmaması parmakların rahat hareket etmesine dikkat edilmelidir. Ayakkabının başlangıçtan beri rahat olmalıdır.Eğer yeni ayakkabılarda rahatlık için biraz yumuşama yada eskime gerekiyorsa o ayakkabı çocuğunuz için değildir. Ayakkabı yapısı Ayakkabı yapısı denince 4 bölüm akla gelir. Üst parça, iç taban, dış taban ve topuk. Üst Parça Ayakkabının üst kısmı deri, kanvas veya delikli bir materyalden yapılmış olmalıdır. Bu malzeme hava geçiren, terleme ile ayakta oluşan nemi dışarı atabilen malzemeden yapılmış olması önemlidir. Plastik gibi yapay maddelerden kaçınılmalıdır. Taban içi Taban içinin ter emici bir maddeden yapılmış olduğundan emin olunmalıdır. İç kısmı destekli taban tercih edebilirsiniz. Aslında çocukların çoğu böyle bir desteğe ihtiyaç duymazlar. 18 ay altındaki bebeklerin hemen hepsi düz tabandır. Taban iç girintisi tam olarak 6-8 yaşlarında oluşur. Taban altı Taban malzemesi yeri sağlam tutan, kaymayan ve esnek bir malzemeden yapılmış olmalıdır. Sert ve yüksek tabanlar küçük çocuklarda sendelemelere ve düşmeye neden olabileceğinden kaçınılmalıdır. Topuk Bebeklerde ayakkabıda topuğa ihtiyaç yoktur. Düz taban yürümeye yeni başlayan bebeklerde yürüyüşü kolaylaştırır. Daha büyük çocuklarda 2 cm yi geçmeyen topuklar kullanılabilir. Daha yüksek topuklar ayağın öne doğru kayarak parmakların bükülmesine neden olur. Yaşa uygun ayakkabı Çocuklarda ayakkabı seçiminde ana faktör yaşa göre seçim yapmaktır. Yürüme öncesi ayakkabı Yeni doğanlar ve süt çocukları ayakkabıya ihtiyaç duymazlar. Onlara sıcak tutan patikler, çoraplar giydirebilirsiniz. Ayakkabılar ev dışında korunma için giydirilebilir. Özel bir nedenle sert bir destek önerilmemişse ayakkabılar bir bebek ayağına benzer biçimde yumuşak ve yuvarlak hatlı olmalıdır. Küçük çocuk ayakkabıları 9 ay-3 yaş arası çocukların ayakları fazlaca terlediğinden mutlaka nefes alan materyalden yapılmış ayakkabılar seçilmelidir. 9-10 aylık çocuklarda yüksek boğazlı ayakkabılar seçilmelidir. Bu tipler spor ve oxford tipi ayakkabılardan daha güvenlidir.Deri veya kanvas ayakkabılar küçük ve tombul ayaklarda daha az kayarlar. Ayakkabı tabanı avuç içiniz gibi yumuşak olmalıdır. Yumuşak taban ayağı iyi kavradığı, kaymadığı için yeni yürümeye başladığı dönemlerde düşmeyi engeller. Bu ayakkabıların hafif olması çocukların yürürken daha az enerji harcamalarını sağlar. Yürüme döneminden okul yaşına kadar çocuklarda rahatlık ön planda olmalıdır. Çocuğun aktivitelerinde uygun ayakkabılar giyilmesi sağlanmalıdır. Okul çağı çocuklarında ayakkabı Okul çağı çocuklarda ayakkabıların sağlığı kadar biçimide önemli olmaya başlar. Sandaletler, spor ayakkabılar, tırmanma ayakkabıları vb seçimler yapılabilir. Bu ayakkabıların esnek, iyi havalanan amaca uygun kullanılan ayakkabılar olmasına dikkat edilmelidir. Herşeye rağmen ayaklarda normal dışı her hangi bir bulgu görürseniz hemen bir doktora başvurunuz. Kaynak:İstanbul Ortopedi Gurubu

8 Kasım 2013 Cuma

Uyuyamayanlardan mısınız?

Memorial Hastanesi Uyku Bozuklukları Merkezi’nden Prof. Dr. Hakan Kaynak, “Uyku bozuklukları ve tedavisi” hakkında bilgi verdi. Çoğumuz hayatımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçirmekteyiz. Uyku süresi kişiden kişiye değişmekle birlikte bu süre 4- 11 saat arasında değiştiği bilinmektedir. Uyku süreleri genetik faktörlerin etkisi ile kişiden kişiye değişiklik gösterir. Doğuştan itibaren belirlenmiş olan bu süreyi belli limitler dışında değiştirmek mümkün olmamaktadır. Süreyi kısaltmak zorunda kaldığımızda “uyku yoksunluğu” sonucu görülen istenmeyen belirtilerle karşılaşmaktayız. İş hayatı, verimlilik ve trafik kazaları ile uyku ve uyku bozukluklarının ilişkilerinin ortaya konması uyku bozukluklarının ayrı bir disiplin olmasında önemli kaldırım taşlarını oluşturmuştur. Uykunuzu Test Edin! Haftada 2-3 gece uykuya dalmakta güçlük çekiyorum. Akşam saatlerinde veya yatağa girdiğimde bacaklarımda isimlendiremediğim bir huzursuzluk hissediyorum. Yatakta sürekli bacaklarımı hareket ettirmek zorunda kalıyorum. Yeterli süre uyumama rağmen gün içinde yorgun ve uykulu oluyorum. Gece içinde nefes alamama hissi ile uyanıyorum. Horlamamın yan odalardan duyulacak kadar şiddetli olduğu söyleniyor. Uykuda nefesimin durduğu söyleniyor. Gece içinde en az bir kez tuvalete gitmek zorunda kalıyorum. Geceleri baş, boyun veya göğsümde terleme oluyor. Sabah yorgun ve baş ağrısı ile uyanıyorum. Toplantılarda, okurken veya TV seyrederken uyuyakalabiliyorum. Uykululuk nedeniyle eskisi kadar uzun süre araba kullanamıyorum. Çok sık rüya görüyorum. Geceleri uykudan bağırarak ve korku ile uyandığım ve saldırgan hareketlerim olduğu söyleniyor. Yukarıdaki sorulardan üç veya daha fazlasına evet cevabı veriyorsanız, bir uyku hastalığınız olabilir. Uyku hastalıkları günlük aktivitenizi ve sosyal yaşantınızı bozmasının yanı sıra; çok daha ciddi sağlık sorunlarına sebep olabilir. Uyku Bozuklukları İçin Profesyonel Yardım Şart Genel anlamda “uykunun kendisine ait bozukluklar”, “uykuda ortaya çıkıp uyanıklık fonksiyonlarının bozulmasına sebep olan hastalıklar” ve “uyanıklıkta ortaya çıkıp uykuyu etkileyen hastalıklar” bu bilim dalı içinde incelenir. Uyku tıbbı, geniş bir hastalık yelpazesine sahip olması nedeniyle nöroloji, göğüs hastalıkları, psikiyatri, KBB, iç hastalıkları (kardiyoloji, gastroenteroloji, endokrinoloji, geriatri) ve pediatri başta olmak üzere diğer bilim dalları ile birlikte multidisipliner bir yaklaşımı gerektirir. Yukarıda belirttilen ciddi sonuçları nedeniyle, sürekli ve şiddetli horlaması olanlar, eğer eşleri solunum durması fark ediyorsa veya kendileri uykudan yorgun ve baş ağrısı ile uyanıyorlarsa, gündüz kendilerini uykulu hissediyorlarsa mutlaka hekime başvurmalı ve en az bir gece uyku laboratuvarında incelenmelidir.

7 Kasım 2013 Perşembe

Gerçekten Biri Sizi mi Anıyor?

Çınlama (Tinnitus), dışarıdan sesli bir uyaran olmadığı halde bir ses varmış gibi kulakta ya da kafa içinde ses algılanmasıdır. Toplumda genel görülme sıklığı %15’dir. Yaş ilerledikçe görülme sıklığı artar. 50-80 yaş aralığında bu oran %30-40’lara kadar yükselir. Kulak çınlaması, bir hastalık değil pek çok hastalıkta oluşabilen bir şikâyettir. Sürekli veya aralıklı olabilir, ton ve şiddet açısından da değişkenlik gösterebilir. Bazen uğultu bazen de ıslık gibidir. Çok hafif olabildiği gibi çok rahatsız edici de olabilir. Kulak Çınlamasının Nedenleri Kulak kiri, kulak kanalında yabancı cisim, tümörler, dış kulak yolunun tıkanması, orta kulak iltihapları, alerji, geniz eti büyümesi, yaşlılığa bağlı işitme kayıpları, ani yüksek sese maruz kalma, uzun süre gürültülü ortamda çalışma gibi etkenler kulak çınlamalarına yol açabilmektedir. Bunlardan başka kafa travması, menenjit gibi nörolojik hastalıklar ve depresyon gibi bazı psikolojik rahatsızlıklar da kulak çınlamasına neden olabilir. Çınlaması Olan Hastaların Değerlendirilmesi Hastalara detaylı endoskopik ve mikroskobik KBB muayenesi, nörolojik muayene, genel tıbbi muayene yapılmalıdır. Bu tür hastaların değerlendirilmesi ve muayenesinde öncelikle aşağıdaki üç konu üzerinde özellikle durulmalıdır. •Tümör gibi önemli, ilerleyici bir hastalığın varlığı •Çınlamanın türü ve özelliklerinin belirlenmesi •İç kulak fonksiyonlarındaki bozuklukların saptanması Tedavi Seçenekleri Çınlama şikâyeti olan hastaların tedavisini yaparken bunun bir hastalık değil bir belirti olduğu unutulmamalıdır. Kulak çınlaması olan hastalara uygulanabilecek tedavi yöntemleri: •Kan akımını artıran ilaç ve doğal besin destek ürünlerini de içeren ilaç tedavileri, •Laser, Elektromanyetik Uyarım, Elektroterapi, •Maskeleme, Tinnitus Retraining Therapi, •Akupunktur, Hipnoterapi, •Hiperbarik Oksijen, •Ameliyatlar, Kulak Çınlaması Olanlara Genel Öneriler •Yüksek sesli müziğe, gürültüye maruz kalınmamalıdır. •Kan basıncı kontrol edilmeli, tuz alımı kısıtlanmalıdır. •Sinirlilik ve gerginlik en aza indirilmeli, kahve, kola ve sigaradan uzak durulmalıdır, •Günlük egzersizler yapılmalı, yeterince dinlenmeli ve düzenli uyku uyunmalıdır. Baş yüksekte yatılırsa, çınlamada azalma olabilir. •Kulak çınlamasının sağırlığa neden olmayacağını bilerek, bu sesler rahatsız edici ama önemsiz bir gerçek olarak kabul edilip ve olabildiğince yok sayılmalıdır. •Çınlama, akşam saatlerinde çoğunlukla etraf sessizleştiği zaman daha fazla fark edilir. Odada ses çıkartan bir saat, radyo, TV bulunması, çınlamayı bastırarak uyumaya yardımcı olur. •Sakinleştirici ilaçlar, doktor tavsiyesi ile kullanılmak şartıyla rahatlama sağlayabilir. •Çok gerekli değilse çınlamaya yol açma ihtimali olan ilaçlar kullanılmamalıdır.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Isınmanın Beş Yolu

1. Kalın kazak yerine 2-3 kat ince kıyafet giyin: Kalın bir kazak yerine terimizi emip dışarı yansıtan 2-3 ince kıyafeti üst üste giyerek vücudumuzu daha fazla koruyabiliriz. Çünkü ince kıyafetler terlemeyi önlerken, 2-3 kat arasında oluşan hava da ısı kaybını engelliyor. Örneğin; ince bir atlet üzerine ince bir kazak veya polar giyebilirsiniz. Veya ince bir atletin üzerine giyeceğiniz bir hırka bile sizi ısı kaybından koruyacaktır. Kış mevsiminde dikkat etmeniz gereken bir başka nokta ise çorap giymek. Çorap ayağımızın dış ortamla olan temasını engellemesinin yanı sıra vücut ısısının düşmesini de önlüyor. 2. Ağız, burun ve boğazınızı atkıyla kapatın: Atkının en önemli faydası, solunum yoluyla bulaşan mikroplara karşı bariyer oluşturarak bizi başta soğuk algınlığı olmak üzere grip, bronşit ve zatürree gibi solunum yolları enfeksiyonlarına karşı koruması. Atkı aynı zamanda vücudumuz ile dış ortam arasındaki sıcaklık farkını önleyerek vücut direncimizin düşmesini de önleyebiliyor. 3. Başınızı bere veya şapkayla örtün: Bere veya şapka, baş ile kulak bölgemizi üşütmemiz sonucu yakalanacağımız sinüzit gibi hastalıklara karşı bizi koruyabiliyor. 4. Atletinizi mutlaka giyin: Kış mevsiminde atlet giymemek gibi önemli hataya düşüyoruz. Oysa iç çamaşırı giymediğimizde terimiz emilemiyor. Ancak daha fazla terlettikleri ve teri vücut dışına atamadıkları için yünlü ve pamuklu atletlerden kaçınmanızda fayda var. Yünlü yerine teri dışarı yansıtabilen polyesterler ve likralı atletleri tercih edebilirsiniz. Son yıllarda dağcıların kullandığı, sonrasında günlük hayatımızda da yaygınlaşan ve hem ısıyı hapsedip hem vücudu belirli sıcaklıkta tutabilen termal içlikler de giyebilirsiniz. 5. Koyu renkleri tercih edin: Kış aylarında koyu renkli kıyafetler giymeye özen gösterin. Çünkü koyu renklerin güneş ışınlarını çekip depolama özelliği var. Bunun sonucunda da vücudumuzu soğuk kış aylarında daha sıcak tutabilir. Yün yerine kaz tüyü! *Yünlü atlet, kazak veya kalın kıyafetlerden kaçının. Çünkü yün terlemenize yol açtığı gibi alerjik reaksiyon da oluşturabiliyor. *Yeni aldığınız tüm kıyafetleri giymeden önce alerji yapma riskine karşı mutlaka yıkayın. *Kaz tüyünden kıyafetler soğuğu geçirmeme ve iyi bir izolasyon oluşturma özelliğine sahipler. Kış mevsiminde kaz tüyünden olan hırkalar, şapkalar, atkılar ve bereler tercih edilirsiniz. Kaynak:sağlık ve yaşam dergisi

5 Kasım 2013 Salı

İlaç Gibisin Papatya

Uykusuzluk, ateş ağrı, kramp, gaz şikayetlerine karşı etkili olan papatyanın faydaları saymakla bitmiyor. Papatya aynı zamanda kozmetik ürün niyetine kullanmak mümkün. Papatya suyuyla yıkanan cilt diriliğini korurken saçlar da parlaklık kazanıyor. Tabiat ana en doğal çözümleri kendi içinde saklıyor. Doğru şekilde kullanıldığında birçok bitki şifâ kaynağı. Ancak, bitkiler üzerine çalışma yapan bilim adamları uyarıyor: 'Her bitkinin özelliği farklı. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak için son derece dikkatli olmalı.' Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yıldırım, papatyanın küçük çocuklarda bile güvenle kullanılabileceğini söylüyor. Yıldırım, papatyanın hangi şikâyetler üzerinde etkili olduğunu şöyle anlatıyor: 'Kramplarda ve karın ağrılarında çocuklara papatya çayı içirilebilir. Papatya çiçeği, gaz birikimine, ishale, mide rahatsızlıklarına, uykusuzluğa, adet düzensizliklerine, yüksek ateşe karşı etkilidir. Sakinleştirici olarak da kullanılır. İltihaplanmalarda antibiyotik tedavisine destek amaçlı uygulanabilir.' Yıldırım, papatya kullanımıyla ilgili şu uyarıda bulunuyor: 'Günde 2-3 bardaktan fazla çay alındığında mide bulantısı yapar. Hamilerde ağız yolu ile kullanımı sakıncalıdır.' Papatya ve Faydaları Bazıları için papatya sadece bir çiçek olabilir ama papatyanın çayı en güzel çaylardan biridir. Papatyanın faydaları şu şekilde sıralanıyor: • Ateşi düşürür • Ağrıları keser • Spazm çözer • Terletir • Sinirleri yatıştırır • Bağırsak gazlarını giderir • Vücuda rahatlık verir • Boğaz, bademcik ve diş etlerinin iltihaplarını giderir. • Bel ve baş ağrılarını geçirir • Saçları sarartmak için de kullanılır

4 Kasım 2013 Pazartesi

Memeden Süt Sızması

Memorial Hastanesi Nöroşirurji Beyin Cerrahisi Uzmanları: Memeden süt sızmasına sebep olan süt hormonu yüksekliği nedir? Hormonumuzun adı “prolaktin”. Prolaktin hipofiz salgı bezinin “adenohipofiz” denilen ön bölgesinden salgılanan, erkekte ve kadında belli bir kan düzeyinin altında var olan bir hormondur. Esas görevi hamilelik sonrası yükselerek süt yapımını sağlamaktır. Normalde erkeklerde 20 ng/ml ,kadınlarda ise hamilelik yada emzirme zamanları dışında 25 ng/ml seviyesinin altındadır. Hormonun yüksekliğinin normal olmayan (hamilelik, emzirme dışında) nedenleri arasında en sıklıkla sayabileceklerimiz; hipofiz adenomları (prolaktinomalar) ,ilaç kullanımı ki bu ilaçlar genellikle antidepresan, antipisikotik ilaçlardır ve tiroid hormonunu yükselten patolojilerdir. Prolaktin hormonu yüksekliğinin belirtileri nelerdir ? Önce kadınlardan başlarsak; hormonun yüksekliği iki ana belirti ile ortaya çıkabilir. Daha önce adet düzeni normal olan ancak sonradan adet görmemeye ya da seyrek olarak adet görmeye başlayan kadınlar hormon yüksekliği hastalığının adaylarıdır. Bunun dışında ilk başta konuştuğumuz gibi memeden emzirme dönemi dışında süt gelmeside bu hormonun yükseldiğini düşündürür. Rakam olarak verirsek adet görmeyen yada çok seyrek adet gören kadınların % 15-20 sinde, memesinden süt gelen ve çocuk sahibi olamayan kadınların % 30 unda ve adet görmeyen bununla beraber memesinden süt gelen kadınların % 75 inde hiperprolaktinemi yani bu hormonun yüksekliği tespit edilir. Erkeklerde ise cinsel istek azalması, ereksiyon kaybı ya da zorluğu ve zaman zaman jinekomasti dediğimiz göğüslerde büyüme hastalığın belirtileridir. Bu belirtiler ortaya çıktığında ne yapılması gerekir? Vakit kaybetmeden doktora başvurmak gereklidir. Prolaktin hormon yüksekliği hastalık sebebine ve karar verilen tedavi metoduna göre endokrinoloji ve nöroşirurji doktorları tarafından değerlendirilmektedir. Doktora başvurulduğunda genel bir muayene ve sonrasında hormon değerlerini gösteren kan tetkikleri istenir. Sonuçta prolaktin değerinin yükseldiği saptanırsa hipofiz bölgesini gösteren bir MR tetkiki bunları takip eder. Hormon yüksekliğin de acil başvurulması gereken bir durum var mıdır? Bazı prolaktinomalar hipofizde bulundukları bölgede hızlı büyüyebilir ve büyük boyutlara ulaşabilir. Bu durum da hipofiz salgı bezinin her iki yanından geçen görme sinirine baskı yapma ihtimalleri vardır. En çok görme alanında kayıp şikayeti oluşur ancak görmede bozulma ve kayıp durumun acil olduğunu gösterir. Nasıl tedavi edilir? Genellikle hormon yüksekliğinin altından bir hipofiz adenomu (salgı bezinin kontrolsüz büyümesi) nedeni çıkar. Tüm beyin tümörlerinin % 10 u prolaktinomalardır. Bu kadar sık bir yüzde ile görülen bu tümörün ise tedavisi genellikle hormonun salgılanmasını engelleyen iaçlar ile yapılır. Büyük bir oranda bu tip ilaçlar ile hastalar tedavi edilebilir ancak bir bölümü bu tedaviye cevap vermez.işte böyle hastalarda cerrahi tedavi devreye girer. Burun mukozasından yada üst dudak altından yapılan cerrahi girişim ile hipofiz bölgesine ulaşılabilir ve adenomlar çıkarılabilir. Başarılı bir cerrahi girişim ile hormon değeri düşecek ve hastalık belirtileri gerileyecektir. Tedavinin en önemli bölümünün, ortaya çıkan belirtilerden sonra beklemeden doktora başvurmak ve doğru teşhisin konulması olduğunu unutmamak gerekir.

2 Kasım 2013 Cumartesi

Gezen Ağrılarınız mı Var?

Gezici kas ağrılarına neden olan ve tedavide ağrı kesicilerin yanı sıra antidepresana da ihtiyaç duyulan fibromyalji konusunda merak edilenleri Reem Nöroloji Merkezi’nden Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz anlattı. Ruhsal gerilim sonrasında ortaya çıkan fibromyalji en genel anlamıyla, vücudun dışarıdan gelen stres kaynaklarını, mücadele amacıyla romatizmal sürece dönüştürüp rahatlama sağlamasıdır. Sürekliliği olan ve gezici ağrılar şeklinde kendini gösteren fibromyalji, özellikle stres durumlarında ortaya çıkıyor. Bu yönüyle maskeli depresyon ve somatizasyon bozukluğu ile çok karıştırılan stres romatizması, otonomik sistemi de olumsuz etkilediğinden mide ve bağırsak problemlerine de yol açabiliyor. Fibromyalji Kadınları Vuruyor! Migren ve panik atak gibi başarılı bayanların hastalığı olan fibromyalji, başarı konusunda tutkulu, mükemmeliyetçi ve titiz bayanlarda daha sık görülüyor ve sürekli nüksetmesi ile tedavi edilemeyen bir hastalıkmış imajı veriyor. Ülkemizde yaklaşık 1,5 milyon fibromyalji hastası olduğunu vurgulayan Dr. Yavuz, bu hastalığın en önemli özelliğinin ilaçlarla tedavi edilmesine rağmen yeni stres durumlarında yeniden nüksedebilmesi olduğunu söyledi. Fibromyaljide hastaların 10’da 9’unu kadınların oluşturduğunu belirten Dr. Yavuz hastaların bir kısmında da çocukluk dönemine ait fiziksel ya da cinsel taciz hikayesinin bulunduğunu belirtiyor. Kalp Hastalıklarıyla Karıştırmayın! Kas olan her yerde görülebilen fibromyaljinin en çok boyun, omuz, göğüs ve sırt bölgesinde ortaya çıktığını belirten Dr. Yavuz bu nedenle göğüs ağrılarının kalp hastalığı gibi algılandığının altını çizdi. Adale sertleşmesine bağlı olarak ağrılı bölge hareket ettirildiğinde kütürtü sesleri çıkabilen fibromyaljide uyku bozuklukları da sık görülür. Uyku dengesizliğinin olmadığı kişiler tedaviye daha iyi ve hızlı cevap verir. Dr. Yavuz, ağrılı bir sendrom olmasına rağmen, sadece ağrı kesiciler ve adale gevşeticilerle düzeltilmesi mümkün olmayan fibromyaljide hastaya anksiyete giderici ya da antidepresan ilaçlar da verilmesi gerektiğini belirtti. Fibromyalji Nasıl Tedavi Edilir? Tanı konmadan önce birçok hastaneye başvuran ve çevresi tarafından ‘’hastalık hastası’’ olarak nitelendirilen fibromyalji hastaları öncelikle stresten uzaklaştırılmalıdır. Psikolojik destek ve ilaçlarla ya da stres unsurlarının ortadan kalkması ile hastanın düzelme sürecine girdiğini belirten Dr. Yavuz, tedavide Magnetoterapi, biofeedback, lokal fizik tedaviler, hipnoterapi, akupunktur, lokal enjeksiyonlar, kognitif davranış terapileri ve masaj kullanıldığını ancak en etkili unsurun stres faktörlerinin uzaklaştırılması olduğunu söyledi. Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz

1 Kasım 2013 Cuma

Hangi Leke Nasıl Çıkar?

Kırmızı şarap: Lekenin üzerine önce ılık suya batırılmış havluyu koyup lekenin yumuşamasını sağlayın. Leke çıkarıcı bir deterjanla yıkayın. Yağ lekesi: Yağ lekesini üzerine mısır unu serpiştin. Un yağı çektikten sonra makinede yıkayın. Lekeli kumaşınızı yıkamadan önce, kuru olarak arap sabunu ile silmek de işe yarayabilir. Kozmetikler: İpek ve yün üzerindeki ruj lekelerini benzin ya da katkılı alkol ile çıkartabilirsiniz. İpekteki boya lekeleri için kumaşı ılık suda sabunla yıkayın. Eğer leke çıkmıyorsa terebentin kullanmanızı önerebiliriz. Kahve lekesi: Kahve lekesini sirke ve limon suyu ile temizleyebilirsiniz. Ancak eski bir kahve lekesi varsa önce gliserinle silip daha sonra az amonyakla durulayarak iyi bir sonuç elde edebilirsiniz. Sakız ve tutkal: Halılarınıza ya da kumaşlarınıza yapışan sakızlardan kurtulmanın en basit yolu ise buz torbasını üzerine bastırmanız ve biraz bekletmeniz. Eğer tişört ya da kotunuzun üzerine yapıştıysa, kıyafetinizi bir torbayla buzluğa koyabilirsiniz. Ancak tutkal gibi kuvvetli yapışkan maddeler için soğuk yerine sıcak uygulamanız gerekir. Böyle bir durumda lekeniz ince bir kumaştaysa, üstüne ve altına emici kağıt koyup daha sonra üzerinden sıcak ütü ile geçmeniz yeterli olacaktır. Bu işleme kağıt, tutkalı eminceye kadar devam edebilirsiniz. Doğal yöntemler Sirke: Çay ve kahve lekeleri için bire bir. Bir beze dökün, yavaşça lekenin üzerine uygulayın 3 dakika tutun ve durulayın. Tuz: Özellikle şarap lekeleri için uygun bir çözüm. Lekenin üzerini tuzla örtün daha sonra kaynar suyu dökün ve kuruyunca çitileyip yıkayın. Limon: Limon ve gliserini bir arada kullanırsanız ellerinizde oluşan boya, tutkal ve kimyasal kirlerinin yok olduğunu göreceksiniz.