Hürriyet

29 Haziran 2013 Cumartesi

Duruş Bozukluğu Ağrı Sebebi

Boyun tutulmaları, gerek kişinin hareket kabiliyetini kısıtlaması, gerekse neden olduğu ağrılar ile günlük yaşamı çekilmez kılabiliyor. Memorial Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü, tedavi edilmediği takdirde ciddi sağlık problemlerine neden olabilen boyun tutulmaları ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Nasıl oturmamız gerektiğini bilmiyoruz! Uz. Dr. Süslü, boyun tutulmalarının en fazla bilgisayar karşısında uzun saatler geçiren kişilerde ya da ağır sırt çantalarını tek omuzunda taşıyan öğrencilerde görüldüğünü belirterek,” Özellikle masa başında çalışanların boyun ağrısı ve tutulmaları daha çok oluyor; çünkü bu kişiler boynunu uzun süre öne eğerek çalışıyorlar. Çok kitap okuyanlarda ya da ince el işi yapan kişilerde, örgü ören bayanlarda yani başını öne eğerek uzun süre bu şekilde duran kişilerde boyun ağrısında artış gözleniyor. Aynı zamanda mevsimsel olarak da gelişen boyun tutulmaları; sıcak-soğuk değişimlerinde, klimalı ortamlarda fazlaca bulunulduğu durumlarda, ani akut yaralanmalar, iş yaşamındaki stres ve gerilim sebebiyle de sıkça görülür.” diye konuştu. “Hayattan bezmiş” şekilde durmayın Duruş ve oturuş konusunda son derece dikkatli davranılması gerektiğinin altını çizen, Uz. Dr. Süslü konu ile ilgili olarak şu açıklamaları yaptı: “Postür; vücudun duruşu, karşıdan görüldüğü şeklidir. Çoğunlukla postür değişikliklerinde boyun ağrısı sıkça görülür; çünkü biz dik postürde oturmayı bilmiyoruz. Başımız önde, omuzlar içeriye doğru dönük, sırtta kamburluk olacak şekilde duruyoruz. Yani genellikle hayattan bezmiş gibi duruluyor. Ancak omurgamızda normal olarak bulunan iki adet eğrilik vardır, hem boyun hem de bel bölgesinde görülür. Bu eğrilikler bazen kasların aşırı kasılması sonucunda düzleşebilir. Bu da omurgada farklı yerlere yük binmesine sebep olur, bunun sonucu ise ağrı oluşur. Bu nedenle postürel egzersizler yani sırt kaslarını kuvvetlendiren egzersizlerin düzenli olarak yapılması gerekir. Kasları kuvvetlendirmek ve kasın, normal anatomik ve fizyolojik yapısını korumasını sağlamak için, yalnızca akut ağrının olduğu dönemde değil, her zaman bu egzersizlerin yapılması önemlidir.” Tedavi edilmezse ciddi sorunlara yol açabilir Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü, ağrının nedeninin tespit edilip tedavinin buna yönelik olarak yapılması gerektiğini şu sözlerle anlattı: “Boyun tutulmaları ve ağrıları servikal omurganın kötü veya yanlış kullanımından dolayı ve bir travma sonucu zedelenme sebebiyle olabileceği gibi; boyun fıtıkları, iltihaplı romatizmal hastalıklar, boyunda var olan tümörler sebebiyle oluşabilir. Bu tarz ağrıların altta yatan sebepleri iyi araştırılmalı ve uygun tedavi bir hekim gözetiminde yapılmalıdır. Boyun tutulmaları ve boyun ağrılarının tedavi edilmesi gerekir çünkü günlük hayattaki kişinin yaşamını olumsuz etkiler. Ağrı ile yaşamak kolay değildir; öncelikle ağrının ne zamandan beri var olduğu önemlidir. Akut bir ağrı için evde yapılabilecek basit önlemler vardır; sıcağa ve soğuğa maruz kalmamak, evde kişilerin kendilerine uygulayabildikleri sıcak su torbası ve sıcak havluları bunlara örnektir. Ancak bu tarz ağrıların ilerlememesi ve altta yatan sebeplerin araştırılması için muhakkak bir uzmana başvurmak gereklidir.” Masajı uzman ellere yaptırmak önemli Boyun ağrıları ve tutulmaları sırasında yapılan bir başka hata da konunun uzmanı olmayan kişilere masaj yaptırmaktır” diyen Uz. Dr. Süslü, masajın kesinlikle doğru kişiler tarafından uygulanması gerektiğini, yanlış masajın dokulara zarar verip kaslarda yırtılmalara ve zedelenmelere sebep olabileceğini belirtti. Kulaktan dolma bilgilerle ilaç kullanmayın Boyun tutulması konusunda mutlaka uzman yardımı alınması gerektiğini dile getiren Uz. Dr. Süslü, “Eczanelerden hekim tavsiyesi dışında ilaç alımı hiçbir durumda doğru değildir. Bu, boyun ağrıları ve boyun tutulmaları vakalarında da geçerlidir. ‘Yalnızca merhem, bir zararı olmaz’ diye düşünmek yapılan en büyük yanlıştır. Çünkü ciltte reaksiyon yapıp yapmayacağının, doğru ilaç olup olmadığının bilinmemesi kullanılan merhem ve jellerin yarardan çok zarar getirmesine neden olabilir. Bütün ilaçlar hastaya maksimum faydayı sağlaması açısından her zaman hekim kontrolünde kullanılmalıdır.” şeklinde konuştu.

28 Haziran 2013 Cuma

Yaz Depresyonu Kapınızı Çalmasın

Araştırmalar yazın da depresyon olabileceğini gösteriyor Halk arasında depresyonun daha çok kış aylarında ve kapalı havalarda görüldüğüne dair yaygın bir inanış bulunmaktadır. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar, biyolojik etkiler (melatonin hormonunun az salgılanması gibi) ve psikolojik faktörler nedeniyle yaz mevsiminde de depresyon olacağını göstermektedir. Hangi belirtiler ortaya çıkar? Yaz depresyonda kişi hayattan zevk alamamaya başlayabilir. Dikkat ve konsantrasyon güçlüğü yaşar. Kişi eskiden mutlu olduğu şeylere ilgi duymaz. Yorgunluk, bitkinlik, enerji kaybı, motivasyon kaybı, cinsel isteksizlik, uyku bozukluğu, aşırı alınganlık, duygusallık, sabırsızlık, iştah kaybı, kilo verme ya da aşırı iştahla kilo alımı görülebilir. Bu durum içe kapanma, saldırganlık, yaşamı değersiz bulma ve intihar düşüncelerine kadar gidebilir. Kışın uyku yazın uykusuzluk baş gösterir Kış dönemindeki depresif belirtilerden farklı olarak, yaz depresyonunda uyuma süresi ve iştahda artış yerine azalma, kilo alımı yerine de kilo kaybı olabilir. Gecelerin uzaması ve konser, festival gibi eğlenceli aktivitelerin ön planda olduğu yaz aylarında kişi depresif ruh haliyle başa çıkmak için daha çok alkol ve madde kullanabilmektedir. ABD’de yaz depresyonu üzerinde yapılan bir araştırmada yazın çıkan depresyonda intihar riskinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bunlara ek olarak yaz depresyonu diyebilmek için rahatsızlığın mevsimsel olması ve belirtilerin en az iki haftadır görülüyor olması gerekmektedir. Güzel havalarda neden mutsuz olunur? Kışın hava kapalı olduğu için depresyon yaşanmadan kısa süreli mutsuzluk ve depresif belirtiler görülebilir. Ancak yazın hava kapalı olmamasına rağmen kişide yorgunluk, bitkinlik, sıkıntıyla uyanmak gibi belirtiler varsa bu durum depresyonu ifade eder. Yaz mevsiminin gelişiyle bireylerin beklentileri, aktiviteleri ve eğilimleri değişmektedir. Kişinin yıl içinde yapamadığı tatili yaza ertelemesi, aldığı kararları yazın uygulamak zorunda kalması, devam eden sorunları tatil dolayısıyla rafa kaldırmaya çalışması gibi yaz mevsiminden farklı beklentileri olmaktadır. Hatta bazı bireyler yeni başlangıçlar için tatil beklemektedir. Ancak beklentilerimiz gerçekliğin ötesinde ise beklentilerimiz hayal kırıklığı yaratabilir. Tatilin hayal kırıklığına dönüşmemesi için… Bu dönemde gerçekçi beklentiler ve planlar önemlidir. Ertelenen işleri yapmak için yazın geçmesini beklenmeden problemler çözüme ulaştırılmalıdır. Kişi yaşamın üzerine gitmeye, yaz aktivitelerinin tadını çıkarmaya ve yeni beklentiler oluşturmaya odaklanmalıdır. Yaz mevsimimde de mutsuz, keyifsiz olunabileceğini kabullenmek gerekir. Eğer bu ruh hali kişinin günlük işlevlerin yerine getirmesine engel oluyorsa mutlaka psikolojik destek alınmalıdır.

27 Haziran 2013 Perşembe

Durgun Sularda Yüzmeyin

Yaz tatilinin gelmesi ile birlikte denizlere ve havuzlara akın eden vatandaşların kulak ve burunlarına su kaçmaması için dikkati olmalarını isteyen Doç. Dr. Fatih Oğhan, temiz olduğu takdirde denize gönül rahatlığıyla girilebileceğini söyledi. Deniz suyunun temiz olması halinde sinüsleri açtığını, bazı hastalıkların tedavisinde faydalı olduğunu ifade eden Oğhan, 'Deniz suyu yararlı, ama havuz suları ters etki yapar. Havuzun kimyasalları veya her şeyi çok iyi olsa bile sinüzit ve alerjik nezle hastalıkları olanlar için çok zararlı. Kulağında problem olan kişilerin çok dikkat etmeleri gerekir. Günümüzde tercih edilen deniz suları bile sanıldığı kadar masum olmayabiliyor. Yüzücü kulağı diye adlandırılan dış kulak yolu ağrılı iltihaplar, enfektif konjonktivit de dediğimiz göz iltihapları, kulak ve genital bölge gibi yerlerde mantar enfeksiyonları, kirli suyu yutan kişilerde gastroenterit ve ishaller, üst solunum yollarında her türlü enfeksiyon şikayetleri görülebilir' dedi. Tuzlu suyun kulak yolunun asit-baz dengesi üzerine olumsuz etki yaparak dış kulak yolunda enfeksiyona sebebiyet verdiğini hatırlatan Oğhan, kulak yolundaki kirin deniz suyu ile şişerek kulak tıkanmasına ve kendinizi çok keyifsiz hissetmenize yol açabileceğini söyledi. Oğhan, 'Kulak zarı delik olan hastalar yaz aylarında kirli sulardan ciddi enfeksiyonlar kapabilmekte, bu enfeksiyonlar kulak akıntısı, uğultu, işitme kaybı, baş dönmesi ve kulak ağrısı şeklinde kendini gösterebilmektedir. Bu hastalara tavsiyemiz yüzerken silikonlu kulak tıkaçları ve bone kullanmaları, mümkünse kafalarını suya sokmamaları şeklinde olacaktır. Bazen basit enfeksiyonlar tedavi edilmediğinde, hastalık 'içinden çıkılmaz' hale gelebilmektedir. Bu yüzden serinlemek için yüzmeyi seçen herkese tavsiyemiz durgun olmayan suları tercih etmeleri' diye konuştu.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Güzellik Maskeleri

Cildinizdeki ince çizgiler ve kırışıklıkları gidermek için yardımcı olabilecek otlar maskeler, losyonlar var. Ama onları buz kalıbı haline getirip kullanmayı denediniz mi? Şimdi çayırlarda, kırlık yerlerde hindiba bol bol var. Ya gidin toplayın ya da pazarda satış yapan köylü kadınlara sipariş verin. İki çorba kaşığı kıyılmış hindibanın ve iki çorba kaşığı kıyılmış taze nanenin üzerine 1 su bardağı kaynar su dökün ve tenceyi kapatın 1 saat bekletin. Daha sonra buz kalıplarına bu suyu dökün. Her gün sabah ve akşam 2-3 dakika cildinizi bu buzlarla ovun. Doğal kozmetik buz, cilt kırışıklıklarını yumuşatır. Düzenli yaparsanız ortadan kaldırır. Aynı şekilde işlem yaparak, yeşilçaydan ve ahududu meyvesinden de buz elde edebilir ve uygulayabilirsiniz. Buhar banyosu bitkilerin etkisini çabuklaştırır Yüzündeki kırışıklıkları yok etmek için düzenli olarak 2 ay boyunca haftada 2 kez yapacağınız bir tarif vereceğim. Kekik, hatmi çiçeği ve şerbetçiotu kozalağından birer yemek kaşığı alarak bir kaba koyun. Üzerine su dökün ve 15-20 dakika kaynatın, ateşten alın. Yüzünüzü yakmamaya dikkat ederek buhar banyosu yapın. Bir havluyu başınıza kapayın ve 15 dakika yüzünüzü tenceredeki buhara tutun. Ardından oda sıcaklığında bir su ile yıkayın. Daha sonra bitkisel özellikte olan katkısız besleyici bir krem sürün. Mor menekşeden gelen parıltı Kurutulmuş menekşeden 2 çorba kaşığı alarak, üzerine kaynar su dökün ve kaynatın. Ateşten alın ve 5-10 dakika buharına yüzünüzü tutun. Soğuk su ile durulayın ve doğal bir besleyici krem sürün. Cildiniz parlayacaktır. Unutmayın, buhar banyosu bitkilerin yararlarını çabuklaştırır. Ancak bu banyolardan sonra süreceğiniz kremlerin veya cilt yağlarının doğal içerikli olmasına dikkat edin. Bu maskeler cilde hayat verir Birer tutam kurutulmuş civanperçemini ve nergis çiçeğini ayrı ayrı demleyin, soğumalarını bekleyin. 1 yemek kaşığı buğdayı kahve değirmeninde çekin. Demlediğiniz bitki sularından birer küçük kahve fincanı alın bir kaba koyun. İçine öğüttüğünüz buğdayı katın. Bir kaç tutam da yulaf unu ekleyin. Bu karışımla çok yumuşek olmayan bir macun oluşturun. Kitle biraz soğuduğunda, yüzünüze uygulayın, 15-20 dakika bekletin. Ve ılık su ile durulayın. Bir avuç kuru menekşe yaprakları üzerine kaynar su dökün ve yarım saat demlenmesi için bekletin. Sudan 1 fincan alın, içine bir çorba kaşığı pirinç unu ekleyin. 1 şeker kaşığı da zeytinyağı ilave edin. Macun kıvamına gelen kütleyi yüzünüze sürün. 20 dakika sonra, ılık su ile durulayın. Çam yapraklarını doğal kozmetikte deneyin Kırışıklıklar için otlardan başka bir tarif: Yaz kış yapraklarını dökmeyen çam ağacından yararlanmayı denediniz mi? Yeşil çam yapraklarından bir avuç alın. Papatya çiçeği ve huş ağacı yapraklarından da bir avuç alarak üçünü aynı kaba koyun. Hepsini taze olarak kullanacağınız bu bitkileri küçük bir cam veya ısıya dayanıklı porselen çaydanlığa koyun, içine üzerini kapatacak kadar sıcak su dökün, kapağı kapatın.. Demlenen bitkileri süzmeyin, yapraklar içinde kalsın. Bu özel karışıma 1 yumurta sarısı ve 1 çorba kaşığı da yoğurt ekleyin, iyice çırpın. Bir tülbente koyun. Tülbenti ikiye katlayın ve yüzünüze sererek uzanın. 20-25 dakika yüzünüze uygulayın ve sonra durulayın. Kuru ve kırışık ciltler için maske Taze gül yaprakları, taze nane yaprakları, taze papatya çiçeği ve taze ısırgan yapraklarından birer tutam alın. Üzerini kapatacak kadar kaynar su dökün. Ardından 5 dakika kaynatın ve süzün. Hazırladığınız bitki suyundan 1 fincan alın. İçine 1 çorba kaşığı ılık süt dökün. Maskeniz hazırdır. Yüzünüze uygulayın, 20 dakika sonra ılık su ile durulayın. Zeytinyağı özlü besleyici bir krem sürün. Bu tarif kuru, kırışık ciltler için idealdir. (Isırganın cilde yararları hakkında daha fazla bilgi için: www.abtdogalurunler.com) Yaşlanan cilt için nemlendirici maske Birer tutam kurutulmuş adaçayı yaprakları ve papatya çiçeği üzerine kaynar su dökün. Demleyip soğuttuktan sonra içinden bir kahve fincanı alın ve bir cam kaba dökün.. 1 çay kaşığı bitkisel yağı bu suyla katın ve iyice karıştırın. Bu sıvıya pamuk batırarak cildinizi silin. 10 dakika bekledikten sonra parmaklarınızla yapacağınız masajla tekrar sürün ve 20 dakika bekletin. Cildinizi ılık su ile yıkadıktan sonra besleyici doğal bir krem sürün. Doğayı sadece görsel bir estetik araç olarak algılamayıp, yararlı olarak içinde neler barındırdığını merak edersek, o bize en kesin bilgileri verecektir. Herbalist Tarkan Güveloğlu

25 Haziran 2013 Salı

Dondurma Diş Hassasiyet Sebebi

Diş hassasiyetinin nedeni araştırılmalı Diş hassasiyeti, halk arasında “kamaşma” olarak bilinen; sıcak, soğuk, ekşi, şekerli yiyecek ve içeceklerin dişlerde sızlama meydana getirmesi durumudur. Günümüzde oldukça sık karşılaşılan bu rahatsızlık, özellikle diş eti çekilmesi sonrası açığa çıkan kök yüzeyiyle ilişkilidir. Diş gıcırdatma sonrası birbirine sürtünen dişlerin mine tabakasındaki aşınma, hassasiyetin bir diğer sebebidir. Bunun gereğinden fazla bastırarak dişleri fırçalamak, diş hassasiyetinin en önemli sebeplerinden biridir. Asitli yiyecek ve içeceklerin sıklıkla tüketilmesi de diş hassasiyetine neden olabilir. Dişin ağız içinde görünür kısmı “mine” denilen koruyucu bir diş tabakasıyla çevrilidir. Hemen altında bulunan “dentin”, mikroskobik olarak görünebilen kanalcıklardan oluşmaktadır. Diş dış yüzeyinden başlayarak dişin ortasındaki sinire kadar uzanan bu kanallar sıvı ile doludur. Diş minesi zayıflamış olan dişlerde sıcak, soğuk, ekşi, tatlı yiyecek ve içeceklerden sonra hareket eden bu sıvı, diş sinirinde hissedilir ve sızlamaya neden olur. Ayrıca dişin kök yüzeyi koruyucu olan mine tabakasına göre oldukça yumuşak olan sement tabakasıyla çevrilidir. Diş dışında diş plakları, kırık ve çürük dişler, piyasada satılan diş beyazlatma ürünleri de diş hassasiyetine neden olabilir. Diş hassasiyetine karşı dikkat edilmesi gerekenler: Öncelikle ağız ve diş bakımına özen gösterilmelidir. Dişin sert tabakasına zarar vermemek için yumuşak kıllı fırça kullanabilir. Çok kuvvet uygulayarak diş fırçalayan kişiler, daha az kullandıkları elleriyle diş fırçalayabilirler ( Örneğin sağ elini kullanan kişi fırçalarken sol elini kullanabilir ) Hassasiyet giderici macunlar, florlu diş bakım ürünleri düzenli kullanıldığında hassasiyete iyi gelebilir. Fazla asit içeren yiyecek ve içeceklerden uzak durulmalıdır. Özellikle yaz aylarında dondurma ve soğuk içeceklerin tüketiminde dikkatli olunmalıdır. Diş doktorunuza gitmek için geç kalmayın Diş hassasiyeti durumunda öncelikle hasta öyküsü alınır ve ayrıntılı bir muayene yapılır. Diş hekimi tedavi için; Dişlerin eksilen mine tabakalarının yerine dolgu malzemesiyle onarım yapabilir. Diş etlerine müdahaleler yapabilir. Açığa çıkmış kök yüzeyinde flor uygulaması yaparak iyileşme sağlayabilir. Hastanın diş gıcırdatmasına neden olana faktörleri ortadan kaldırabilir.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Baş Ağrısında 6 Sinyal

Baş ağrısı hastalıkların en sık görülen belirtilerinden. Hayatında hiç baş ağrısı çekmemiş insan yok. Ülkemizde yapılan bir çalışmaya göre nöroloji polikliniklerine başvuran hastaların 2/3’ünün baş ağrısı mevcut ve bunlardan 1/3’ü sadece baş ağrısı şikayeti için hekime başvuruyor. Genellikle aşırı strese girmek, düzensiz beslenmek ve uykusuz kalmak gibi hatalı yaşam alışkanlıkları nedeniyle gelişen baş ağrıları hayat kalitesini düşürse de tehlikeli yaratmıyor. Ancak bazı tip baş ağrılarının ihmal edilmesi hayatı tehdit edebiliyor veya bazı ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Baş ağrısında asla atlanmaması gereken 6 sinyal. Baş ağrısında zaman kaybetmeden bir nöroloji uzmanına başvurmanız gereken sinyaller söyle; 1. Şiddetli ve ataklar halindeyse: Şiddetli ataklar halinde ve zonklayıcı özellikte ise genellikle başın bir yarısında gelişiyorsa, bulantı-kusma eşlik ediyorsa, ışık-ses hassasiyeti varsa ve bu sorunlar günlük yaşamsal aktiviteleri etkiliyorsa migren ağrısına işaret ediyor olabilir. 2. Şiddetli ve patlayıcı tarzdaysa: Aniden ortaya çıkmışsa, şiddetli ve patlayıcı tarzdaysa ve eforla artıyorsa (egzersiz sonrası, cinsel aktivite sırasında, ıkınma gibi), anevrizma kanaması olabiliyor. Bu tip baş ağrısında acil servise başvurmanız yaşamsal önem taşıyor. 3. Bayılma-kişilik değişikliği oluyorsa: Başın hep aynı bölgesinde lokalize ise zaman zaman bayılma ve/veya kişilik değişiklikleri eşlik ediyorsa nedeni beyin içindeki bir tümör veya arteriovenöz malfarmasyon gibi bir kitle olabiliyor. Bu durumda mutlaka beyin görüntüleme ve EEG çekimi yapılması gerekiyor. 4. Yüksek ateş eşlik ediyorsa: Baş ağrısına yüksek ateş eşlik ediyorsa zeminde sinüzit, menenjit veya orta kulak yolu iltihabı gibi mikrobik bir hastalık yatıyor olabilir. 5. Kol ve bacakta uyuşma-güç kaybı hissediliyorsa: Konuşma bozukluğu, kol-bacakta uyuşma-güç kaybı ve görme bozuklukları eşlik ediyorsa beyin damar hastalıkları, inme veya beyin içi kanamadan kaynaklanıyor olabilir. 6. Sabah baş ağrısı varsa: Sabahları baş ağrısı oluşuyorsa, uykudan yorgun kalkılıyorsa, motivasyon kaybı varsa, unutkanlık, kontrolsüz kilo alımı, gündüz uyku hali mevcutsa nedeni uyku apne hastalığı (uykuda nefes kesilmesi) olabilir. Bu durumda en kısa sürede bir uyku uzmanına başvurmanız gerekiyor. Baş ağrısının nörolojik rahatsızlıkların yanı sıra guatr, kan şekerindeki düzensizlikler, kansızlık, uyku apne sendromu, romatizmal hastalıklar, tansiyon yüksekliği ve kalp hastalıklarının da habercisi olabileceğine dikkat çekerek şu bilgileri varıyor: “Bu nedenle baş ağrısı yakınmasında yapılacak olan detaylı tetkikler yaşamsal öneme sahip. Baş ağrısının neden kaynaklandığını belirlemek içinse geniş bir hasta hikayesi alınması, nörolojik muayene ve beyin görüntülemesinin yanı sıra kan-idrar tahlilleri, EEG (elektroensefalografi), gereken durumlarda lomber ponksiyon (belden su alma) işlemleri yapılması gerekiyor.” Baş ağrısı primer ve sekonder olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Primer baş ağrısında, ağrıyı açıklayacak herhangi bir sistemik veya beyin hastalığı olmuyor. Bu grupta migren, gerilim tipi baş ağrıları, küme baş ağrısı gibi baş ağrısı tipleri yer alıyor. Primer baş ağrılarında hastaların çözümü genellikle gelişigüzel aldıkları ilaçlarda buluyor.Oysa doktora gitmeyen ve sürekli ağrı kesici kullanan kişilerde ilaca bağlı kronik baş gelişebiliyor. Bu dönüşüm baş ağrısı tedavisini içinden çıkılmaz bir döngüye çevirebiliyor. Hastanın yaşam kalitesi ileri derecede bozuluyor, sosyal ve iş başarısı düşmeye başlıyor. Psikolojik çöküntü yaratabilir! Yüzde 60’lık bir oranla en sık görülen baş ağrısı tipi olan ‘gerilim tipi baş ağrısı’ stresten kaynaklanıyor. Bu hastaların yüzde 80′ninde kaslarda gerginlik oluyor ve hastalar sıklıkla dikkat eksikliğinden yakınıyor. Baş ağrısına depresif ruh durumu, anksiyete bozukluğu, somatoform bozukluklar ve diğer yakınmalar eşlik edebiliyor. Bazı hastalarda fibromiyalji ve miyofasyal ağrı Sendromu’da görülebiliyor.

20 Haziran 2013 Perşembe

Osteoporoz İçin Şimdiden Önleminizi Alın

Sırt ağrıları, gece krampları ve kolayca yaşanan kemik kırıkları… Bunlar vücutta kemiklerin yoğunluğunu kaybetmesi ve yapısının bozulması anlamına gelen osteoporozun yani halk arasında bilinen adı ile kemik erimesinin en bilinen belirtileri. Osteoporoz sadece yaşlılarda değil her yaş grubunda görülerek yaşam kalitesini ciddi ölçüde düşürebiliyor. Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın, osteoporoz ve tedavisi hakkında önemli bilgiler verdi. Osteoporoz genellikle kırığa neden olduktan sonra belirti verir Prof. Dr. Aydın, osteoporozun menopoz sonrası bayanlarda ve yaşlılarda sık görüldüğünü ancak doğuştan gelen vakalara da rastlandığını belirterek “Osteoporozda, kemik yoğunluğunun azalması ve kemiğin içyapısının bozulmasına bağlı olarak kemikler kolay kırılabilir hale gelmektedir. Özellikle menopoz sonrasında düşme, ayak incinmesi gibi küçük travmalarla vücudun belli bölgelerinde kırıklar oluşabilmektedir. Omurga, kalça kemiği ve el bileği bu kırıkların en yoğun görüldüğü bölgelerdir. Hastalığın teşhisi ise, genellikle bu kırıkların oluşmasından sonra konulabilmektedir.” diye konuştu. Sırt ağrısı osteoporozun en önemli belirtisidir “Osteoporozda önemli olan kırık oluşmadan teşhisin konulmasıdır” diyen Prof. Dr. Aydın konu ile ilgili şunları kaydetti: “Hastalar çoğunlukla sırt, bel, gezici eklem ağrıları ve gece kramp şikayetleri ile doktora başvururlar. Sırt omurgasının bittiği yer ile bel omurgasının başladığı yerde oluşan ağrı osteoporozun en belirgin işaretidir ve düz bir zemine dayandıklarında ağrı hemen geçer. Osteoporoz kadınlarda erkeklere oranla 10 kat daha fazla görülüyor Prof. Dr. Aydın, kemik kütlesini artıracak önlemlerin osteoporoz riskinden korunmada çok önemli olduğunu ifade ederek “Doğumumuzdan itibaren kütlemiz sürekli artmaktadır ve 35 yaşına gelen kadar bu artış devam etmektedir. Kemik ağırlığımız ve yoğunluğumuz 35 yaşında en yüksek seviyeye ulaşmaktadır ve bu yaştan sonra da kemik kütlemiz azalmaya başlamaktadır. Bu yüzden 35 yaşına kadar aldığımız önlemler kemik kütlemizi artırmada en yüksek fayda sağlayacaktır. Kemik kütlemizin oluşmasında yaş, cinsiyet, ırksal farklılıklar, aktivite düzeyi ve coğrafi faktörlerin büyük etkisi vardır. Erkekler kadınlara oranla daha fazla kemik kütlesine sahiptir. Kadınlardaki menopoz faktörü de göz önüne alındığında osteoporoza kadınlarda erkeklerden 10 kat daha fazla rastlanmaktadır. Zencilerin kemik kütlesinin daha fazla olması ırksal faktörlerin de kemik kütlesi oluşumunda etkili olduğunu göstermektedir. “ şeklinde konuştu. Prof. Dr. Aydın, osteoporoz hastalarının dikkat etmesi gerekenleri şöyle sıraladı: Beslenmenize dikkat edin. Osteoporozla mücadele anne karnında başlar. Hamilelikte yeterli kalsiyum ve D vitamini alımı bu açıdan önemlidir. Düzenli egzersiz yapın. Çocukluktan itibaren düzenli egzersiz kemiklerin kuvvetlenmesini sağlayacaktır. Yüzmek, yürüyüş ve bisiklete binmek yaşlılar için güvenli sporlardır. Bol bol güneşlenin. Kemiklerin gelişiminde D vitamininin yeri büyüktür. Sigara ve Alkol tüketmeyin. Sigara ve alkol tüketimi kemiklerin yoğunluğunun azalmasına neden olmaktadır. Yaşlılar için düşmeye yönelik önlemler alın. Osteoporoz olan yaşlılar, en ufak bir takılmada kemikleri kırılabilir. Bu yüzden onlar için özel önlemler alınmalıdır. Yaşadıkları ortamı aydınlatmak, takılıp düşebilecekleri eşyaları ortalıktan kaldırmak gerekir. Evde beslenen küçük hayvanlar da tehlike oluşturabilir. Kemik yoğunluğunu tekrar artırmak mümkün! Belirtiler görüldüğü andan itibaren uzman yardımı alınmasının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Aydın, “Tedavi için öncelikle “Dexa” dediğimiz bir yöntem ile kemik mineral yoğunluk ölçümü uygulanmaktadır. Osteoporoz genellikle ilaçla tedavi edilir. Tedavinin temel amacı kemiğin erimesine neden olan hücrelerin çalışmalarını durdurmak veya kemiği yapan hücrelerin çalışmasını arttırmak esasına dayanmaktadır. Bazen bu tedavilerin sadece biri bazen kombine olarak ikisi aynı anda uygulanır. Ancak her iki tedavi şeklinde de tedavi D vitamini ve kalsiyum takviyesi ile desteklenir.” dedi.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Kilo Kontrolü İçin Bu Besinleri Tüketin

Domates ve Salatalık: Düşük kalorili olmasından dolayı yaz aylarında kahvaltıdan yatma vaktine kadar gün boyu domates tüketilebilir. Kansere karşı koruyucu etkileri vardır. Günlük C ve A vitamin ihtiyacını karşılar. Güneşin yüksek ışınlarına karşı cildi besleyen vitamin ve mineralleri içermektedir. Salatalık da A ve C vitamini açısından zengindir. Kabuğunu yıkayıp kabuğu ile yemekte fayda vardır. Özellikle içeriğindeki lif hem şekeri dengeler hem de sindirime iyi gelir. Karpuz: Yüksek antioksidan düzeyine sahip olan karpuz, A ve C vitaminlerinden oldukça zengin bir meyvedir. Vücutta su kaybını önlemektedir. Özellikle potasyum ve magnezyum açısından yüksek önemi vardır. Yaz mevsiminin vazgeçilmez meyvesi olan karpuzun tüketiminde porsiyonlara dikkat edilmelidir çünkü 1 dilimi 45 kaloridir. Karpuz yemeklerden en az 2-3 saat sonra tüketilmelidir. Kuinoa: Bulgur tanesine benzeyen “glütensiz” bir besindir. Hazmı kolay, protein içeriği yüksektir. Tam taneli tahıllar içerir, B vitamin deposudur ve E vitamini yüksektir. Demir ve çinko değeri bakımından zengindir. Yaz mevsiminde salatalarda haşlanmış olarak tüketilebilir. Yulaf Ezmesi: Düşük kalorili ve tok tutucudur. İçerisinde B komplex vitaminler, protein, yağ ve mineraller vardır. Özellikle kan şekerini dengeleyici özelliği sebebi ile kan şekeri olanla düşüklüğü ve diyabet hastalarında tüketilmesi önerilir. İçerdiği lif yoğundur ve kabızlık şikayeti olanlarda hızlı çözüm olabilmektedir. Kilo vermek isteyenlerin yazın vazgeçilmez besini olmalıdır. Enginar: “Ciarin asidi” içeriğine sahip olan enginar; hücre yenilenmesinde önemli bir sebzedir. Karaciğer üzerinde koruyucu özelliğe sahiptir. Safra salgılanmasını artırır ve hazımsızlığa iyi gelir. Böbreklerde üre konsantrasyonunu yükseltir ve idrar söktürücü özellik gösterir. Toksin atımında da faydalıdır. Kolesterol düşürücü özelliği olan enginarın %75’in üzerinde sıvı içeriği vardır. Karbonhidrat içeriği doygunluk hissi sağlar. A ve C vitamini yüksek, yağ oranı düşüktür. Kabak: Yaz mevsiminde dolması, çorbası, salatası, mezesi, tatlısı, böreği ve zeytinyağlısı yapılabilen en kullanışlı sebzedir. Oldukça düşük kalorili bir sebze olmasının yanında lif açısından da çok zengindir. Su, Soda, Limonata: Sıvı gereksinimi yaşa bağlı olarak değişse de günlük olarak 1,5 litrenin üzerinde olmalıdır; ancak sıcak havalarda ise bu oran 3 litreye yakın olabilmektedir. Kilo almamak ve vücudun su kaybını engellemek için artan sıvı ihtiyacını karşılamak gerekir. Sade soda, ter ile birlikte atılan minerallerin karşılanmasını da kolaylaştırmaktadır. Yoğurt, Ayran, Cacık: Yaz aylarında yoğurt bağırsak düzenleyici olması ve yararlı bakteri içermesi sebebi önemlidir. Aynı zamanda serinletici de olan yoğurt kalsiyumdan dolayı sadece kemik ve dişler için değil, içeriğindeki magnezyum ve potasyumdan dolayı kas fonksiyonları ve sinir iletimleri için önemlidir. Potasyum diğer taraftan vücuttaki su, asit ve baz dengesi içinde gereklidir. Bağırsak florası için yoğurttaki asidik süt bakterileri çok gereklidir. Yapılan çalışmalar sonucu yoğurt gibi fermente (mayalanan) süt ürünlerinin insan sağlığı üzerine olumlu etkide bulunduğu belirlenmiştir. Cacık veya ayran formunda da tüketmek daha fazla sıvı alımını sağlar. Özellikle ter ile kaybolan minerallerin başta sodyum olmak üzere yerine konmasında ayran ve cacık önemli yer tutar.

18 Haziran 2013 Salı

Güneşin Zararları

“Tatile çıktım bari güneşten faydalanayım” diyorsanız… Daha hızlı bronzlaşmak için yakıcı güneş yağları kullanıyorsanız…”Nasılsa doğal bitki özlerinden oluşuyor” düşüncesi ile havuç ve kakao yağı sürüyorsanız… Cilt sağlığınız büyük bir tehlike altında demektir. Güneş yanıklardan cilt kanserine kadar pek çok probleme yol açan güneşin zararlı ışınları, bronzlaştırıcı yağlar ile birleşince kısa sürede etkisini gösteren ve kalıcı izler bırakabilen deri hasarlarına yol açıyor. Dermatolog Doç. Dr. Ahu Birol, güneşin cilt sağlığına zararları ve korunmanın yolları hakkında bilgi verdi. Kıyafet ile korunmak güneş kremlerinden daha etkili Kıyafet ve şapka güneş ışınlarına karşı %25 oranında koruma sağlamaktadır. Markası ve fiyatı ne olursa olsun hiçbir krem kıyafet ile korumadan daha etkili değildir. Açık renkli, pamuklu kıyafetler ve şapka ideal koruma için yeterlidir. Yazın havanın bulutlu olduğu zamanlarda bile korumaya ara verilmemesi gerekir. Güneş ışınlarının buluttan da geçebildiği unutulmamalıdır. Yakıcı yağlar güneş yanığı riskini katlar Vücuda temas eden güneş ışınları deri tarafından emilir, bir kısmı deriden yansır, bir kısmı ise parçalanır. Kum, beton, deniz ve kar güneş ışınlarını yansıtmaktadır. Şemsiye altında durulsa bile yansıyan güneş ışınlarından etkilenilmektedir. Havuç ve kakao yağı deriden emilen güneş ışığı miktarını artırarak güneş yanığı riskini yükseltmektedir. Bu şekilde yağ sürüp ardından güneşlenen kişilerde ışık erupsiyonu (kaşıntılı, kırmızı döküntü) gelişme riski de vardır. Güneş yanıkları 1 haftalık bir eziyete dönüşebilir Güneşin zararlı etkisi akut ve kronik olabilir. Akut güneş hasarı “güneş yanığı” olarak bilinmektedir. Kızarıklık, su toplama, soyulma aşamalarından oluşur. Kızarıklık oluşması 3 güne kadar uzayabilir. Şiddetli kaşıntı ve yanma yakınması vardır. Tedavide ıslak pansuman, aspirin, bazı nemlendiriciler, antibiyotik içeren kremler ve kaşıntıya yönelik bazı uygulamalar önerilmektedir. Şikayetin geçmesi 7 güne kadar uzayabilir. Güneş yanığı gelişen bölgenin çok iyi korunması gerekmektedir. İleriki dönemde bu bölgede deri kanseri gelişebilir. Güzel görünme telaşı ile güneşe makyajlı çıkmayın Tedavi amacı ile önerilen antibiyotikler ve doğum kontrol hapları güneşe karsı hassasiyeti artırır. Parfüm, kolonya ya da makyaj ürünü kullanarak güneşlenmek de güneş lekelerine neden olabilir. Güneş kremi ile de olsa bronzlaşmak uzun dönemde kansere neden olabilir Bronzlaşmak derinin gösterdiği bir savunma mekanizmasıdır. Güneş koruma kremi ile bronzlaşmak sadece güneş yanığı oluşması olasılığını azaltmaktadır. Ancak kronik dönemde ortaya çıkacak deri yaşlanması, deri kanseri, güneş hasarı, güneş lekelerinin oluşma riskini ise artırmaktadır. Amaç güneş kremi kullanarak bronzlaşmamayı sağlamak olmalıdır. Güneş kreminin koruyuculuğu cilt tipine göre değişiyor Güneş kremi sürülmeden vücutta 30 dakika içinde kızarıklık ortaya çıkıyorsa, 15 faktörlü krem kullanıldığında bu süre 30*15 dakika olmaktadır. Güneş kreminin koruyuculuğu; kişinin deri tipine, uygulanan miktara (min 2.2 mg/cm2 olmalı), uygulanan aktiviteye (sık yüzmek, fazla terlemek) bağlı olarak değişiklik göstermektedir. 8 güneş koruma faktörlü bir krem deriden D vitamini sentezini %95 oranında azaltmaktadır. 15 faktörlü bir krem ise bu oranı % 98 olarak artırmaktadır. Haftada iki kez güneş koruma faktörü olmadan 10 dakika el, yüz veya gövdeye alınacak güneş ışığı D vitaminini sentezlemek acısından yeterli olmaktadır.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Yemekten Hemen Sonra Diş Fırçalamak Neden Zararlı

Dişlerinize çok önem veriyorsunuz ve çürüklerin önüne geçmek için her yemek sonrası vakit kaybetmeden fırçalıyorsunuz. Bu durum ilk bakışta diş sağlığını korumak için mükemmel bir yöntem olarak görünebilir; ancak yemek sonrası hemen dişlerin fırçalanması diş yüzeyinden bir miktar maddenin kalkmasına sebep olarak diş sağlığınızı olumsuz etkiler. Memorial Suadiye Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü’nden Dt. Aslı Tapan, diş sağlığına zarar veren gıdalar ve fırçalama yöntemleri hakkında bilgi verdi. Yemek sonrası fırçalama diş yüzeyinden bir miktar madde kaldırır Ağız diş sağlığının korunmasının temelinde temizlik ve bakım yatmaktadır. Yemeklerden ve asitli içeceklerden hemen sonra dişleri fırçalamaktan kaçınılmalıdır. Çünkü bu tür gıdalardan sonra yaklaşık bir saat diş minesi asit saldırısı altında olup minenin yumuşadığı ve hemen yapılan fırçalamanın diş yüzeyinden bir miktar madde kaldırdığı bilinmektedir. İngiltere’de yapılan bir araştırma neticesinde 5 yaşındaki çocukların %53’ünde diş erozyonu saptanmıştır. Gazlı içecekler dışında meyve suları da dişlerde erozyon riskini artırmaktadır. Dişler aşındıkça renk bozulmaları ve hassasiyet artar Asitli gıda denince akla; narenciye, yeşil elma, turşu, şarap, enerji içecekleri ve şarap gelir. Ph ne kadar düşük ise ürün o kadar asidiktir. Ph’ın 5.5’ten küçük olması çürük oluşturmaktadır. Alkaliler yüksek ph’a sahiptir. Düşük ph’lı ürünlerden bazıları sirke, kırmızı şarap, greyfurt, turşu vs.dir. Sütün ph’ı 6.9, cheddar peynirinin ise 5.9’dur. Ayrıca kişilerde artan estetik beklentisi sebebiyle dişleri beyazlatmak için aşındırıcı diş macunu ve diş parlatma tozları talebi diş sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Dişin minesi aşındıkça alttaki dentin tabakasının açığa çıkmasıyla dişin rengi daha sarı gözükmekte, sıcak ve soğuk hassasiyeti de buna eklenmektedir. İlerlemiş dönemde artan duyarlılık, oluşan çatlaklar, giderek artan renk bozulmaları gözlenebilir. Ara öğünleri şekeriz gıdalardan seçin ve yatmadan önce mutlaka dişlerinizi fırçalayın Pek çok işlenmiş besinde şeker bulunur. “Şeker ilavesizdir” ibaresi her zaman o besinde şeker olmadığını göstermez. Ara öğünler şekersiz gıdalardan seçilmelidir. Kurutulmuş meyvelerin şeker miktarı daha fazladır ve dişe yapışabilir. Ara öğünde meyve yenirse arkasından peynir gibi alkali bir besin yemelidir. Su ve süt en iyi içeceklerdir. Meyve suları yemek sırasında içilebilir. Ara öğünde yalnız içmesi istenirse de suyla seyreltilmesi önerilir. Gece çürük riski artacağından yatmadan önce mutlaka özenle fırçalanmalıdır. Erozyonun şiddeti; zaman, ph, asit tipi, ısı ve likit akış oranı gibi faktörlerle ilgilidir. Geleneksel çayın ph’ı 4.8, bitki çayının 3.2’dir. Dolayısıyla bitki çayları normal çaya oranla daha erozivdir. Çürükten ve asit erozyonundan korumak için neler yapmalıyız? Çocuklarımızda süt ve su gibi içeceklerin tüketimini arttırma yoluna gidilmelidir. Yoğurt düşük ph’ına rağmen erozyona yol açmayabilir. Çünkü içinde yüksek miktarda kalsiyum ve fosfat vardır. Meyve sularına asidik içeceklere kalsiyum eklenerek erozyon önlenebilir. Ancak iyi maskelenmezse ağza tebeşirimsi bir tat gelir. Asitli içeceklerin içine florür eklenmesi çok tüketimi halinde risk taşır. Daha konsantre bir içecek diş yüzeyine daha çok yapışır ve ağızda daha uzun süre kalır. Gece tükürük akışı azaldığında asitler dişte daha çok erozyona yol açar. Bu nedenle gece mutlak suretle dişlerimizi fırçalamalıyız.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Fibromiyalji Nedir?

Fibromiyalji, osteoartritten sonra en yaygın olan arterit ilişkili hastalıktır. Halen günümüzde çoğunlukla yanlış teşhis konur ve yanlış anlaşılır. Karakteristikleri arasında yaygın kas ve eklem ağrısı, yorgunluk ve diğer semptomlar vardır. Fibromiyalji depresyona ve sosyal izolasyona neden olabilir. Fibromiyalji sendromunu (FMS) anlatırken, semptomlara değineceğiz, teşhisi ve tedavisinden bahsedeceğiz. Fibromiyaljinin hayatımızdaki etkilerinden de bahsedeceğiz. Bu etki FMS ile gelen büyük fiziksel ve psikolojik zorlanmadan dolayıdır. Bu zorlanmalar çalışma saatlerimizi azaltarak, gelir ve hatta iş kaybına yol açabilir. Fibromiyalji sendromu semptomlar topluluğudur. Bu semptomlar bir arada oluştuğunda, belirli bir hastalığın veya hastalığın gelişme ihtimalinin çok yüksek olduğunun habercisidir. Fibromiyalji sendromunda şu semptomlar çoğunlukla gerçekleşir: “ Anksiyete veya depresyon “ Düşük acı eşiği veya hassas noktalar “ Aciz bırakan yorgunluk “ Geniş alana yayılmış ağrı Fibromiyalji her yerinizin ağrımasına neden olur. Felç edici yorgunluk semptomlarına sahip olabilirsiniz-hatta uyanırken bile. Vücuttaki belirli noktalara dokunulması bile acı verir. Şişlik, yoğun seviyede rahatsızlık veya dinlendirici olmayan uyku ve ruh hali rahatsızlıkları veya depresyon deneyimleyebilirsiniz. Hiçbir egzersiz yapmadan ve hatta herhangi bir nedeni olmadan, kaslarınız sanki aşırı çalışmış veya çekilmiş gibi hissedebilirsiniz. Bazen kaslarınız seğirir, yanar veya bıçak gibi bir ağrı saplanır. Bazı Fibromiyalji hastalarının boyun, omuz, sırt ve kalça eklemlerinde ağrı ve acı olur. Bunlar uyumalarını ve egzersiz yapmalarını engeller. Diğer Fibromiyalji semptomları şunlardır: “ Abdominal ağrı “ Anksiyete ve depresyon “ Kronik baş ağrısı “ Uyuyamama veya uykusu hafif olma “ Ağız, burun ve gözlerde kuruluk “ Kalkar kalkmaz yorgunluk “ Soğuğa ve/veya sıcağa karşı aşırı hassasiyet “ Konsantre olamama (fibro fog denir) “ İnkontinans “ Irritabl Bağırsak Sendromu (Bowel Sendromu) “ Parmaklarda veya ayakta uyuşma veya karıncalanma “ Ağrılı adet görme “ Tutukluk FİBROMİYALJİ TANI Fibromiyalji teşhisinde belirli bir laboratuvar testi yoktur. Doğru bir teşhis koyabilmek için doktorunuz kapsamlı bir fiziksel muayene yapacaktır ve tıbbi geçmişinizi inceleyecektir. Genellikle fibromiyaljiye eleme yöntemiyle teşhis konur. Yani doktorunuz benzer semptomları olan diğer hastalıkları eleyerek teşhis koyacaktır. Daha ciddi hastalıkları elemek için, doktorunuz belirli kan testleri yapacaktır. Örneğin, doktorunuz tam kan testi isteyebilir. Glikoz, tiroit gibi testler de isteyebilir, çünkü bunlar da benzer semptomlara sebep olur. Yorgunluk, kas ağrıları, halsizlik ve depresyon semptomları arasındadır. Diğer hastalıkları elemede kullanılabilecek diğer laboratuvar testleri şunlardır: lyme titer, antinükleer antikorlar (ANA), romatoid faktör (RF), eritrosit sedimentasyon oranı (ESR), prolaktin seviyesi ve kalsiyum seviyesi. Doktorunuz yorgunluk, uyku bozukluğu ve ruh hali bozukluğu gibi semptomların şiddetini değerlendirecektir. Bu, FMS’nin yaşam kalitenizde, fiziksel ve duygusal fonksiyonunuzdaki etkisinin ölçülmesine yardımcı olacaktır.

14 Haziran 2013 Cuma

El Ve Ayaklarınız Mı Şişiyor?

Sıcakların artmasıyla şişen elleriniz ve ayaklarınız nedeniyle yüzüklerinizi takamıyor, en sevdiğiniz ayakkabılarınıza veda etmek zorunda mı kalıyorsunuz? Bu sırada serinlemek için kullandığınız klimalar vücudunuzda ağrı ve tutulmalara yol açarak, tüm aktivitelerinizi engellemeye mi başlıyor? Havadaki sıcaktan neme, günlük rutinlerden, çalışma koşullarına kadar pek çok faktör sıcak yaz günlerini çekilmez hale getirebiliyor. Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü, sıcak havaların etkisiyle vücutta meydana gelen şişmeler ve ağrılara karşı alınması gereken önlemler hakkında bilgi verdi. Sıcaklar ellerde ve ayaklarda ödeme yol açıyor Yazın sıcak havalarda vücudun artan sıvı ihtiyacı, aşırı terleme ve damarlarda sıcağın etkisiyle oluşan genişleme, özellikle yer çekiminin etkisiyle ellerde ve ayaklarda şişliğe neden olmaktadır. Uzun süre bilgisayar veya daktilo kullanmak, yazı yazmak gibi kolların sürekli hareket eder işlerin yapılması, beden gücü gerektiren işler, az hareket etme, gün içinde sürekli ayakta kalmak ya da oturmak zorunda olmak, yine vücudun uç kısımlarında şişmelere yol açan diğer etkenlerdir. Öte yandan, bu tür ödemler kalp damar ve böbrek hastalıkları kaynaklı da olabileceğinden, şişliğin nedenini araştırmak için doktor kontrolü son derece önemlidir. Ellerinizi sıkıp gevşetin, ayaklarınıza buz dolu kovada masaj yapın! Şişliklerin nedeni yalnızca sıcaklara bağlıysa; el ve ayakların kalp seviyesinin üzerinde tutulması, ödemin geçirilmesinde etkili olur. Soğuk uygulama, ödemin azalmasına yardımcı olur. Soğuk uygulama buzlu su dolu bir kovanın içine el ya da ayakların 20 dakika batırılması şeklinde olabilir. Ayaklar için ayak bileği pompalama ve ayak bileği eklem hareket açıklığı egzersizleri önerilir. Ayrıca ayak uçlarından bileğe doğru hafif masaj uygulaması yararlı olabilir. Uzun süre ayakta kalmak gerekiyorsa sık sık parmak uçlarına yükselip alçalmak yararlı olacaktır. Eller için ise; ellerinizi sıkın ve 20′ye kadar sayın. Daha sonra parmaklarınızı açıp, kapayın. Ellerinizi kurular gibi ve parmak aralarını sıvazlayarak yaklaşık 10-15 defa tekrarlayın. Parmakları tek tek başparmağınıza sıkıca bastırın. Ayrıca el parmak uçlarından el bileğinize doğru sıvazlayarak masaj yapın.

13 Haziran 2013 Perşembe

Tırnak Mantarı

1. Tırnak Mantarı Nedir? Onikomikoz olarak adlandırılan bir hastalık olan tırnak mantar enfeksiyonu esas olarak, dermatofit adı verilen organizmalar tarafından oluşturulur. Bu yalnızca bir kozmetik sorun değil, tırnak yatağı ve plağını tutan bir enfeksiyondur. Tüm tırnak hastalıklarının yaklaşık % 50'sini oluşturur. 2. Tırnaklarınızda mantar var mı? Tırnaklarınızda mantar enfeksiyonunda izlenebilecek değişiklikler şöyledir; Tırnaklarda sarı-yeşil veya kahverengi renklenme Tırnaklarda pul pul kalkma Tırnak altında kir birikmesi Ayaklarda kötü koku Ayak tırnaklarında acı/hassasiyet 3. Tırnaklarda mantar nasıl oluşur? Genellikle mantar, tırnağın altında bulun tırnak yatağına enfekte eder. Tırnağa hasar veren her şey mantarın içeri girmesini kolaylaştırabilir, örneğin: Zedelenme El/ayak tırnağına sert bir cisimle vurulması Ayak tırnağına basılması Tırnakların çok dipten kesilmesi Ayak parmaklarını sıkıştıran küçük/ucu sivri ayakkabılar 4. Tırnak Mantarı Nasıl Bulaşır? Tırnak mantarı bulaşıcıdır. Enfeksiyona neden olan mantarlar ortak kullanıma açık, ılık ve nemli yerlerde bulunurlar: Soyunma odaları Yüzme havuzu Ortak kullanılan duş ve banyolar Bahçe Sterilize edilmemiş manikür veya pedikür aletleri 5. Tırnak Mantarı Nasıl Tedavi Edilir? Tırnak mantar enfeksiyonu kendiliğinden iyileşmez. Doktorunuz tarafından önerilen ilaç tedavisi ve önerilere uymak gerekir. Mantar enfeksiyonunda doktorunuz tarafından önerilen ilaç, hastalığa neden olan mantarın yaşadığı ve geliştiği yere tırnak yatağına yaklaşır ve enfeksiyonu ortadan kaldırır. Bu şekilde doktorunuz tarafından önerilen doz ve sürede kullanacağınız ilaç ile tedaviniz gerçekleşir. Pintapointe laser tekniği ile ilaçlardan görülen faydanın yanında yapılan laser ile tırnak yatağından mantar enfeksiyonu eredike edilir. 6. Tırnak Mantarı için Tedavi Seçenekleri Nelerdir? Doktorunuz, mantar enfeksiyonunuz için ağızdan alabileceğiniz ilaç yazabilir. Ayak tırnak mantarında tedavi yaklaşık 3 ay sürer. El tırnak mantarında tedavi yaklaşık 2 ay sürer. Tırnağa uygulanan laser ile tedavide yeni bir yöntemdir. Ayrıca çorap ve ayakkabılarınızın içine uygulanan çeşitli spreyler ile korunma sağlanır. Hangi tedavinin sizin için uygun olduğunu öğrenmek için lütfen doktorunuza başvurunuz. 7. Mantardan Nasıl Kurtulursunuz? Tedaviniz sırasında ve tedaviden sonra tırnaklarınızı korumak için: Ayaklarınızı olabildiğince temiz ve kuru tutun, Halka açık yüzme havuzu ve duş alanlarında terlik kullanın, Ayak tırnaklarınızı, parmağın ucunu geçmeyecek şekilde düz olarak kesin, Manikür ve pedikür için sterilize aletler veya en iyisi kendi aletlerinizi kullandırın, Ayağınıza uyan, sivri burunlu olmayan rahat ayakkabılar giyin, Ev içinde kullanılan havluların kişiye özel olmasına dikkat edin, Ayaklarınız çok fazla terliyor/nemli kalıyor ise gün içinde çoraplarınızı değiştirin. 8. Kimlerin Tırnak Mantarına Yakalanma Olasılığı Daha Yüksektir? Tırnak mantarı, en sık rastlanan tırnak hastalığıdır. Yavaş ve kronik seyirlidir. Tüm tırnak hastalıklarının yaklaşık %50'sini mantar hastalığı oluşturmaktadır. Tüm dünyada tırnak mantarının görülme sıklığı %2-18 olup sıklığı giderek artmaktadır. Pek çok kişi tırnak mantarına yakalanma riski altındadır. Bazı kişiler tırnak mantar enfeksiyonuna daha duyarlıdırlar. Bu kişiler; Diabeti olanlar Dolaşım sorunları olanlar Bağışıklık yetersizliği (örn., AIDS/HIV enfeksiyonu) olanlar 65 yaş ve üzeri olanlar Ayak derisinde mantar enfeksiyonu olanlar Ayakları çok terleyen veya sürekli nemli kalanlar Atletler, koşucular ve dansçılar gibi, ayaklarına fazla yüklenenler.

12 Haziran 2013 Çarşamba

Alzhemier Riskinizi Ölçün

Son zamanlarda önemsemediğiniz unutkanlık problemleriniz oluyor, zaman ve yer kavramı ile ilgili karmaşıklıklar yaşıyor ya da konuşurken kelime bulmakta zorlanıyorsanız Alzheimer riski ile karşı karşıya olabilirsiniz. Ölümle sonuçlanabilen ciddi tablolara kadar giden Alzheimer hastalığı, erken teşhis ve bilinçli bir yaklaşım sayesinde yavaşlatılabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Abdullah Özkardeş, “21 Eylül Dünya Alzheimer Günü” öncesi hastalığın 10 belirtisini sıraladı ve konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Günlük yaşamınızı altüst edebilir Alzheimer hastalığı, hafıza, düşünce ve davranış problemlerine neden olan bir bunama çeşididir. Problemler genellikle yavaş bir şekilde belirir, zamanla ilerler ve günlük faaliyetleri etkileyecek kadar kötüleşebilir. Alzheimer hastalığı, bunamanın en yaygın formudur ve tüm bunama vakalarının %50-80’i Alzheimer hastalığına bağlıdır. Alzheimer bir yaşlı hastalığı değildir Alzheimer, hastaların büyük bir çoğunluğu 65 yaş üzerinde olsa da, yaşlanmanın sonucunda olan bir rahatsızlık olarak tanımlanmaz. Bu hastalığa yakalanan kişilerin %5’i 40-50 yaş civarındadır. Bu gruptakiler “Erken başlangıçlı Alzheimer hastası” olarak adlandırılır. Alzheimer hastalığı, ilerleyicidir ve zamanla kötüleşir. ABD’de 6. büyük ölüm nedenidir. Hastalığın seyri yavaşlatılabiliyor Alzheimer, tedavi edilebilen bir hastalık olmamasına rağmen yakınmaların ve problemlerin tedavisi yapılabilir. Günümüzde uygulanan tedaviler hastalığın ilerlemesini durduramasa da, bu seyir geçici olarak yavaşlatabilir ve hastanın hayat kalitesi artırılabilir. Risk faktörlerine dikkat! Alzheimer hastalığıyla ilgili ilerleyen yaş, aile öyküsü ve genetik yatkınlık gibi değiştirilemeyen etkenler vardır. Hastalık, 65 yaşından sonra sıklaşır ve her 5 yılda bir oran ikiye katlanır. 85 yaşından sonra neredeyse %50 sıklığa ulaşır. Diğer bir risk faktörü, ailede bir veya birden fazla Alzheimer hastasının olmasıdır. Bugün Alzheimer hastalığının genler ve diğer risk faktörleri arasındaki karmaşık etkileşimler sonucunda olduğuna inanılmaktadır. Kafa travmaları ile Alzheimer hastalığı arasında paralellik bulunmuştur. Ayrıca kalp sağlığının da Alzheimer hastalığı ile yakın ilgisi vardır. Kalbin pompaladığı kanın %20-25’i beyin tarafından kullanılır. Kalp ve damar sağlığını etkileyen yüksek tansiyon, kalp hastalığı, şeker hastalığı ve yüksek kolesterol seviyeleri de bu açıdan önem kazanmaktadır. Sağlıkla yaşlanarak Alzheimer riskinden korunun Alzheimer tehlikesine karşı sağlıklı bir yaşam biçimini benimsemiş olmak çok önemlidir. Vücut ağırlığını korumak, sigara ve aşırı alkolden kaçınmak gerekir. Sosyal topluluklara katılmak, çevreye ilgili kalabilmek, vücuda ve akla egzersiz yaptırmak da Alzheimer hastalığı için önerilen yöntemlerdir. Alzheimer riskinizi ölçün Yaşam kalitenizi düşürüp, sağlığınız açısından ciddi boyutlara varabilecek bu hastalıktan korunmak için günlük yaşamınızda beyin kaynaklı bazı uyarılara dikkat etmenizde fayda vardır. Bunlar; Günlük hayatı etkilemeye başlayan unutkanlık, Plan yapma ve problem çözmede sorunlar yaşanması, Daha önce bilinen ve yapılan işleri yapmada zorlanma, Zaman ve yer ile ilgili karışıklıklar, Görüntüleri anlamada ve birbiriyle ilişkilendirmede zorluklar yaşanması, Konuşma ve yazmada kelime bulma zorlukları Eşyaları yanlış yerleştirme, Karar vermede güçlük yaşama, Sosyal faaliyet ve yükümlülüklerden uzaklaşma, Kişilik değişiklikleri olarak sıralanmaktadır. Bu bulguları fark eden hasta veya hasta yakınları, Alzheimer yönünden bilinçli olmalı ve hasta mutlaka bir nöroloji uzmanına muayene olmalıdır.

11 Haziran 2013 Salı

Merdiven Çıkarken Tıkanıyor musunuz?

Yokuş çıkarken nefesiniz yetmiyorsa... Merdiven çıkarken zorlanıyorsanız… Uzun yürüyüşlerde çabuk yoruluyorsanız ya da konuşmacı olduğunuz toplantılarda solunum kontrolünüzü sağlayamıyorsanız bu durum doğru nefes almayı bilmediğiniz ve uzman yardımı almanız gerektiği anlamına gelebilir. Memorial Hastanesi Pulmoner Rehabilitasyon Ünitesi’nde uzman solunum fizyoterapistleri tarafından uygulanan programlar sayesinde; tanısı konulmuş hastalıklar,ameliyat öncesi ve sonrası akciğer kapasitesi yetersiz olan hastalar veya hiçbir hastalık tanısı olmayan fakat doğru nefes alıp verme gereksinimi duyan bireylerin günlük yaşam aktivitesini gerçekleştirirken, ideal kapasitesini kullanmasını sağlayarak yaşamlarına kalite katılması amaçlanıyor. Memorial Hastanesi Pulmoner Rehabilitasyon Ünitesi’nden Uzman Solunum Fizyoterapisti Seniha Avcıl Uğurlu , “Doğru nefes almanın önemi” hakkında bilgi verdi. Doğru nefes alma Dünya Sağlık Örgütü'nün standartlarına göre: Ciğerler dakikada 4 ile 6 litre arasında hava ile dolar. Nefes alıp verirken göğüs yerine diyaframı hareket ettirmek gerekir çünkü diyaframın kullanılması her seferinde daha fazla hava teneffüs etmemizi sağlar. Ayrıca diyaframın hareket etmesi, karın bölgesindeki organlara masaj etkisi yaparak, göğüs ve karın boşluğundaki basınç farklılığını ortadan kaldırır. Mide ve safra kesesinin yukarı hareketini engelleyerek, reflüyü (mide suyunun yemek borusuna ve daha yukarılara çıkması) ve çeşitli safra kesesi hastalıklarına iyi gelmektedir. Solunumu ağız yerine burundan yapmak havanın ısınarak, nemlenerek ve temizlenerek bronşlara gitmesini sağlar, ağızdan nefes almak ise nazal bölgede ve bronşlarda (yani solunum yollarında) istenmeyen mukozalı salgılara yol açabilir. Doğru nefes alıp veremeyen insanlar karbondioksite daha duyarlıdır; karbondioksitli ortamlarda daha sık ve kısa nefes alıp verirler. Düzenli solunum yapan insanlar ise karbondioksitli ortamlarda, heyecan ve stres sırasında daha normal tepkiler verirler, kırmızı kan hücreleri oksijeni organlara daha kolay taşır. Akciğer problemi olmayan ancak doğru nefes alıp vermeyi bilmediği için akciğer kapasitesi az olan bireyler günlük yaşam aktivitelerinde, merdiven inip çıkarken, tekrar gerektiren aktivitelerde, konferanslarda sunum yaparken, solunum kontrolünü sağlayamadıkları için nefeslerinin yetmediğinden bahsederler ve bu tip yakınmaları nedeniyle pulmoner rehabilitasyon ünitemize başvuranlar için ilk hedefimiz solunum tekniğini değerlendirmek ve öğretmektir. Sonrasında aktiviteler esnasında heyecanını ve stresini baskılama solunum kalitesiyle mümkün kılınmaktadır. Örneğin; yürürken, merdiven inip çıkarken ne şekilde nefes alıp vermesi gerektiğini bilmesi kişinin çabuk yorulmasına engel olarak hareketsiz kalmayı tercih etmelerine ve kondüsyon kaybına engel olmaktadır. Tedavide iş yapma kapasitesini ve günlük yaşam aktivite toleransını artırmak zorunludur. Bu nedenle hastalar kendine bakım, mesleki özellikler, boş vakit ilgileri, üst extremite kas kuvveti, eklem hareketleri, psikososyal statü ve emosyonel statü gibi özellikler yönü ile de değerlendirilmelidir. Doğru Nefes İçin; Hastanın her zaman aktif olmasını isteriz. Kuvvetlendirmeyi tolere ediyorsa ileri teknikleri deneriz. Dikkatleri azaldığı ve hareketsiz oldukları için hastalara reaksiyon zamanını kısaltmak amacıyla koordinasyon ve ince motor aktiviteleri artırıcı egzersizler veririz. İş toleransını artırmak için fonksiyonlar çalıştırılır. Enerji koruma teknikleri öğretilir. Bulaşık yıkarken oturup önkollarını tezgaha dayamak gibi... Merdiven inip çıkarken gerekli desteğin nasıl sağlanacağının öğretilmesi ve gerekirse O2 desteği. Biz Memorial Hastanesi Pulmoner Rehabilitasyon Ünitemizde bu programları uygulayarak hastalarımıza ‘’pulmoner yaşam hareketle başlar, hareketle biter’’ bilincini kazandırıyoruz. Doğru Nefes Almayı Sadece Uzmanından Öğrenebilirsiniz Memorial Hastanesi Pulmoner Rehabilitasyon Ünitesi’nden Solunum Fizyoterapisti Uzmanları, “Pulmoner Rehabilitasyon Ünitesi’nin önemi” hakkında bilgi verdi. Son zamanlarda birçok kişi nefes terapisi adı altında solunum egzersizleri vermeye başlamıştır. Solunum fizyoterapistlerinin uzmanlık alanına giren solunum fizyoterapisinin ve solunum egzersizlerinin, fizyoterapi eğitimi almayan bu kişiler tarafından yapılmasını bireylerin sağlığı açısından uygun ve etik bulmuyoruz. Lisans diploması gerektiren ve anatomi bilgisi olmayan kişilerin uyguladığı bu tarz eğitim programlarından uzak durulmasını tavsiye ediyoruz. Memorial Hastanesi Pulmoner Rehabilitasyon Ünitesinde Solunum Fizyoterapistlerinden bu konuda bilgi ve destek almanız mümkündür. Mutlaka bu şikayetlerde başvurulan kişilerin solunum fizyoterapisi uzmanı olmasına dikkat edilmelidir.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Çocuklar 'NASIL BABA İSTER'

Bütün çocuklar babalarını “evin direği” ya da “eve para getiren kişi” olarak tanımlar. Oysaki siz çocuğunuza arkadaş ve sırdaş olmak isteyebilirsiniz. Çocuklarınız için “süper bir baba” olmak istiyorsanız öncelikle yapmanız gereken, kısa da olsa, onlara zaman ayırmak olacaktır.Çocuk ve Ergen Psikolojisi Uzmanı Özge Merve Türk’ün, sağlıklı bir baba-çocuk iletişimi hakkında bilgi verdi. Sağlam ilişkinin temellerini baştan atın Bebeklik döneminden itibaren anne ile paylaşım içerisinde çocuğun temel bakım ve gereksinimlerine katılan, sınır ve kuralları ihmal etmeden çocuk ile eğlenen, oynayan, anlayan bir baba modeli baba-çocuk ilişkisi için ideal bir model oluşturmakta, ergenlikteki sorunlarla daha iyi baş edebilmeye zemin hazırlamaktadır. Çocuklar nasıl bir “Baba” ister? Erken dönemde baba ve çocuk arasında kurulan ilişki oldukça önemlidir. Çocukluk döneminde baba ve çocuğun oyun oynaması, zaman geçirerek birbirleri ile iletişim içinde olmaları ergenlik sürecini de etkilemektedir. Ergenler otorite sahibi, güvenilir bir baba figürüne sahip olmak isterler. Üç-beş yaşları cinsel kimliğin oluşmaya başladığı yaşlardır ve bu yaşlarda erkek çocuğun özdeşim figürü “baba” olmaktadır. Ona “güven veren” olun Ergenlik büyümektir, değişimdir. Ergenin fiziksel ve ruhsal açıdan değiştiği bu dönemleri bilmek, tanımak gerekir. Ergen, toplum içinde yeni bir kimlik edinmeye çalışmaktadır, yeni düşünce ve inanç sistemleri ortaya çıkar. İşte bu dönemde baba destekleyen, yönlendiren olmalıdır. Sorunları tehdit ve azar olmadan paylaşmalısınız. Birlikte zaman geçirmek ve güven veren konumda olmak ergen-baba ilişkisinde temel noktalardır. Bu, anlaşmazlıkların en aza indirgenmesini sağlar. Aranızdaki yaş farkı kaç olursa olsun paylaşım önemli Çocuğunuz ile aranızdaki yaş farkı kaç olursa olsun aranızdaki paylaşım çok önemlidir. Oyun oynayarak zaman geçirmek, beraber etkinlik yapmak baba-çocuk etkileşimini arttırır. Sürekli olarak emirler yağdıran, tehdit eden bir baba çocuk ile iyi iletişim kuramaz. Anlamak, dinlemek ve düşünceleri paylaşmak gerekmektedir. Bir baba olarak çocuğunuz ile beraber katılacağınız çeşitli aktivitelere bulun. Kısacası zaman geçirmek için ortam yaratın. Tabi burada çocuğun nelerden hoşlanabileceği göz önünde tutun Yaş farkına odaklanmak çocuk ile geçirilecek kaliteli zamanı engeller. Geçirdiğiniz zamanın süresine takılmayın. Önemli olan kaliteli zaman geçirmek; yani çocuğunuz ile geçirdiğiniz sürede neler paylaştığınız, iyi bir iletişim içinde olunduğu zamandır. Sevgi ve saygı bir bütündür Sevgi ve saygı iletişimde bir bütündür. İkisi olmadan iyi bir iletişim söz konusu değildir. Aşırı sevgi göstermeye çalışan babalar zaman zaman baba otoritesini çocuğa bırakmakta; yani çocuğun yönettiği, kuralları koyduğu bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu yanlıştır, çocuğa her zaman baba olduğunuzu ve sınır-kuralları koyduğunuzu göstermelisiniz. Aynı zamanda onunla eğlenceli vakit geçirebilmeli, sorunları ile ilgili olarak paylaşmalı, yanında olduğunuzu hissettirmelisiniz. Bu şekilde karşılıklı sevgi-saygı zemini oluştuğunda iyi bir baba –çocuk ilişkisinin temelleri atılmış olmaktadır. Babalar her şeyi en son mu duymalı? Bu durumda annenin rolü çok önemlidir. Anne ve baba ortak bir noktada buluşabiliyor ise babanın ne tepki göstereceği endişesi en az seviyede olur. Çocuk, baba ve annenin bir olaya nasıl tepki göstereceğini tahmin edebilir. Buna göre davranışlarını düzenleyebilir. İstenilmeyen davranışta sorun baba ile paylaşılır ve baba çocuk ile karşılıklı konuşarak, çocuğun sebeplerini anlar ve kendi düşüncelerini paylaşarak ona nasıl davranması gerektiğini anlatmaya çalışır. Bu noktada korkutmamak, tehdit etmemek önemlidir. Korkulan bir baba figürü çocuğun daha fazla hata yapmasına neden olur. Çocuk birçok konuyu paylaşmaz, yalan söyleyebilir. Bu nedenle net, anlaşılır şekilde sorunları doğrudan konuşarak paylaşmak, karşılıklı duygu paylaşımı sorunları daha iyi çözümlemeye yardımcı olacaktır.

9 Haziran 2013 Pazar

İlk Yardım Ve Bilinmesi Gerekenler

Suda boğulmalarda eğitimsiz kişiler tarafından yapılan kalp masajları, yılan ve böcek sokmalarında yarayı emmek ve sara nöbeti geçiren hastaya soğan koklatmak… İlk yardımda doğru bilinen yanlışlar, kişinin canını kurtarmıyor tam aksi hayati tehlikeyi artırıyor. Uz. Dr. Gökhan Ferahcan , ilk yardımda doğru bilinen yanlışlar nedeniyle pek çok insanın, başına gelen kazanın etkisinin dışında, daha fazla zarar görebileceğine dikkat çekerek “İlk yardım anında acil müdahale” hakkında bilgi verdi. İlk Yardım Yapacak Kişinin Paniğe Kapılması Stres altındaki bir kişinin karşıdakine yardım edebilmesi çok zordur. Kişinin paniklemeden, sakin bir şekilde bildiği şeyi uygulamaya koyması gerekmektedir. Bayılma; kısa süreli bilinç kayıplarıdır! Nedeni kan basıncının düşmesi, açlık, havasız kalma, aşırı sevinç ya da aşırı üzüntü gibi duygusal durumdaki ani değişiklikler olabilir. Bayılma durumlarında önce hastanın nabız ve solunum kontrolünün yapılması gerekir. Hastanın nabzı ve solunumu düzenli ise sırt üstü yatırılarak ayakları biraz yükseltilir ve hareket etmemesi sağlanır. Üzerindeki sıkı kıyafetler gevşetilir, kapalı ve kalabalık bir ortamdaysa sakin ve açık bir alana alınır. Kişi 5 dakika içinde kendine gelmediyse sağlık ekiplerini çağırmak ya da dikkatlice hastaneye götürmek en doğrusudur. Sara nöbeti geçiren hastaya soğan koklatmanın hiçbir faydası yok! Epilepsi hastaları bayıldığında, kendine zarar vermesini engellemek gerekir. Epilepsi nöbetindeki hastaya soğan koklatmak ya da bayılan birine kolonya koklatmaya çalışmanın asıl amacı hastaya dışarıdan bir uyaran vermek olarak düşünülebilir, ama bu gibi uyaranlar epilepsi krizinin geçmesine yardımcı olmamaktadır. Hatta kolonyalı mendili ağzına kapatmak gibi hareketler hastanın nefes almasını engelleyebilir. Hastane şartları dışında kişi nöbet geçirmekteyse, en önemli tavsiye, kasılmalarından dolayı kendine o anda zarar verecek pozisyonlardan kurtarmak, varsa etraftaki tehlikeli cisimleri uzaklaştırmak ve hastayı kendi haline bırakmaktır. Başının çarpmamasına engel olarak, dilini ısırmasını önlemek için dişlerinin arasına bir mendil ya da kravat konabilir. Çoğu nöbet genellikle 1-2 dk içinde kendi kendine durur, bunu beklemek ve sağlık ekiplerini çağırmak gerekir. Kırık ucu açıktaysa steril bir bezle yaranın üstünü kapamak önemli! Kırık durumlarında en önemli şey o bölgeyi hareket ettirmemektir. Kemiklerde şekil bozukluğu yoksa, bir yaralanmanın burkulma mı, kırık mı olduğunu anlamak güçtür. İkisinde de aynı yöntemlere başvurulabilir. Kemik ucunun dışarıda olduğu açık bir kırıksa steril bir bez yardımı ile yaranın üzerini kapatmak ve mümkün olan en az hareket ile en yakın sağlık kuruluşuna baş vurmak gerekir. Zehirli böcek ya da yılan sokmalarında, yarayı emmek büyük bir yanlış! Genelde yaz aylarında rastladığımız bu durumda, yılanın veya böceğin zehirli olup olmadığını anlamak güçtür. Yılan ya da zehirli akreplerin cinsini anca konunun uzmanları bilirler. Bu şekildeki yaralanmaları ciddiye almak gerekir. Böyle durumlarda ısırılan bölgeyi yıkamak, varsa alkol veya batticon gibi antiseptiklerle silmek ve kanın geri dönüşümünü engelleyecek uygulamalar yapmak önemlidir. Yani bir bezle yaralı bölgeyi, üst kısmından sıkarak bağlamak ve en kısa zamanda bir sağlık kuruluşlarına başvurmak gerekir. Yaralı bölgeyi kesmek ya da emmek son derece yanlış ve müdahale eden kişinin hayatını tehdit edebilecek uygulamalardır. Ancak başka bir yöntemle, olay yerinde vakum oluşturularak ısırılan bölgedeki zehri emme imkanı varsa, faydalı olacaktır. Bilinçsiz kalp masajı hayati tehlike nedeni! Boğulma, suda ya da yoğun duman sebebiyle gerçekleşir. Suda boğulmada solunum yollarına su kaçtığı için burada refleks olarak spazm olur ve vücut kendi kendine solunum yolunu kapatır. Kişi sudan çıkarıldığı anda hayati fonksiyonlarının kontrolü yapılır. Nabız, kalp atışları ve solunum kontrol edilir. Bu bulgularda sorun varsa solunum ve kalp masajı yapılır. Ancak bunları muhakkak ilk yardımı eğitimi almış bir kişinin yapması zorunludur. Yanlış yapılan kalp masajı hayat kurtarmak istenirken, kişinin hayatını tehlikeye atabilir. Duman boğulmalarında ise kişiyi ilk önce açık havaya çıkarmak gerekir. Kendi solunumu yoksa ağızdan ağza suni solunum yapılabilir. Özellikle anne-babalar “heimlich manevrası”nı bilmeli! Yabancı cisim tıkanmaları, genellikle bir şey yerken veya içerken gülme ya da ani hareket etme sonucu çıkabileceği gibi, sıklıkla çocukların oyun oynarken cisimleri ağız ve burunlarına sokmaları sonucu da görülmektedir. Kişi konuşamıyor, öksüremiyor, iki eliyle boğazını kavramış ve panik halinde ise, aşırı zorlanarak nefes almaya çalışıyorsa hemen müdahale edilmelidir. Eğer kişide şiddetli soluk yolu tıkanması bulguları varsa bir elle kişi göğsünden desteklenir, mümkün olduğunca öne eğilmesi sağlanır. Diğer elin topuk kısmıyla kürek kemiklerinin arasında 5 kez sert şekilde vurun. Eğer sırttan vurulan darbelerle yabancı cisim çıkmadıysa karından itme işlemi (Heimlich manevrası) uygulanır. Özellikle anne-babalar bu manevranın nasıl uygulandığı ile ilgili eğitim almalıdırlar.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Karar Verme Mekanizması

Hiç beklenmedik faktörler karar verme mekanizmamızı etkiliyor… Her gün önümüze karar vermemiz gereken şeyler çıkıyor. Ev bakarken, iş değiştirirken, alışveriş yaparken, günlük yaşantımız sırasında tercih yaparken… Sizce hangisi sonucu etkiliyor? Kendi planlarımız mı yoksa dış faktörler mi? Çoğunlukla bu etkilerin farkına varmazsınız. Ama psikologlara göre, dış faktörlerin seçimlerimiz üzerinde büyük etkisi var. Mesela, tuvalete gitmek için sıkışmak, yani dolu bir idrar torbası uzun dönemli kararlarımızı etkiliyor. En azında Twente Üniversitesi’nde Mirjam Tuk’a göre bu böyle. Bir deneyde Tuk, iki grup katılımcıyı test etti. İlkine beş bardak su içmelerini söyledi, ikincisine ise sadece beş yudum. 40 dakika sonra, iki grup karar verme kabiliyetleri konusunda bir teste tabi tutuldu. Tuk’a göre, ‘sıkışmış’ olan grubun kişisel kontrol mekanizması daha sağlıklı çalışıyordu ve uzun dönemde onlara daha büyük fayda sağlayacak seçeneklerden yana oy kullandılar. Radikal’deki habere göre, Tuk’un bulguları dikkat çekici çünkü, ‘ego tükenmesi’ diye adlandırılan temeli uzun yıllara dayanan bir teoriyi sorgulamamıza sebep oluyor. Bu teoriye göre insanların limitli bir kontrol havuzu var. Banyoya girerken de, yemek seçerken de, bir şeyi inkar ettiğimizde bu havuzdan kullanıyoruz. Roy Baumeister’ın geliştirdiği bu teoriye göre, eğer önemli bir karar vermeniz gerekiyorsa, bu rezervden kullanmamaya dikkat etmeniz gerekiyor. Rezerv de çok farklı çeşitlerde kullanılabiliyor. Örneğin sıkıcı bir toplantıda dikkat çekmek için kendinizi zorladığınızda, komik olmayan birine zorla güldüğünüzde ya da sinirliyken kendinizi tutup aklınızdakileri söylemediğinizde… Karar verme kabiliyeti kas sistemine benzetilebilir. Fazla kullanıldığı zaman yıpranır ve yorulur. Bazılarına göre bu efekt hayatları etkileyecek boyutlara gelebilir. İsrailli bilim insanlarının son araştırmasına göre, hâkimler karınları tokken ya da sabah erken saatlerde daha çok şartlı tahliye kararı veriyor. Gün sonunda ise hapse mahkum etme oranı artıyor. Karar mekanizması yoruldukça daha kolay ve çabuk olan seçimi yaptıkları gözlemleniyor. İnsanlar çevrelerinden de etkileniyor. MIT’de psikoloji profesörü Josh Ackerman, seçimlerimizin o anda dokunduğumuz şeylerden bile etkilenebildiği görüşünde. Yaptığı araştırma gösteriyor ki seçim anında elimizde ağır ya da hafif bir şey olması yönelimimizi etkiliyor. Ağır bir şey taşımak ayaklarımızın daha sağlam yere basmasını sağlarken, hafif şeylerle kararlarımız biraz daha bulanıyor. Aynı şekilde sert bir sandalyede oturduğumuz zaman pazarlık kuvvetimiz artıyor ama konforlu olduğumuzda aynı performansı göstermiyoruz. Sıcak bir bardak tutarken daha sıcakkanlı, buzlu bardakla daha soğuk olmamız da beynimizin dış etkenleri kelime anlamlarıyla algıladığının kanıtı. Ackerman, bunun sebebinin dokunmanın doğumdan sonra ilk öğrendiğimiz his olmasından kaynaklandığını söylüyor. Soyut düşünme ise elbette ileriki yıllarda gelişiyor. UYKUSUZ KARARSIZLIĞI Karar vermeyle ilgili bir diğer ilginç bulgu da uyku düzensizlikleriyle ilgili. Singapur Üniversitesi’nden Michael Chee’ye göre, yorgunken önemli kararlar almak doğru değil. Chee’ye göre uykusuz olduğumuzda seçimlerimizde fazla iyimser davranıyoruz. Bu da yanlış tarafa yönelmemize sebep olabiliyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri cerrahlarda gözlemleniyor. Uzun ameliyatlar sonrasında doktor, yeni bir kısayol bulduğu inancıyla çok riskli tercihler yapabiliyor. Aynı şekilde kumarhanelerin sabaha kadar açık olmasının sebebi de bu. Yorgunluk bir anda her şeyi riske atacak kadar ‘deli cesareti’ getirebiliyor. Cinsel olarak uyarılmış olmak da tercihlerimize pek olumlu yansımıyor. Bu durum bizi tezcanlı ve aceleci yapıyor. Duke Üniversitesi’nden Dan Ariely’nin öğrencileri üzerinde yaptığı araştırma ilginç bir bulguyu ortaya koydu. Gençlerin libidoları tarafından neye yöneldikleri konusunda hiçbir fikri yok. Bunun sebebi de Ariely’ye göre sınırlı bir duygu rezervimizin olması. Bir duygu tarafından baskın bir şekilde ele geçirildiği zaman, ilgisiz alanlarda tercih yapmamız, makul karar vermemiz zorlaşıyor. Ama eğer bütün seçimlerimiz, dış faktörler tarafından şekilleniyorsa, şu soru kaçınılmaz değil mi? “Hangi noktaya kadar karar mekanizmamız üzerinde kontrol sahibiyiz?” Profesör Ackerman’a göre cevap “Çok az”. Yani bundan sonra yanlış bir karar verdiğinizde, kendinizi tutamadığınızı, çevreden etkilendiğinizi söyleyebilirsiniz. KAYNAK:Toplumsal Analiz

7 Haziran 2013 Cuma

Mutluluk Hormonu Serotonini Arttırmanın Yolları

Her daim mutsuz mu hissediyorsunuz, çevrenizdeki hiçbir şey sizi mutlu edemiyor mu? Bu durumda sorun serotonin hormonunuzda olabilir. Fakat mutlu olamadığınız için mutsuz olmayı bir kenara bırakır; bedeninizi, ruhunuzu ve zihninizi beslerseniz siz de gülümsemeyi başarabilirsiniz. Sabahları mutsuz uyanıyor, ne yaparsanız yapın bir türlü kendinizi mutlu hissedemiyorsanız mutluluğu öğrenme vaktiniz geldi de geçiyor demektir. Peki mutluluk gerçekten öğrenilebilir mi? Serotonin Mutluluk Akademisi’nden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Işık Akgöl’e göre mutluluk öğrenilebiliyor. Fakat bunun için ilk olarak serotonin hormonuna ihtiyaç duyuluyor. Serotonin, mutluluk veren hormona verilen isim ve bu hormon bağırsaklardan, beyinden ve trombosit denilen pıhtılaşma hücrelerinden salgılanıyor. Serotonin ağrıyı azaltıyor Serotonin hormonu yüksek olan kişiler, kendilerini daha mutlu hissediyor, daha iyi uyuyor ve sabahları kaliteli bir uykunun sonucuyla dinlenmiş olarak uyanıyorlar. Bu kişilerin ağrı eşikleri yükseliyor. Serotonin iştah mekanizmasını da düzenliyor. Stres anında çok yemek gibi bir problem serotonin hormonu yüksek olan kişilerde görülmüyor. Eksikliğinde ise depresif hissediliyor, depresyona neden olabiliyor, uyku bozuklukları görülüyor, sabahları yorgun kalkılıyor, duygulanım bozuklukları yaşanıyor, mutlu edecek olaylar bile serotonin seviyesi düşük olan kişileri mutlu etmeye yetmiyor. Bu kişilerin, ağrı eşikleri düşük olduğu için genelde kronik ağrı çekiyorlar. Mutluluk eğitimi Dr. Işık Akgöl mutluluğun öğrenilebileceğini belirtiyor ve “Mutlu olmak, bana göre bir seçim. Mutlu olmak istiyor musunuz? Aslında bu sorunun cevabına kim ‘Hayır’ diyebilir ki? Sadece yürekten ‘Evet, ben mutlu olmak istiyorum’ dedikten sonra yapmanız gerekenler var. Yıllardır kronik ağrıları olan kişiler ile ilgileniyorum. Kronik ağrısı olan kişilerde fiziksel problemlerin ötesinde psikolojik ve ruhsal sorunlar olduğunu fark ettim. Bu kişiler, tam olarak hastalık olmasa da mutsuzlar, endişeliler, iyi uyumuyorlar, hayattan zevk almıyorlar ve serotonin seviyeleri düşük. Eğer mutluluğu seçerseniz, mutsuzluğu ayıklamanız gerekiyor” diyor. Mutlu olmak üzere karar vermek gerekiyor. Çünkü mutluluk bir seçimse olayların ne olduğu değil, olayları nasıl algıladığınız sizi mutlu ya da mutsuz ediyor. Birisi için son derece mutsuzluk veren bir olay, başkasına mutluluk verebiliyor. Piyangodan para çıkmışsa siz mutluluktan deli olurken, anneniz “Eyvah! Çocuğumun başına neler gelecek?” diye üzülebiliyor yani aynı olaya farklı anlamlar yükleyerek farklı duygular yaşayabiliyoruz. Bedeni mutlu etmenin yolları Bedeni mutlu etmenin en önemli ve en kolay yolu spor yapmak. Spor bedeninizi ve zihninizi çalıştırıyorsunuz. Herhangi bir spor dalını seçerek başlayabilirsiniz. İlgi alanınıza göre bireysel veya takım oyunların herhangi biri işinize yarar. Tabii ki eğer takım arkadaşlarınızı iyi seçerseniz takım oyunları çok daha faydalı olacaktır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, spor düzenli olursa eğer tam anlamıyla sizi mutlu etmeye yetecektir. Hayatta mutlu olduğunuz anları saklayıp, kendinizi mutsuz hissettiğinizde bu anıları kullanabilirsiniz. Nasıl mı? İmajinasyon ile gözünüzü kapatıp, o anı bir daha yaşayarak. Eğer bugüne kadar birine karşılıksız olarak bir yardımda bulunmadıysanız gerçekten mutlu olmamışsınız demektir. Sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, birilerine gönüllü olarak yardım etmek sizi mutlu hissettirecektir. Ruh ve beden mutluluğu İnsanın sağlıklı ve mutlu olmak için sosyal hayatının da iyi olması gerekiyor. Bunun için de hobiler edinilmeli. Dr. Işık Akgöl, “Günümüz insanının en büyük problemi dışarıdan çok fazla bilgi alması. Çoğumuz çok stresliyiz. Stres altındayken mutlu olmak zor. Çünkü stres altındayken kararlarımız ve düşüncelerimiz beynimizde kortekse ulaşmadan hayvanların karar verme mekanizması olan hipotalamus mekanizmasına ulaşıyor ve buradayken karar veriyoruz. Kısacası içgüdüsel davranıyoruz. Bu durumda da zihni durultmak gerekiyor.” diyor. Dr. Işık Akgöl’e göre eğer bedeninizi, zihninizi ve ruhunuzu formda tutarsanız ve üçü birbiriyle uyumlu olursa mutlu olabilirsiniz. Dr. Akgöl, “Bedeniniz iyi durumdaysa, zihniniz parlaksa ve ruhunuz dinginse mutlusunuz demektir. Bedeniniz nasıl iyi durumda olur? Egzersiz yaparsanız, onu doğru gıdalarla beslerseniz, uykunuzu iyi alırsanız genetik faktörler dışında bedeniniz iyi durumda olur. Aynı şeyleri zihin ve ruh için de yapabilirsiniz” diyor. Serotonini neler yükseltiyor? - Aşık olmak serotonin seviyesini en çok yükselten etkenler arasında yer alıyor. - Egzersiz yapmak serotonini yükseltiyor. Güzel bir havada yürümek, koşmak mutlu olmanıza yardımcı oluyor. - Güneşi görmek de serotonin hormonunun yükselmesini sağlıyor. - Çikolata, muz gibi besinler serotonin seviyesini artırıyor. KAYNAK:Toplumsal Analiz

6 Haziran 2013 Perşembe

İdrar Yolu Enfeksiyonu Erken Doğum Nedeni

Gebelik sırasında ortaya çıkabilen en önemli sorunlardan biri olan idrar yolu enfeksiyonları, erken doğum ve düşük riskini artırıyor. Bu nedenle anne adaylarının gebelik süresi boyunca yeterli sıvı tüketmesi, düzenli ve sağlıklı beslenmesi, doktor kontrollerini aksatmaması Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Fatma Kutlusoy, gebelikte sıvı alımı ve sağlıklı beslenmenin önemi hakkında bilgi verdi. Gebelikte çay kahve tüketilmemeli Gebelikte sıvı tüketimi son derece önemlidir. Özellikle yaz aylarında sıvı kaybı fazla olduğu için gerekli sıvı alımı yapılmalıdır. Sıvı, erken doğum tehlikesini önlemenin yanı sıra bebeğin hızlı gelişiminde de önemli bir yere sahiptir. Gebeliğini yaz döneminde geçiren anne adayları günde ortalama 2 litreden az olmamak kaydı ile su tüketmelidir. Suyun yanında sıvı tüketimi de çok önemlidir. Sıvı alması gereken gebeler çay ve kahve yerine, süt ve süt içerikli zengin mineralli içecekler tüketmelidir. Özellikle kahvenin, içerdiğinde bulunan “parakasantin” maddesi, günde 500 mg’ın üzerinde kahve tüketen bir gebe adayında düşük ve erken doğum tehlikesine, anne karnında ölü doğumlara neden olabilmektedir. Bunun yanında sık çay tüketen anne adaylarında ise demir eksikliği anemisi görülmektedir. Yeterli sıvı alımı idrar yolu enfeksiyonlarını önler Gebelikte idrar yolu enfeksiyonları sıklıkla görülmektedir. Bunun de en önemli nedeni, sıvı kaybı ve yeterince su tüketilmemesidir. İdrar yolu enfeksiyonu erken doğum ve düşük riskini artırmaktadır. Gebelerde idrar yolu enfeksiyonu herhangi bir belirti vermeden ortaya çıkabilir. İdrar yaparken yanma ve acıma şikayetleri fazla görülmez. Şikayetler kendini sık idrara çıkma olarak gösterir. Bu durum, rahimin idrar torbasına baskısına bağlı olduğu gibi idrar yolu enfeksiyonlarının başlangıcı da olabilir. Düzenli gebelik kontrollerini yaptıran anne adaylarında tam idrar tetkikiyle enfeksiyon tanısı konulabilir. İdrar yolu enfeksiyonlarında erken teşhis, özellikle prematüre bebek oranını azaltmaktadır. Düzenli gebelik kontrolü hem anne hem de bebek sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır. İdrar yolu enfeksiyonlarına bağlı risklerin önlenmesi için gebelik döneminde susuz kalınmaması, vücudun sıvı ihtiyacının yeterince karşılanması ve gerekli miktarda su tüketimine önem verilmesi gerekir. Sağlıklı gebelik için kilo kontrolü ve vitamin desteği de önemli İdeal olan bir gebelik, 10-12 kilo ile bitmelidir. Gebeliğin ilk 3 ayında ortalama yarım ile 1 kg diğer aylarda ise 1-1.5 kg alınması önerilmektedir. Bir anne adayının gebelik boyunca normal kaloriye ek olarak günlük ortalama 20 gram protein ihtiyacı, 300 kalori, 500 mg kalsiyum ihtiyacı doğmaktadır. Fetüsün kemik ve diş yapısı ile sağlıklı gelişimi açısından vitamin ve mineraller çok önemlidir. Sağlıklı bir gebelik dönemi geçirmek için gebeliğe ideal kiloda başlamak gerekir. Her anne adayı gebe kalmadan 3 ay önce mutlaka folik asit yani B9 vitamini desteği almalıdır. Anne karnındaki bebeğin sinir sistemi gelişiminde önemli bir yer tutan folik asidin gebelik süresince de alınması önerilmektedir.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Biber Gazı

BÖCEK Mİ İLAÇLIYORSUNUZ BEYLER ? Organizmaya girince yaşamı olumsuz etkileyen, bozan ve insanı öldüren maddeler “zehir” olarak tanımlanır. Bu bağlamda, sigara bir zehir olduğu gibi biber gazı da bir zehirdir. Güney Amerika kırmızı biberinden elde edilen biber gazının sigara kadar tehlikeli ve ölümcül etkileri vardır. Sigaranın olumsuz etkileri zaman içinde çıkıyor, ama biber gazı hemen etki gösteriyor. Biber gazının ilk etkisi burun mukozasında tahriş ve nefes borusunda genleşme yaratarak solunumu zorlaştırmasıdır. Solunum zorlaşınca kalbe aşırı yük biner, tansiyon yükselir, yeterli oksijen alınamadığından kalp krizi riski artar, gaz aşırı dozda alındığında zehirlenerek boğulma ve ölüm riski yükselir. Bu nedenle, biber gazı özellikle alerjik ve astımlı bünyelerde çok ciddi ölümcül sorunlara yol açabilir. İkinci olarak gözlerde yanma, kızarıklık, sulanma ve şişmenin yanı sıra, bir saat kadar geçici körlük oluşabilir. Bazı durumlarda deride alerjik reaksiyon, yanık, uçuk ve yaralar görülebilir. Gazın etki süresi alınan doza göre 20 dakika ile 2 saat arasında değişmektedir. Uzmanlara göre gözlerdeki yanmadan kurtulmanın yolu gözün kendiliğinden yaşararak gaz kalıntısını temizlemesidir. Önerilen yöntem gözü yakmayan şampuanlarla yüzü ve gözleri yıkamaktır. Biber gazı suda çözünebilen bir madde olmadığından deriye su uygulamak etkili bir yöntem değildir. EK BİLGİ: Biber gazı (oleoresine capsicum gazı) nın hammaddesi Şili biberidir. Buradan yola çıkarak, bazı akil adamlar gazın “organik” olduğunu iddia etmişler, bir takım tıbbiye mektepleri de gazın “uygun eğitim almış personel tarafından kullanıldığında insan sağlığına zararlı olmadığı” doğrultusunda bilimsel (!) raporlar düzenlemişlerdir. Benim yüzüm kızarıyor, ancak, şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor: Söz konusu gazın hammaddesi laboratuvarlarda kimyasal işleme tabi tutularak “Chlorobenzylidene Malononitrile” adı altında kimyasal bir gaza dönüştürülmektedir. Formülü C10H5ClN2 dir ve kesinlikle organik bir madde olmayıp inorganik zehirli bir maddedir. (Doğada bulunan Koka bitkisinden elde edilen kokain de mi “organik” o zaman? O zaman kokain için de “uygun eğitim almış kişilerce kullanıldığında insan sağlığına zararlı değildir” diye rapor düzenleyin de görelim bakalım) Almanya, İtalya ve İsviçre’de biber gazı sadece ve sadece meşru savunma amacıyla kullanılabiliyor. İngiltere’de tamamen yasak. Avrupa ülkelerinde bu gazın kitlelere karşı kullanılıp kullanılmaması halen tartışılmakta olan bir konudur.