Hürriyet

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Yemek Hazırlarken Bilinçli Davranın

Sebze ve meyveler mineral ve vitaminler ile hücreyi koruyan antioksidanlar bakımından zengindir. Birçok hastalık vücudun savunma mekanizmasının düşük olduğu dönemlerde kapımızı çalar. Kanserin gitgide yaygınlaştığı bu dönemlerde beslenmeye ve özellikle de taze sebze meyve tüketimine önem gitgide artmaktadır. Organik besine olan inançla beraber; doğalı bulma, meyve ve sebzeleri doğal halinde tüketme isteği toplumumuzda oluşmaktadır. Memorial Ataşehir Tıp Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Şefika Aydın Selçuk, besinlerin tüketiminde dikkat edilmesi gereken noktalar hakkında bilgi verdi ve sağlıklı yemek pişirme önerilerini sıraladı. Vitamin ve mineraller vücutta enerji ihtiyacını karşılamasa da enerjinin kullanılmasında gerekli olup büyümeye yardımcıdırlar. Sinir ve sindirim sisteminin normal çalışması için yeterli miktarda öncelikli olarak besinlerden karşılanması gerekmektedir. Özellikle yaşamımızı sürdürmemiz için elzem olan vitamin ve mineraller vardır. Bunların en iyi kaynağı ise sebze ve meyvelerdir. 1 kase salata ya da taze doğranmış meyve ile bağırsakların ilacı Çiğ sebze ve meyveler içeriğindeki posaları sayesinde lifli beslenmeye en büyük katkıyı sağlamaktadır. Posalı beslenme kolesterolü düşürdüğü gibi kalp sağlığına da olumlu etkileri vardır. Sebze ve meyvelerin içeriğindeki lif kabızlık şikayeti olanlarda kabızlığı önleyici rol oynamaktadır. Bağırsak sorunu yaşayanlarda veya sıkıntılı dönemlerde sıklıkla yaşanan kabızlık için 1 kase salata veya taze doğranmış meyveler bu rahatsızlığı kısa sürede geçirebilir. Ayrıca içeriğinde bulunan karbonhidrat sayesinde; ana öğünlerdeki tüketilen salata ve sebze yemekleri ile ara öğünlerdeki meyveler tokluk sağlar ve kan şekerini düzenler. Bu sebeplerle vitamin ve mineralleri diyetimizde yeterli almak gerekmektedir. Sebze ve meyvelerin canlılığını koruyun Sebze ve meyveler toplanma aşamasından sonra yanlış hazırlanma ve pişirilme sürecinde vitamin kayıpları verebilir. Sebze ve meyvelerin besin değeri kaybına uğramaması için hasattan tüketilinceye kadar her aşamada dikkatli olmak gerekir. Pişirmede oluşacak kayıpları en aza indirmek ve sebzenin canlılığını korumak için dikkat edilecek hususlar; Sebzenin ve meyvenin doğal rengini korumak için kısa sürede pişirme gerekir. Pişirme süresini uzattıkça besin değeri kayıpları artar. Kapağı mümkün olduğunca az açılarak ( öneriler 1–2 kez ) oksidasyona olanak sağlamadan pişirmek gerekir. Sebzeler pişme öncesinde bol suda yıkanmalı ve yıkama sırasında el ile hafif ovalama dışında başka bir metal ile temas ettirilmemelidir. Sebzeler tencereye koyulmadan hemen önce parçalanmalıdır. Pişmeye yakın kezilen sebzede C vitamini kaybı az olur. Sebzeyi parçalamada el ile parçalanabilecek marul, fasulye, ıspanak gibi besinlerin haricinde diğerlerinde bıçak mümkün olduğunca az temas ettirilerek daha büyük parçalarda kesilmelidir. Fazla suda ve uzun süre pişen sebze çok yumuşar ve ezilir. Sebzenin şekli korunmamış olur. Örneğin kabak patlıcan ve ıspanak benzeri besinler kısa sürede pişer. Bu besinleri uzun süre pişirme ve pişirirken sık sık karıştırma şeklinin bozulmasına vitamin kaybetmesine neden olur. Sebzeler pişirilirken kendi suyunu bırakacağı için susuz veya az suda pişirilmelidir. Sebzeyi pişirdikten sonra bekleme süresini uzatmadan tüketmek önerilmektedir. Sebzelerin pişirilmesi ve oluşan kayıplar ile yapılan çalışmalarda; Yumru sebzelerde patates gibi B vitamini kaybı %25- 90, C vitamin kaybı ise % 40–50 arasına çıkabilmektedir. Lahana, ıspanak, marul, semizotu gibi yaprak sebzelerde pişirme sırasında % 30- 90 civarı kayıp, C vitamininde % 70 civarı kayıplar görülmüştür. Bazı sebzeleri çiğ tüketmek gerekiyor Sebzeleri tüketirken bu pişirme koşullarına dikkat etmek ve sebzeleri çeşitli şekilde tüketmek gerekir. Bazı sebzeler hazmı kolay olması açısından pişirilmeden tüketilebilir. Semizotu, ıspanak, havuç, kereviz, biber, soğan, karnabahar gibi sebzeleri çiğ olarak besin değeri kaybolmadan salatalarda tüketebilirsiniz. Gastrit, reflü gibi sindirim rahatsızlıkları olanlar, sezaryen ile yeni doğum yapmış olan anneler dışında herkes çiğ sebzeleri rahatlıkla tüketebilir. Meyvelerde aynı şekilde bol suda yıkanarak kabukları ile yenilebilenler kabuğu ile beraber tüketilerek çok parçalanmadan kesilmeden tüketilmelidir. Kurubaklagilleri önceden ıslatıp düdüklü tencerede pişirin Baklagiller olgunlaşmış bitki tohumları olup karbonhidrat ve protein içeren beslenmede sıklıkla yer alması gereken besinlerdir. Nohut, mercimek, soya fasulyesi, bezelye, kuru fasulye, bakla, bezelye, börülce bunlardan bazılarıdır. Tohumun dışı posadan, iç kısımları ise nişastadan oluşur. Kurubaklagillerde az miktarda bulunan yağ çoklu doymamış yağ asitleridir. En yağlısı soya fasulyesidir. Bunun dışında kalsiyum, demir, çinko ve magnezyumdan da zengindir. Kurubaklagilleri sindirime uygun ve sağlıklı pişirmede dikkat edilmesi gereken hususlar: Oda ısısında 8- 24 saat arası ıslatılarak kısa sürede pişirilmesi sağlanır. Dış zarlarının çıkarılması daha da kolaylaşır ve sindirimi kolay hale gelir. Islatma suyunun atılmasında besin değeri kaybı yoktur. 100 C’ nin üzerinde protein kaybı olur. Sıcaklık orta ateş olarak ayarlanmalıdır. Kurubaklagiller öncesinde haşlanarak pişirilme yapılacaksa haşlama suları dökülmemelidir. Haşlama suyunda suda eriyen vitaminler oldukça fazladır. Düdüklü tencereler kurubaklagiller için en iyi pişirme yöntemidir. Ağzı kapalı 45- 60 dakika pişirme yeterlidir. Et ve et ürünleri için en doğru pişirme yöntemlerini kullanın Etin yumuşaklığı; hayvanın türüne, yaşına, kas ve yağ dokusu miktarına, beslenmesine, kesildikten sonraki dinlenme durumuna göre değişir. İyi beslenmemiş hayvan eti ile çok hareket eden hayvanın eti sert olur. Bu nedenle hayvanın çeşitli yerlerinden elde edilen etlerde farklı pişirme yöntemi uygulanır. İyi beslenmiş hayvan eti yağlıdır. Yağlı etler daha yumuşaktır. Hayvan yaşlandıkça yağlılık derecesi azalır. Etin pişirilmesinde çeşidi ve bağ dokusu içerine göre uygulanan yöntem etin lezzetini arttırır. Kuru ısıda pişirilmesi uygun etler: Bağ dokusu az etlere uygulanır. Izgara ve fırın rosto bu yöntemle pişirilmelidir. Bağ dokusu fazla etler kıyma haline getirilerek köfte şeklinde kuru ısıda pişirebilir. Izgara yaparken yüksek ısı verilememelidir. Bu etin hızlıca katılaşmasına iç kısmının çiğ kalmasına sebep olur. Ayrıca yüksek ateşte pişirme protein kaybına sebep olur. Tavuk etinin ızgara veya yağsız tavada kendi yağı içinde pişmesi tavuğa uygulanan en uygun yöntemdir. Nemli ısıda pişirme: Bağ dokusu fazla olan etlere uygulanır. Kuşbaşı etler, parça etler bu pişirme yöntemi ile az su kullanılarak kebap, pirzola, biftek gibi yemekler yapılabilinir. Yağda kızartma yöntemi: Sağlık açısında önerilmeyen bu yöntem ise kıymanın köfte haline getirilmesi veya balık çeşitlerinde kullanılır. Yağ çok kızgın olursa etin dış yüzeyi katılaşır ve içe ısı gitmesini önler. Et pişmez ve çiğ kalır. Yine etin yanık kısımları kanserojenik maddelerin oluşturur. Az yağ kullanılması ise etin daha çok yağ çekmesine sebep olur. Kanatlı hayvan etlerinde ve balıkta kızarma yöntemi öncesi etler unlanabilir.

23 Temmuz 2013 Salı

Panik Atak Ve Kalp Sağlığı

Panik atak krizi yaşayanların çoğunluğu o anda kalp krizi geçirdiklerini düşünür ve büyük korku yaşarlar. Hele, hele bir yakını,arkadaşı kalp krizi geçirmiş yada krizden ölmüş ise kişinin korkusu ve evhamı daha da artar.Sürekli kalbinden gelen''seslere kulak verir''.. Panik atak anında; -Göğüste sıkışma,yanma,batma,ağrı, -Sol kola vuran ağrı ve uyuşma, -Çarpıntı ve kalbin göğüs kafesinden fırlayacak gibi olması -Nefes darlığı , -Terleme,ateş basması, -Mide bulantısı belirti ve şikayetleri olur. Bu belirtilerin bir kısmı kalp krizinde de yaşanmaktadır.Ve de kişinin kalp bölgesinde bu rahatsızlıklar yaşandığından haklı olarak insanların aklına, kalp krizi gelmektedir. Bu nedenle çoğu panik atak hastası,krizi geldiğinde hemen bir kardiyologa,dahiliyeciye yada acil servise baş vurur. İlk defa geçirilen panik atak da daha dramatik anlar yaşanır.Yaşamında hiç ciddi bir sağlık sorunu yaşamamış birisinin aniden şiddetli bir çarpıntı,nefes darlığı ve kalp bölgesinde baskı hissetmesi''eyvah kalp krizi geçiriyorum,ölüyorum''şeklinde algılanır. Kardiyoloji Uzman Dr.Servet Altay'a Panik Atak İle Kalp Krizi arasındaki ilişkiyi sorduk. PANİK ATAKLA KALP KRİZİ ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR? PANİK ATAK DA YAŞANANLAR -Önce çarpıntı başlar. -Zaman,zaman göğüste,kalp üstünde ağrılar olur,saplanıp geçer kısa sürelidir. -Dikkat dağıtılınca,hareket edince,efor sarf edince geçer. -Dinlenince artar. -Çarpıntı dinlenince artar. -EKG de kalp hızında artış olur.(Taşikardi) -Başka bir bozukluk olmaz. -Ağrıyan yer parmakla gösterilir,sınırlı bir alanda ve geçicidir. -Ağrı yayılmaz ve gelip geçicidir. -Çoğunlukla tansiyon yükselir. -Bulantı hissi olabilir. -Kusma olmaz. KALP KRİZİNDE YAŞANANLAR -Çarpıntı göğüsteki ciddi,ağır bir ağrı krizini takip eder. -Ağrı göğüsün ortasındadır.Ve süreklidir. -Hareket ve eforla ağrı artar. -Dinlenince azalır,yada geçer. -Çarpıntı dinlenince azalır. -EKG (Elektrokardiyografi)de,kalp ritminde anormallikler saptanır. -Göğüs ağrısı çok şiddetli ve 15-20 dakikadan uzun sürer.Müdahale edilmediğinde 5-6 saat dahi sürebilir. -Ağrı gittikçe artar tüm göğse yayılabilir. -Pozisyon değiştirince ağrının yeri değişmez. -Ağrı çeneye,boğaza,sırta veya mideye doğru yayılabilir. -Çoğunlukla tansiyon düşer. -Bulantı ve kusma olur. Toparlarsak;panik atak anında kalp krizi geçirildiği hissi ve korkusu aşağıdaki nedenlere bağlıdır: -Panik anında yükselen adrenalin ,irade dışı çalışan kalp kaslarını uyarır.Kalp hızlanır.Kaslardaki gerilime bağlı sinir uçlarının baskı altında olması gibi nedenlerle göğüste gelip gidici,kısa süreli ağrılar olur. -Çarpıntı,ağrı gerçekten var ve yaşanır.Fakat bu belirtilerin beyinde değerlendirilip,anlamlandırılmasında hata vardır.Yani bilginin izlenmesi sonucu yanlıştır. -Bu belirtiler kalp krizi habercisi veya belirtisi gibi algılandığından''eyvah kalp krizi geçiriyorum''korkusu başlar.''Tehlikeli,ciddi bir durumla karşı karşıyayım''yorumu kişiyi çare aramaya iter.Yeni ‘'sanal kalp krizine''karşı bir savunma,korunma,onu defetme mücadelesi başlar. Çünkü insanoğlu tehlikeli bir durumla karşılaştığında ya kendisini savunacak,mücadele edecek yada kaçacaktır. Kalp krizi geçiren ve de ölen bir yakın akraba,arkadaşda olmuşsa;yada ailede genetik olarak kalp krizleri yaygınsa kişi panik atağını kolaylıkla kalp krizine yorabilir. PANİK ATAK KALBİ FİZYOLOJİK OLARAK BOZAR MI? “Burada bilinmesi gereken, panik bozukluk, kalp hastalığı olan kişilerde de görülmektedir. Bu durumda panik bozukluk tedavi edilmezse kalp hastalığının gidişi olumsuz yönde etkilenmektedir. Çünkü panik atak sırasında, kalbin daha hızlı atmasına neden olan bazı stres kimyasallarının kandaki düzeyi artar. Bu durum kalpte ritm bozulmasına neden olabilir. Panik atak sırasında hastaların bir kısmı hızlı hızlı nefes alıp verirler, bu sırada da kalbi besleyen damarlarda spazm oluşabilir. Ayrıca, panik bozukluk hastalarında ataklar dışında da stres düzeyinin yüksek olması nedeniyle kalbi besleyen damarların çeperleri kalınlaşabilir ve esnekliğini kaybedebilir. Sürekli stres altında çalışan kalp yorulur. Dolayısıyla, kalp hastalarında panik atak sırasında kalp krizi geçirme riski artar. Panik bozukluk tedavi edilmediğinde kalp hastalığının seyri kötüleşir. Kalp ya da tansiyon ilaçları yetersiz gelmeye başlar. Bu nedenle, kalp hastalarında panik bozukluk tedavisi hayati önem taşır. Panik bozukluk ilaç ve psikoterapiyle kontrol altına alınıp, tedavi edilebilir.

19 Temmuz 2013 Cuma

Çağın Hastalığı Polikistik Over Sendromu

POLİKİSTİK OVER SENDROMU NEDİR? Kadınlarda en sık rastlanan endokrin bozukluk olan “polikistik over sendromu” (PCOS) kadınların yaklaşık yüzde 4-6’sını etkisi altına alıyor. Sorun kendini, düzenli yumurtlama olmaması ve buna bağlı olarak adet düzensizliği ve vücutta erkeklik hormonunun artmasının getirdiği bazı sonuçlarla gösteriyor. Erkeklik hormonunun fazlalığına bağlı olarak da deri yağlanıyor ve akneler oluşuyor, vücutta erkeksi tüylenme denilen dudakların üst kısmında ve yanaklarda tüylenme gözleniyor. İleri aşamalarda ise göğsün ortasında, çevresinde ve karnın alt kısmı ile diz üstü bacaklarda tüylenme ortaya çıkıyor. Polikistik over Latince çok kistli over anlamına geliyor. Yumurtalıkların polikistik görünüm denen bir görünüme sahip olmasının ne anlama geldiğini Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr.İbrahim Sözen şöyle anlatıyor, “Normal olarak her ay yumurtalıklarda birkaç yüz yumurta bir yarışa başlar ve gelişen yumurta olmak amacıyla büyümeye başlarlar. Bunlardan en güçlüsü büyür ve diğer yumurtaların büyümesini engeller, dolayısıyla her ay bir yumurta gelişir ve diğerlerini imha eder. Polikistik overde ise bu düzende bir aksaklık yaşanır. Bütün yumurtalar bir anda gelişmeye başlar ve hiçbiri tam gelişme düzeyine gelişemez ve orta boyda takılı kalırlar. Yumurtalığın içinde kalan bu yumurta kesecikleri aynı zamanda erkeklik hormonu da salgılandığı için polikistik over belirtileri gözlenir. Yumurtalıklara ultrasonla bakıldığında da orta boy tespih tanesi gibi kesecikler görülür. Bu nedenle polikistik over; içinde çok sayıda içi sıvı dolu kesecik olan yumurtalık anlamına geliyor.”Bir çok kişide bu tanı konduğunda isimden dolayı kist olduğunu zannederek korku oluşsa da sorunun kanserle bağlantısı olmadığının altını çiziyor. TEŞHİS YÖNTEMLERİ NELERDİR? “Gelen bir hasta düzensiz adet görüyor ve belirgin bölgelerinde erkeksi tüylenme varsa tanı kolaylıkla konabiliyor. Ama biyokimyasal olarak da kanda gösterilebilecek bazı bulgular var. Bunların başında testesteron miktarı geliyor. Testesteron miktarının üst sınıra yakın ve üst sınırda seyretmesi gerekiyor. Bir başka androjen hormonu olan ve böbreküstü bezlerinden salgılanan DHEAS hormonunun düzeyine de bakılması gerekiyor. Eğer bu hormonların kandaki düzeylerinin yüksek olduğu gösterilirse tanı kesinleştirilmiş oluyor. Ancak bu testlerin yapılması da şart değildir. Eğer bir kadın adet düzensizliği ve aşırı kıllanma ile geliyorsa aksi kanıtlanmadığı sürece bu durum polikistik overdir.” TEMEL SEBEP İNSÜLİN DİRENCİ “İnsülin pankreastan salgıladığımız bir hormon. Görevi kan şekerini hücrelere koymak. Ancak hücreler insüline karşı bir direnç geliştirdiğinde kan şekeri hücrelere geçemiyor ve kan şekeri yükseliyor. Bu durumda pankreas şekerin yüksek olduğunu ve yeteri kadar insülin olmadığını düşünerek tekrar insülin salgılamaya başlıyor. Asıl problem insülin azlığı değil, hücrelerin insüline karşı olan direnci, pankreas bunu bilmediği için sürekli insülin salgılamaya devam ediyor ve hiperinsülinzm(çok yüksek miktarda kan insülini) diye bir durum ortaya çıkıyor. Fazla insülin de hem böbrek üstü bezlerinde hem de yumurtalıklarda daha fazla androjen üretilmesine neden oluyor. Ne kadar çok insülin, o kadar çok androjen gibi bir bağlantı söz konusu. Eğer biz bu kısır döngüyü bir noktada kırabilirsek androjen üretimini de azaltabiliriz, ki nispeten yeni tedavilerde de bu esas üzerinde gidiyoruz. İnsülin direncini kıran ilaçlar veriyoruz. İnsülin direnci azaltılınca pankreas daha az insülin salgılıyor ve daha az insülin de daha az androjen ve bu da daha iyi yumurtlama anlamına geliyor. KİLO VERMEK BİR TEDAVİ SEÇENEĞİ DİYEBİLİR MİYİZ? İnsülin fazlalığının yarattığı bir başka sorun da beyindeki iştah merkezine yaptığı etki ile iştahın dengesinin de bozulması oluyor. Polikistik overli hastaların büyük kısmı yaşadıkları insülin rezistansı sorunu nedeniyle obez bir görünüme sahip oluyor. Ancak fazla kilo durumun daha da kötüleşmesine neden oluyor ve insülin direncinin daha da artmasına neden oluyor. Dr. İbrahim Sözen, hastaların çok kötü bir kısır döngü içine girdiklerini ve bu nedenle de öncelikle bu kısır döngünün kırılması gerektiğine işaret ediyor. Bu noktada da insülin rezistansını düşüren ilaçlar devreye giriyor. Ancak yaşam tarzındaki değişimle birlikte kilo vermenin sağlanması da çok önemli bir etken oluşturuyor. Araştırmalar kilo veren polikistik overli kadınların hem yumurtlama fonksiyonlarının düzeldiğini hem de doğurganlık şanslarının (da yok)yükseldiğini gösteriyor. Dr. Sözen, konuyla ilgili şunları söylüyor: “Hastalarımıza verdiğimiz ilaçlar onların kilo vermelerine de yardımcı oluyor. Ancak onları aynı zamanda spora ve egzersize karşı da özendirmeye çalışıyoruz. Tedavileri süresince diyetisyen kontrolünde kilo vermelerini sağlamaya çalışıyoruz. Yine yapılan bir çalışmada kilo veren kadınların yüzde 50’sinden fazlasında bu hastalıkta görülen tüylenmenin de düzeldiği gözlenmiş. Bu nedenle kilo vermek çok önemli bir faktör. TEDAVİ DE İZLENEN YOL NEDİR? Polikistik over sendromu yaşayan kadınlar genellikle kıllanma, akne, adet düzensizlikleri ya da çocuk sahibi olamadıkları için hekime başvuruyor. Tedavi ise kadının bebek sahibi olmak isteyip istememesine göre şekilleniyor ve basamak tedavisi adı verilen adım adım gidilen bir tedavi şeması izleniyor. Eğer hasta çocuk istemiyorsa yapılacak birkaç nokta bulunuyor. Öncelikle adet düzenini sağlamak. Çünkü uzun süreli adet görmeyen bu kadınlarda östrojen tek başına rahim içine etki etmeye başlıyor ve sonuçta rahim kanseri riskini artıyor. İkinci nokta, tüylenmesini yok etmek oluyor ve bunun için de antiandrojenler kullanılıyor. Bu sayede hem adet düzeni sağlanabiliyor, hem de tüylenme azaltılabiliyor. Üçüncü nokta ise, insülin rezistansına bağlı olarak oluşan kilo sorununu dengeye sokmak oluyor. Eğer hastada insülin direnci saptandıysa bu direnci azaltan ilaçların kullanılması, karbonhidrattan yoksun diyet ve egzersiz kombinasyonu en faydalı tedavi olarak gösteriliyor. Polikistik over sendromunun semtomlarına yönelik uyguladıkları tedavi şemasını Opr. Dr. İbrahim Sözen şöyle anlatıyor; “Tüylenme için androjen seviyelerini düşürmeye çalışıyoruz. Androjen düzeylerini en iyi düşüren şey doğum kontrol hapları oluyor. Bunların dışında hem yumurtalıklardan, hem de böbrek üstü bezlerinden androjen üretimlerini azaltan, aynı zamanda kıl köklerine de etki eden bazı ilaçlardan (spirinolaktone gibi) da yararlanıyoruz. Ben tüylenme ile gelen hastaya ikisini birden kullanıyorum ve 6-12 aylık tedavi sonrasında son derece olumlu sonuçlara ulaşıyoruz. Sonrasında ise iyi bir sonuç alınmadıysa tedaviye başka ilaçları da ekleyerek devam ediliyor. İyi sonuç alındıysa da bir süre ara veriliyor ve sonrasında tedaviye tekrar başlanabiliyor. Adet düzensizliği olanlarda da doğum kontrol hapı ideal bir tedavi yöntemi. Bu haplar adetlerin düzenlenmesini sağlıyor. Üçüncü grup olan infertilite sorunu olan kadınlarda da da amaç yumurtlama fonksiyonunu artırmak oluyor. Yumurtlama fonksiyonunu artırmak için de insülin rezistansını düşüren ilaçlar devreye giriyor. Aynı zamanda hastanın kilo vermesini de sağlamaya çalışıyoruz. Bazen sadece insülin rezistansını düşüren ilaçlar ve kilo vermenin sağlanmasıyla dahi gebelik mümkün olabiliyor. Yumurtlamayı sağlayan başka ilaç tedavileri de var. Yumurtlama olmasına karşın gebelik yaşanmıyorsa o zaman farklı tedaviler uygulanıyor.”Bu noktada iğnelerle yumurtlatma işlemi gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Eğer iğne yönteminden de yanıt alınmaz ise bu hastalarda aşılama başarılı sonuçlar vermediği için tüp bebek tedavisine geçiliyor.

16 Temmuz 2013 Salı

Yaz Aylarında İdeal Kilo İçin Bu Besinleri Tüketin

Domates ve Salatalık: Düşük kalorili olmasından dolayı yaz aylarında kahvaltıdan yatma vaktine kadar gün boyu domates tüketilebilir. Kansere karşı koruyucu etkileri vardır. Günlük C ve A vitamin ihtiyacını karşılar. Güneşin yüksek ışınlarına karşı cildi besleyen vitamin ve mineralleri içermektedir. Salatalık da A ve C vitamini açısından zengindir. Kabuğunu yıkayıp kabuğu ile yemekte fayda vardır. Özellikle içeriğindeki lif hem şekeri dengeler hem de sindirime iyi gelir. Karpuz: Yüksek antioksidan düzeyine sahip olan karpuz, A ve C vitaminlerinden oldukça zengin bir meyvedir. Vücutta su kaybını önlemektedir. Özellikle potasyum ve magnezyum açısından yüksek önemi vardır. Yaz mevsiminin vazgeçilmez meyvesi olan karpuzun tüketiminde porsiyonlara dikkat edilmelidir çünkü 1 dilimi 45 kaloridir. Karpuz yemeklerden en az 2-3 saat sonra tüketilmelidir. Kuinoa: Bulgur tanesine benzeyen “glütensiz” bir besindir. Hazmı kolay, protein içeriği yüksektir. Tam taneli tahıllar içerir, B vitamin deposudur ve E vitamini yüksektir. Demir ve çinko değeri bakımından zengindir. Yaz mevsiminde salatalarda haşlanmış olarak tüketilebilir. Yulaf Ezmesi: Düşük kalorili ve tok tutucudur. İçerisinde B komplex vitaminler, protein, yağ ve mineraller vardır. Özellikle kan şekerini dengeleyici özelliği sebebi ile kan şekeri olanla düşüklüğü ve diyabet hastalarında tüketilmesi önerilir. İçerdiği lif yoğundur ve kabızlık şikayeti olanlarda hızlı çözüm olabilmektedir. Kilo vermek isteyenlerin yazın vazgeçilmez besini olmalıdır. Enginar: “Ciarin asidi” içeriğine sahip olan enginar; hücre yenilenmesinde önemli bir sebzedir. Karaciğer üzerinde koruyucu özelliğe sahiptir. Safra salgılanmasını artırır ve hazımsızlığa iyi gelir. Böbreklerde üre konsantrasyonunu yükseltir ve idrar söktürücü özellik gösterir. Toksin atımında da faydalıdır. Kolesterol düşürücü özelliği olan enginarın %75’in üzerinde sıvı içeriği vardır. Karbonhidrat içeriği doygunluk hissi sağlar. A ve C vitamini yüksek, yağ oranı düşüktür. Kabak: Yaz mevsiminde dolması, çorbası, salatası, mezesi, tatlısı, böreği ve zeytinyağlısı yapılabilen en kullanışlı sebzedir. Oldukça düşük kalorili bir sebze olmasının yanında lif açısından da çok zengindir. Su, Soda, Limonata: Sıvı gereksinimi yaşa bağlı olarak değişse de günlük olarak 1,5 litrenin üzerinde olmalıdır; ancak sıcak havalarda ise bu oran 3 litreye yakın olabilmektedir. Kilo almamak ve vücudun su kaybını engellemek için artan sıvı ihtiyacını karşılamak gerekir. Sade soda, ter ile birlikte atılan minerallerin karşılanmasını da kolaylaştırmaktadır. Yoğurt, Ayran, Cacık: Yaz aylarında yoğurt bağırsak düzenleyici olması ve yararlı bakteri içermesi sebebi önemlidir. Aynı zamanda serinletici de olan yoğurt kalsiyumdan dolayı sadece kemik ve dişler için değil, içeriğindeki magnezyum ve potasyumdan dolayı kas fonksiyonları ve sinir iletimleri için önemlidir. Potasyum diğer taraftan vücuttaki su, asit ve baz dengesi içinde gereklidir. Bağırsak florası için yoğurttaki asidik süt bakterileri çok gereklidir. Yapılan çalışmalar sonucu yoğurt gibi fermente (mayalanan) süt ürünlerinin insan sağlığı üzerine olumlu etkide bulunduğu belirlenmiştir. Cacık veya ayran formunda da tüketmek daha fazla sıvı alımını sağlar. Özellikle ter ile kaybolan minerallerin başta sodyum olmak üzere yerine konmasında ayran ve cacık önemli yer tutar.

14 Temmuz 2013 Pazar

Kalp Sağlığının Önemi

Edirne Devlet Hastanesinden Uzman Dr.Servet Altay kalp ve damar hastalıkları,risk grupları,tanı ve belirtileri hakkında bilgi verdi.Her yıl dünyada milyonlarca insan kalp krizi geçirerek hayatını kaybediyor.Düzenli aralıklarla yaptıracağınız sağlık kontrolleri ile kalp hastalığı riskinizi azaltabilirisiniz. KALP VE DAMAR HASTALIKLARI NELERDİR? Kalbin katmanları vardır.Bunlar;kas tabası ,zar ve kalp kapakçıkları.Kalp yetersizliği genel olarak nispeten yaşlılarda görülür. Çocukluk çağında geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası gelişen akut eklem romatizması kapak hastalıklarının en sık nedenidir.Damar hastalıkları ise kalbi besleyen koroner damarlar ve ayaklara ve bacaklara giden periferik atar damarların daralması ve tıkanması anlamını taşır. Periferik damar hastalıklarında en yaygın şikayet yol yürümekle,merdiven çıkmakla baldırlara, uyluk çevresindeki ve kalçadaki adalelere gelen ve genellikle kramp şeklinde olan ağrıdır. KALP HASTALIKLARINDA TEHLİKELİ DİYEBİLECEĞİMİZ BİR YAŞ VAR MI? Erkeklerde 55 kadınlarda ise 65 yaş üstü kalp rahatsızlıklarına sık rastlanan yaş gruplarıdır.Belirtilen yaş grubu dışında görülen rahatsızlıklarda neden ya genetik faktörlerdir ya da hastanın yaşam kalitesinin düşük olmasıdır. KALP KRİZİ BELİRTİLERİ NELERDİR? Erkeklerlerde 40 yaş üstü ve kadınlarda menopoz sonrası daha sık karşılaşılır. Erken yaşta kalp krizi istisna durumlardır.Göğüs ağrısı,nefes darlığı,merdiven çıkarken tıkanma,efor kapasitesinin azalması en sık görülen belirtilerdir. DÜZENLİ CHECK-UP ERKEN TANI HABERCİSİ MİDİR? Kardiyolojik açıdan yapılan check-up (efor testi,ekg,eko) ciddi ön tanı koyan tetkiklerdir.Ciddi ve kritik darlıklarlar,tıkanıklıklar bu testlerle kendini tanıtabilir. YILDA KAÇ KEZ CHECK-UP YAPTIRMALIYIZ? Risk grubu hastaları ve risk grubu dışında hastalar olarak iki gruba ayırabiliriz.Risk grubu hastalar,daha önce kardiyolojik işlem görmüş(anjiyo,baypas,stent takılmış,damar sertliği ve tıkanıklığı olan) ,aile hikayesinde kalp hastalığı var ise genellikle yılda bir check-up yapmasını öneririz.Risk grubu dışında hastalar için ise 40 yaş sonrası 2-3 yılda bir yeterli olacaktır. KALP KRİZİ ÖNLENEBİLEN BİR HASTALIK MIDIR? Kalp krizine neden olan faktörler ikiye ayrılır.Değiştirilebilen ve değiştirilemeyen. Sigara bırakılarak,inaktivite durumunu aktif hale getirerek,kiloyu ideal ölçülere taşıyarak, kolesterol,şeker ve tansiyon gibi hastalıklar doğru bir şekilde tedavi edilerek kalp hastalıklarını önleyebiliyoriz.Ancak yaşlanma ve anne ve babanın geçmişinde kalp hastalığı öyküsü var ise hasta değiştirilemeyen risk grubundadır.Risk grubunu baz almamız için erkeklerde 55 kadınlarda ise 65 yaş altı kalp krizi geçirmiş olması yeterlidir.Hastanın şeker, hipertansiyon, inme ve periferik damar hastası olması da risk grubuna girmesi için bir nedendir. GİZLİ KALP HASTALIĞI NEDİR? Gizli kalp hastalığı halk arasında çok sık kullanılan bir terim olmasına rağmen tam anlamıyla doğru bir tabir değildir.Check-up belirli bir yüzdenin altındaki tıkanıkları tanımlayamayabilir.Örneğin damarda kritik bir tıkanıklık var ise ve bu yüzde yetmiş sınırlarına ulaşmış ise efor ve eko testlerinde kendini gösterir.Ancak yüzde 20-30’luk kritik olmayan bir darlık kalbin kanla beslenmesini bozmadığı için sadece anjiyo yolu ile tanı konulabilir.Kilo,stres,sigara kullanımı,hipertansiyon,hareketsizlik bu yüzdeyi arttırır ve plağı yırtarak kan kümesinin damarı tıkamısına sebep olur.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Cep Telefonları Kansere Sebep Olur mu?

Zaman zaman uzmanlara “Cep telefonları beyin tümörüne sebep olur mu?” şeklinde sorular yöneltilmektedir. Bazıları “Önemli değil” diyerek geçiştirirken; bazıları ise “Ben cep telefonumu kulaklıkla kullanıyorum, siz de öyle yapmalısınız” diye cevaplandırır. Bu sorunun yanıtını verebilmek için doğru kaynaklara ve sağlam verilere ihtiyaç vardır. Cep telefonunun ilk çıktığı yıllardan bu yana mikrodalga etkisiyle tümör oluşumuna neden olup olmadığı takip edilmektedir. Bu cihazların ispatlanmış zararlı bir etkisi son dönemlere kadar bildirilmemiştir. Burada yeni kullanıma giren bir teknoloji olması, bilimsel çalışmaların kısa dönemli bilgileri vermesi yeterli sonuç alınmamasına neden oluyordu. Ama İsveçli bilim adamlarının yayınladıkları veriler elle tutulur bazı sonuçları da beraberinde getirdi. Cep telefonları iletişim sistemi, mikrodalga ile yapılmaktadır. Her ne kadar hücrelerde yaptığı etki radyasyona benzeyen etkiler olmasa da, yine dokuların içine giren bir enerjidir. Mikrodalgaların dokunun derininde ısınmaya neden olduğu bilinmektedir. İletişim sisteminin kullanımının üzerinden 15 yıl geçmesi ve insanların uzun süreli cep telefonu kullanmaları sonrasında daha sağlıklı bilgiler elde edildi. Bugün cep telefonlarından yayılan dalgaların beyin hücrelerinin çekirdeklerinde bulunan genlerin DNA zincirlerinde kırılmalara neden olduğu, bunun da tümör oluşumuna ana sebep olduğu bildirilmektedir. Telsiz telefonlara dikkat! Cep telefonlarının neden olduğu benzer problemler telsiz telefonlarda da yaşanmaktadır. Uzun mesafede etkili olması amacıyla daha güçlü dalga boylarına sahip telefonlar üretilmekte ve bu durum bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Son yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda, cep telefonuyla sürekli konuşulan taraftaki beyin yarım küresinde 10 yıl sonunda beyin tümörü görülme sıklığında az da olsa artış tespit edilmiştir. Özellikle işitme siniri ile beraber seyreden denge sinirinin kılıfından gelişen nörinomlarda artış daha fazladır. Beynin arka bölümüne beyin sapına komşuluk yapan bu tümöral oluşumlar, iyi huylu olmalarına rağmen sinire yaptığı baskı ile işitme azalması ve yüzün o tarafında felçlere kadar giden tabloları ortaya çıkartmaktadır. Bugün için cep telefonu kullanma yüzdesi 15 yaşında geçlerde yüzde 60, 19 yaşında ise yüzde 95’ lere kadar çıkmaktadır. Gençlerde bir telefon yerine bazen iki telefon da bulunabilmektedir. İleriki yıllarda gençlerimizde cep telefonlarının ciddi bulguları ortaya çıkmadan bilgilendirilmesinde yarar var. Kullanın ama bilinçli davranın Sonuç olarak cep telefonları günlük yaşantımızın önemli bir parçasıdır. Tamamen vazgeçmek mümkün değildir. Uzun süreli konuşmamak ve kulaklıkla kullanmak daha akıllıca görünmektedir. Cep telefonu üreten firmaların, durumu göz önüne alarak gerekirse dalga boylarını ve enerji değerlerini değiştirerek daha az zararlı telefonları üretmeyi planlamaları gerekmektedir. Telsiz telefonlarda kulaklı olan modellerin üretimini beklemek ve bu şekilde kullanmak çok daha uygun olacaktır.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Ramazanda Yanlış Beslenmeye Dikkat

Oruç Tutmak Ramazan ayında birçok kişi uzun süren açlığın ardından aşırı bir biçimde yemek yediği için hem kilo alıyor hem de ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşıyor. Mide asidinin yemek borusuna kaçması, ülser, kabızlık gibi problemler, Ramazan ayında artıyor. YANLIŞ BESLENMEYE DİKKAT!... Ramazan ayında yanlış beslenme alışkanlıkları yüzünden sağlıklı insanların bile ciddi problemler yaşadığı belirtiliyor. Uzmanlar, diyabet, kalp, yüksek tansiyon, ülser ve kronik böbrek hastalarının oruç tutmalarının sağlık açısından uygun olmadığını belirtiyorlar. Düzenli ilaç kullanması gereken, yeni ameliyat geçirenlere, çocuk emziren ve hamile olan kadınlara da oruç tutmaları önerilmiyor. Ramazan ayında yaşanan sağlık sorunları uzun süren açlığın ardından aşırı yemek yemeyle bağlantılı. Normalde hafif olan bir hastalıkla ilgili şikayet Ramazan ayındaki dengesiz beslenmeye bağlı olarak ciddi sorunlara zemin hazırlayabiliyor. Bulantı, kusma, midede ekşime, ağıza acı su gelmesi, göğüs kemiği arkasında yanma hissi, karın ağrıları, dışkılama bozuklukları gibi şikayetleri olanların bir gastroenteroloji uzmanına başvurmaları gerekiyor. Bu sıkıntıları çekenler, uygun tetkiklerden sonra mutlaka tedavilerini sürdürmelidirler. REFLÜ DE ARTIŞ! Ramazan ayında artan sağlık sorunlarından biri de Reflü adı verilen mide asitinin yemek borusuna geriye kaçması. Bu tür bir rahatsızlık çekenlerin az yemesi ve yemekten sonra yatmamaları gerekiyor. Reflüsü olan hastaların sigara, aşırı çikolata, kahve tüketimi ve aşırı yağlı yiyeceklerden sakınmaları gerektiği vurgulanıyor. Limon ve portakal suyu gibi yemek borusunu tahriş edebilecek içeceklerin de sakıncalı olduğu belirtiliyor. Kabızlık sorunu olanların oruç dışı zamanlarda kepekli yiyecekler yemeleri, bol sıvı almaları, sebze meyve ağırlıklı beslenmeleri ve tuvalet zamanlarını değiştirmemeleri gerekiyor. İFTARİYELİKLERİN MİKTARINI AZALTIN. İftarda, özellikle iftariye adı altında yenen şarküteri ağırlıklı ürünler, hamur işi yiyecekler, pide ve tatlılar yüksek kalorili olmaları nedeniyle oruç tutanlarda kilo artışına neden oluyor. Kilo artışına bağlı olarak kan yağlarında ve tansiyonda artış olduğuna dikkat çekiliyor. İftarda yavaş ve az miktarda yeyip, bir kaç saat sonra ara öğün gibi takviye olabilir. Hem sağlık hem de ekonomik gözle bakılırsa iftariyelerin çeşidini ve miktarını kesmek gerekir. Fazla yediklerinizi yakmak için tok karnına yürüyüş yapmanın koşmanın, halı sahada top oynamanın spor salonlarında aşırı efor harcamanın sakıncalı olduğunu da unutmayın. İftardan sonra ve sahurdan sonra açığı kapatma amacıyla fazla ve sık aralıklarla içilen sigara ise kandaki oksijen oranını düşürür, dolu olan midenin hızlandırdığı sindirim işlemi sırasında da oksijen harcandığı için, sigaranın zararı bir kat daha artar. ŞEKER HASTALARI VE ORUÇ! Genellikle diyabet hastalarına oruç önerilmiyor. Ancak çok dengeli seyreden, insülin kullanmayan şeker hastalarıyla, günde tek doz tansiyon ilacı yeterli olan ve de ayrıca “oruç tutmazsam ruhsal sağlığım bozuluyor” diyen hastaların doktorlarına danışarak oruç tutabilecekleri belirtiliyor. Ancak, rahatsızlığı olanların şeker ve tansiyonlarını kontrol ettirmeleri ve diyetlerini bozmamaları gerekiyor. Grip, zatürre, yüksek ateş, ishal yani mevsimlere göre ani başlayan rahatsızlığı olanlarından hiç olmazsa hastalık günlerinde tutmamaları uygundur. Oruç ayı bir bakıma insan sağlığı yönünden vücudun belli bir disipline girmesi anlamına geliyor. Önceden aşırı alkol alıp, bir ay süre ile almayan kişiler, önemli bir rahatlık yaşıyorlar. Yine aşırı sigara içip bir ay süreyle azaltanlar vücutlarında hissettikleri zindelikten sonra bu alışkanlıklarından vazgeçebiliyor.” İDEAL BESLENMENİN ABC’Sİ Ramazan ayında yemek saatlerinin değişmesine rağmen dengeli ve yeterli beslenmek mümkün. Oruç tutan kişilerin de her besin gurubundan (et,süt, tahıl , sebze, meyve, yağ ve şeker) gereksinimleri kadar tüketmeleri gerektiği hatırlatılıyor. Oruç tutan kişiler Ramazan ayında en az 12 saat veya daha fazla açlık ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu açlık süresi içinde kan şekeri düşüyor. İftarda birden fazla miktarda yemek yenildiğinde kan şekeri yükseliyor. Eğer kişiler sahura da kalkmıyor ise kan şekerinin düşüşü günün erken saatlerinde başlıyor ve daha düşük değerlere ulaşıyor. Bu nedenle az ve sık beslenme ilkesi iftar sonrasında da uygulanmalı ve kişiler mutlaka hafif bir sahur yemeği yiyerek oruç tutmalıdır. İftarda çorba, hafif bir et yemeği, yoğurt, salata ve 1-2 dilim ekmek yenilebilir. Saat 19.00 gibi 1-2 porsiyon meyve, 21.00 gibi 1 porsiyon sebze yemeği ve yoğurt veya süt, 23.00 gibi 1 porsiyon meyve, sahurda da peynir ekmek ve zeytin domates salatalıktan oluşan bir kahvaltı tercih edilmelidir. Tabii hamur tatlıları yerine sütlü ve meyve tatlıları tercih edilmeli, kızartılmış kavrulmuş besinler ve yağlı gıdalar tüketilmemelidir. Yemekler iyi çiğnenmeli, bol su içilmeli ve posalı besinler bol tüketilmelidir. KİLO KONTROLÜ Oruç tutan kişilerde uzun süreli açlığa bağlı olarak kişilerin bazal metabolizma hızı azalıyor. Buna bağlı olarak da kilo alımı daha rahat hale geliyor. Kilo kontrolünü sağlamak için bol bol egzersiz yapılması, az ve sık beslenilmesi öneriliyor.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Güzel Bir Vücut İçin 7 Tavsiye

Hızlı son dakika egzersizleri Formda bir vücut için düzenli egzersiz en iyi yol olsa da, önemli bir gün öncesinde gerçekleştireceğiniz son dakika egzersizleri de daha iyi görünmenizi sağlayacaktır. Vücudunuzda özellikle öne çıkmasını istediğiniz bir kısım varsa, son dakika egzersizlerinizde bu kısma odaklanın. Mesela karın kaslarınızı öne çıkarmak istiyorsanız, gerçekleştireceğiniz mekik egzersizleri işinize yarayacaktır. Bu bölgeye egzersizle birlikte kan geleceğinden, kaslarınız çok daha sıkı ve formda görünecektir. Ayrıca egzersizlerde vücudunuzun salgıladığı endorfin, kendinize güveninizi de arttırır. Sakınmanız gereken yiyecekler Sıkı, düz bir karın için en iyi yol düzenli olarak sağlıklı beslenme ve egzersiz olsa da, özel bir günün öncesinde de bazı yiyeceklerden uzak durarak daha ince ve çekici bir vücut görünümü elde edebilirsiniz. Özellikle vücudunuzun şişkin bir görünüm elde etmesini engellemek için, belli meyve ve sebzelerle, fasulye ve belli tahıl türleri gibi aşırı lifli yiyeceklerin tüketimini sınırlandırın. Ayrıca tuz, karbonatlı içecekler ve sakızdan da uzak durun. Düz bir karın için tüketmeniz gereken yiyecekler Belli yiyeceklerden uzak durmanız gerektiği gibi, yaklaşan önemli gün öncesinde tüketimine ağırlık vermeniz gereken yiyecekler de bulunmaktadır. Beslenme düzeninizdeki aşırı tuzlu yiyeceklerin tüketimini sınırlandırıp, muz ve kuru meyve gibi potasyum açısından zengin gıdalara yönelin. Diğer taraftan, papain ve bromelayin gibi sindirim enzimleri içeren yemekler de daha iyi bir görünüme ulaşmanızı sağlayacaktır. Ayrıca vücudun daha şişkin bir görünüm taşımasına neden olan gaz ve toksinleri elimine eden yiyecekler de güzel bir görünüm elde etmenizi sağlar. İnce bir görünüm sağlayan iççamaşırları Buna hile yapmak denebilir ama sizi temin ederiz ki, daha iyi görünmek için iççamaşırlarından bir parça da olsa yardım almayan tek bir ünlü yoktur. Vücut hatlarınızı ortaya çıkaracak ya da istediğiniz kısımları saklayacak iççamaşırlarıyla daha çekici bir görünüm elde edebilirsiniz. Ayrıca göğüs dekoltenizi öne çıkaracak ya da kalçalarınızı daha dolgun gösterecek pedli iççamaşırlarından da yardım alabilirsiniz. Daha da iyi bir görünüme kavuşmak için, siyah ya da en azından koyu renklerde kıyafetler giymeye çalışın. Sahte bir bronz görünüm Bronz bir vücut yalnızca daha ince görünmenizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda selülit ya da vücudunuzdaki lekeleri saklamanıza da yardımcı olur. Dahası, stratejik bir bronzlaşma süreciyle, olduğundan çok daha güzel bir vücut görünümü elde edebilirsiniz. Daha ince görünmeleri için, bacaklarınızın yan taraflarına bronzlaştırıcı kremler ya da kavalkemiği kısmına parlatıcı losyonlar sürebilirsiniz. Daha iyi bir göğüs dekoltesi için, göğüslerinizin arasına biraz bronzlaştırıcı da sürebilirsiniz. Ünlüler gibi gülümseyin İnci gibi beyaz dişlerinizde sararma emareleri görülüyorsa, birkaç ufak müdaheleyle çarpıcı bir gülümseme elde edebilirsiniz. Öncelikle, dişlerinizin daha beyaz görünmesi için, mavi alttonlara sahip kırmızı ya da pembe renkli bir ruj kullanın. Dişlerinizin olduğundan daha sarı görünmesine neden olacak sarı ya da turuncu tonlarda rujlardan uzak durun. İkinci olarak ise, yüzünüze bir parça bronzlaştırıcı sürerek, sağlıklı bir parıltı taşımanın yanında, dişlerinizin de daha beyaz görünmesini sağlayabilirsiniz. Kusursuz bir cilt görünümü yaratın Siyah noktacıkların ve sivilcelerin en az istendikleri zamanda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Ama mükemmel bir cilt sanrısı yaratmak için yapabileceğiniz çok fazla şey olduğunu söyleyebiliriz. Üzerini kapatması zor bir noktacık ya da sivilceye sahipseniz, makyaja geçmeden önce bu bölgeye birkaç dakika için bir buz küpü koyun. Böylelikle daha kötü bir görünüme neden olan yanmayı engelleyebilirsiniz. Kırmızılıkları yok etmek için, normal makyajınızın altına yeşil tonlarda kozmetik kapatıcılar ya da beyaz bir göz kalemi kullanabilirsiniz.

5 Temmuz 2013 Cuma

Böbrek Taşını Önlemenin 10 Yolu

BÖBREKLERİ SUYLA BESLEYİN Günlük su tüketiminin yaklaşık 2 litre olması gerekiyor.Ancak herkes kendi tüketimini çıkan idrarı takip ederek ayarlayabiliyor.İdrarın mümkün olduğunca renksiz e kokusuz olması,yeterince su tüketildiğini gösteriyor. PROTEİN ALIMINI KISITLAYIN Özellikle hayvansal proteinlerin,kalsiyum ve oksalatın böbreklerden daha fazla atılımına neden olduğu düşünülüyor.Özellikle böbrek taşı hastası olanların taşın şiddetine göre protein alımlarına dikkat etmeleri gerekiyor.Örneğin bir gün hayvansal protein tüketen kişinin diğer öğünde lifli besinlere yönelmesi ya da sabah fazla peynir tüketen kişinin öğlen et yememesi öneriliyor. TUZLA ARANIZI AÇIN Tuz,en sık görülen böbrek taşı bileşiminin elemanları olan kalsiyum ve oksalatın böbrekten daha fazla atılmasına neden oluyor.Hastaların tuz kullanımını mümkün olduğunca azaltması gerekiyor. LİMONU ÇOK SEVİN Böbrekte taş oluşumunu önlediği bilinen 'sitrat'maddesi limonda bol miktarda bulunuyor.Bu nedenle her gün taze sıkılmış yarım veya bir limon suyu içilebilir,salatanıza bol bol limon sıkabilir ya da kendinize taze bir limonata hazırlayabilirsiniz. OKSALAT KAYNAKLARDAN UZAK DURUN Oksalat maddesi, her besinde var ancak bazılarında daha fazla bulunuyor.Domates gibi oksalat içeren sebzeler beslenmenin vazgeçilmezlerinden olsa da bazıları sadece keyif için tüketiliyor.Çay,kahve,ıspanak,kakao,çilek ve kabuklu kuruyemiş gibi gıdaların tüketiminden kaçınarak oksalat alımını azaltmak mümkün.Öte yandan içeriğinde oksalat bulunan çavdar ve kepek ekmeklerinin tüketimini de sınırlamak gerekiyor. KALSİYUMDAN KORKMAYIN Güçlü kemiklere sahip olmak için ihtiyacınız olan kalsiyumun böbrek taşına neden olabileceği endişesine kapılmayın.Çünkü yapılan son çalışmalar kalsiyum tüketiminin bu konuda önemli bir rol oynamadığını ortaya koyuyor.Hekim önerisi bulunmadığı sürece kalsiyummtüketiminin sınırlanmasına gerek yok.Yetişkinlerin ise günlük 1000mg kalsiyum alması gerekiyor. GAZLI İÇECEKLERE HAYIR DEYİN Limonda bulunan sitrat böbrek taşı oluşumunu engellerken ,gazlı ve kolalı içeceklerin ise vücuttaki sitrat miktarını azalttığı tahmin ediliyor.Bu nedenle gazlı içeceklerin mümkün olduğu kadar az tüketilmesi öneriliyor. HAREKET EDİN Hareket etmek vücuttaki tüm mekanizmaları dengeli hale getirirken,hareketsizlik ise tam tersi bir etki yaratıyor.Bu tür yaşam,böbrek taşına neden olanlar dahil olmak üzere vücuttaki bir takım maddelerin daha fazla salgılanmasına yol açıyor.Gün içinde her fırsatta yürüyen,haftada en az beş gün yarım saat düzenli yürüyüş yapan,markete yürüyerek gitmeyi tercih edenler hen kilolarını koruyor hem de böbreklerin daha iyi çalışmasını sağlamış oluyor. BÖBREKLERE STRES YAŞATMAYIN Yapılan çalışmalar stresin de böbrek taşı oluşumunda rol üstlendiğini ortaya koyuyor.Şehir hayatının yoğun temposunda stresten uzak durmak zor görünse de herkesin içinde bulunduğu stresin farkında olup bunu iyileştirmek için çalışması,sakinleştirici yöntemlerden faydalanması öneriliyor.

4 Temmuz 2013 Perşembe

Abur Cubur Tüketimini Bırakın

Sindirim sistemi enfeksiyonları; kaynağında kirli olan gıdaların tüketilmesi, gıdaların temizlenerek yenmeye hazır hale getirilme sürecinde hastalık etmenleri ile teması ya da gıdayı hazırlayan kişilerden bulaşmaktadır. Gıdalar pişirildiği zaman hastalık etmenlerinin büyük bir kısmı yok olur. Mikroorganizmalar 60 derecenin üzerinde canlılıklarını kaybettikleri için mikropların büyük bir kısmı ortadan kalkar. Sindirim sistemi enfeksiyonlarından korunmak için alınacak bazı basit önlemler, gıda zehirlenmelerinin yanı sıra yaşamı tehdit edici hastalıkların ortaya çıkmasını da engelleyecektir. Abur cubur tüketimini bırakın! Abur cubur tüketimi sindirim sistemi enfeksiyonlarını davet eden önemli bir etkendir. Yiyeceklerde ya da suda belli miktarda bulunan bakteriler, yine üst solunum yollarındaki bazı bakterilerle birlikte mideye inebilir. Mide ise çok kuvvetli asit dengesi ile tüberküloz basili hariç, bu bakterilerin % 98’ini yok eden bir özelliğe sahiptir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için normal fizyolojik şartların uygun olması gerekir. Eğer normal öğünde normal bir yemek tüketimi gerçekleşmişse mideye gelen mikroplar etkisiz hale getirilir. Ancak abur cubur tüketimi ile birlikte bol miktarda sıvı alınması, yiyeceklerin midede kalış sürelerini uzatır. Sonuç olarak midedeki asit miktarı azalır ve enfeksiyon geçişi olur. Bu nedenle hastalıktan olduğu gibi, sindirim sistemi enfeksiyonlarından korunmak için de; sağlıklı beslenme, ölçülü yemek yeme çok önemlidir. Çünkü yeme düzenindeki bozukluklar sindirim sistemini olumsuz etkilemektedir. Yemekleri buzdolabında ya da pişirerek saklayın! Yemeklerin günlük tüketimi çok önemlidir. Ancak mutlaka ertesi güne kalacaksa, saklanma koşullarına enfeksiyon riskleri açısından çok dikkat edilmelidir. Yemekler kesinlikle içine konuldukları kabın üzeri kapatılmadan oda ısısında bekletilmemeli, buzdolabında 4 derecede ya da 60 derecede pişirilerek saklanmalıdır. Et ve tavuk buzdolabında bir günden fazla kalmamalı, taze olarak tüketilmelidir. Derin dondurucuda saklama süresi de mümkün olduğu kadar en aza indirilmelidir. Bakteri oluşumu artacağı için etler çözüldükten sonra tekrar dondurulmamalıdır. Saklama kabı cam ya da porselen olmalı! Artan yemekler cam ya da porselen kaplarda ağzı çok iyi kapatılmış şekilde saklanmalıdır. Saklama kaplarının iç yüzeylerinin çizilmiş, bozulmuş ve yüzeyi pürüzlenmiş olmamasına özen gösterilmelidir. Özellikle çok sağlıklı olan emaye tencerelerin iç yüzeyinde bir çizik varsa kesinlikle kullanılmamalıdır. Bozuk yüzeydeki mikroorganizma ve kanserojenler enfeksiyonlara neden olur. Sebzeleri yıkarken çamaşır suyu kullanın! Sebzeler yaprakları açılarak ve aralarında boşluk kalmayacak şekilde yıkanmalıdır. Sebzelere bulaşan mikroorganizmaların bir salgına yol açacağı korkusu hakimse; çamaşır suyu çok iyi bir dezenfektan olarak kullanılabilir. Çamaşır suyu içeriğindeki klor sayesinde iyi bir temizleyicidir ve bir litre suya bir çay kaşığı konularak kullanılabilir. Sebzeler o suda 15 dakika bekletildikten sonra bol su ile durulanmalıdır. Sirke, içeriğindeki asit içeriği nedeniyle mikropların yok edilmesinde etkili bir maddedir. Sebzelerin sirkeli suda bekletilmesi de dezenfekte olmaları bakımından tercih edilebilir. Damacana yerine arıtma su için! Su eğer sağlıklı bir kaynaktan geliyorsa, rahatlıkla tüketilebilir. Damacana sular mikrop üremesi nedeniyle çok sağlıklı değildir. Damacana kaplar doldur boşalt anlayışı ile kullanıldığı için bakteri üremesine zemin hazırlar. Damacana yerine; tek kullanımlık kaplardaki sular ya da su arıtıcılar tercih edilmelidir. Suların buzlu ve çok soğuk tüketilmesi, mide mukozasının direncini kırarak sindirim sistemi enfeksiyonlarına zemin hazırlar. Ellerinizi yıkayın! Sindirim sistemi enfeksiyonları yiyeceklerle, ağız yolu ve dışkılarla insanlara bulaşan bir sağlık sorunu olduğundan, tuvalet temizliğine önem verilmelidir. Tuvalet sonrası, yemek öncesi ve sonrası eller çok iyi yıkanmalıdır. Mikropların vücuda girişlerinde ellerin etkisi önemlidir bu nedenle el temizliği göz ardı edilmemelidir.

2 Temmuz 2013 Salı

Kuma Serdiğiniz Havlu İle Kurulanmayın

Yüzeyinde köpük olan denize girmeyin! İyi temizlenmeyen ve sirkülasyonu fazla olmayan durgun havuzlarda bir çok hastalık tehlikesi vardır. Genital mantar enfeksiyonları, ishal, idrar yolu enfeksiyonu, hepatit A, göz, kulak ve cilt enfeksiyonları en çok görülen hastalıklardır. Deniz suyu tuzlu olduğu için mikroorganizmaların yaşaması daha zordur. Fakat durgun, kirli ve yüzeyi köpüklü denizler de aynı enfeksiyon riskini taşır. Sudan çıktığınızda mayonuzu değiştirin Genital mantarların en önemli nedeni nem ve ıslaklıktır. İyi temizlenmeyen ortak kullanım alanlarında bu hastalıklar çok daha kolay bulaşır. Islak mayo ile beklememek, havuzdan çıktıktan sonra duş alıp iyi kurulanmak ve mayoyu değiştirmek olası enfeksiyon riskini azaltacaktır. Havuz kalabalıksa kenarda oturmayı tercih edin Hepatit A, birçok ishal ve bağırsak paraziti etkeni ağız yolu ile bulaşır. Kirlenmiş havuz ve deniz suyunun yutulması ile mikroplar sindirim sistemine ulaşmakta ve hastalıklar oluşmaktadır. Özellikle kapasitesini aşan havuzlarda ve çocuk havuzlarında bu risk çok fazladır. Son birkaç gün içinde ishal olanların, özellikle çocukların, havuza girmemesi gerekir. Plajlardaki mikroplara dikkat! Deniz tuzlu bir ortam olduğu için mikroorganizmaların çoğalması nispeten daha zordur. Ama kirli, akıntısı az olan deniz suları da aynı enfeksiyon risklerini taşır. Plajlar da ortak kullanım alanı olduklarından temiz ortamlar değildir. Kuma serilen havlu ile kurulanmak enfeksiyon etkenleri ile temas riskini artıracağından kurulanmak için kullanılan havlunun ayrı olmasına dikkat edilmelidir. Minder ya da havlu bulunmayan şezlongda güneşlenmeyin Tatilde enfeksiyon kapmamak için havuz çevresi, duşlar, soyunma kabinleri ve şezlongların temizliğine dikkat edilmelidir. Günde en az bir kez bu alanların temizliği yapılmalıdır. Şezlonglar da ortak kullanım alanında olduğu için direkt temastan kaçınılmalıdır. Mutlaka üzerine örtü veya havlu örtülmeli ve şezlong için kullanılan havlular yüz ve vücut kurulanması için kullanılmamalıdır. Otellerde temizlik ve hijyene dikkat! Tam pansiyon ya da her şey dahil otellerde açık büfelerde sunulan yiyeceklere dikkat edin. Uzun süre açıkta kalan özellikle sütlü, kremalı, mayonezli, etli yiyeceklerde sıcağın etkisiyle çoğalan bakteriler gıda zehirlenmesi ve ishale sebep olabilir. Su tüketimine de dikkat edin. Kapalı kapaklı su şişelerini kullanın. İçeceklere katılan buzların da temiz sulardan hazırlandığından emin olunmalıdır. Havuzlarda bulaşabilecek hastalıkların yanı sıra; sauna, hamam gibi ortamların da temizliği ve bakımı uygun koşullarda yapılmadığında; mantar gibi enfeksiyonlara zemin hazırlar. Bunun için havlu ve terlik gibi kişisel malzeme kullanımına dikkat etmek gerekir. Yazın grip olunmayacağını düşünmek yanlış olur. Farklı iklim, kalabalık, plajlar, klimaların da etkisi ile özellikle çocuklar, yaşlılar ve gebeler daha fazla risk altındadır. Buna sebep olan virüsler kışın görülen grip virüslerinden farklı değildir. Bu durumda bol sıvı tüketimi ve yatak istirahatı çok önemlidir.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Bağışıklığımızı Güçlendirelim

Bağışıklık sisteminizi güçlendiren besinler Hastalıklardan korunmak için Bağışıklık sisteminizi güçlendiren besinler Güçlü bir bağışıklık sistemi, her şeyden önce hastalıklara yakalanmamızı önler. Bunun için yaşlı-genç herkesin özellikle yediği besinlerle bağışıklık sistemini güçlendirmesi gerekir. Brokoli, kivi, enginar, yoğurt, domates, havuç gibi besinler hem bağışıklık sistemini güçlendirir hem de kendimizi sağlıklı ve dinç hissetmemizi sağlar. Sağlıklı olmanın birincil koşulu doğru beslenmek! Düzenli ve dengeli beslenerek bağışıklık sisteminizi de güçlendirmeniz mümkün… Biliyorsunuz, güçlü bir bağışıklık sistemi bebeklerden yaşlılara kadar herkes için önemli. Hastalıklardan korunmanın en birincil koşulu. Bunun öneminin herkes farkında ama iş doğru beslenmeye gelince birçoğumuz yediklerine yeterince dikkat etmiyor. Oysa çok basit önlemler ve doğru besinlerle bağışıklık sistemini güçlendirmek zor değil! Acıbadem Poliklinik Bağdat Cad. Dyt. Evrim A. Demirel ve Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Beslenme ve Dyt. İpek Cirit bağışıklık sistemini güçlendiren besinlerle ilgili önemli ipuçları veriyor. Anti-oksidanlar önemli Sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmenin, bağışıklık sisteminin dengelenmesinde olumlu etkileri olduğunu araştırmalar ortaya koyuyor. Peki ama bu nasıl oluyor? Evrim Ayhan soruyu şöyle yanıtlıyor: “Yediklerimiz, vücuda enerji vermek için oksijenle yanarlar, yanma sırasında zararlı maddeler olan serbest radikaller oluşur. Serbest radikallerde, bir elektron eksilmiştir ve bu eksik molekülü elde etmek için serbest moleküller başka moleküllere saldırır, saldırılan molekül serbest radikal haline gelir ve çoğalır. Çoğalan serbest radikaller, vücudun tüm hücre ve organlarına zarar vermeye başlarlar. Bunun dışında çevredeki hava kirliliği, ultra viyola ışınları, radyasyon, egzoz gazları, sigarı dumanı gibi bir çok faktör hücrelerimizi etkileyerek serbest radikalleri çoğaltır. Vücutta serbest radikallerin çoğalması kalp hastalığı, kanser, katarakt ve yaşlanma gibi sağlık sorunlarını daha çabuk ortaya çıkarır. Bu zararlı etkilerden kurtulmak için vücudumuz serbest radikallere karşı savunma mekanizması geliştirir. Vücutta üretilen bazı enzimler, serbest radikallerden kurtulmamızı sağlar, yanmayı (oksitlenmeyi) önleyen anti-oksidan maddeler enzim miktarını artırır. Böylece savunma mekanizması güçlenir.” İşte anti-oksidan besinlerin önemi burada ortaya çıkıyor. Bu anti-oksidanların en önemlileri C ve E vitamini ve beta-karotendir. Anti-oksidanları içeren besinleri günlük beslenmemiz içerisinde bol miktarda tüketmek gerekiyor. Limon, portakal, çilek, greyfurt, kivi, dolmalık biber, enginar, brokoli, fasulye, maydanoz, kuşburnu ve ahududu da bol miktarda C vitamini ayçiçek yağı, zeytin yağı, fındık, badem, soya, ceviz ve fıstık türleri de E vitamini yönünden zengin. İpek Cirit, E vitaminin önemi konusunda şunları söylüyor: “E vitamini selenyum ile birlikte bağışıklık sisteminin fonksiyonunu artmasına yardımcı olur. Vitamin E hem erkekte hem de kadında kalp krizi riskini azaltır, birçok kanser türüne karşı da vücudumuzu korur. Turuncu, kırmızı, yeşil sebze ve meyvelerde bol miktarda bulunan beta karoten de bağışıklık sistemi hücrelerinin sayısında önemli derecede artış sağlar. Bu vitamini içeren gıdaları tüketmekle hem bağışıklık sistemini güçlendirmiş, hem de kanserden korunmuş oluruz.” Üstelik beta karoten, vücutta A vitaminine çevrilerek dolaylı yarar da sağlıyor. A vitamini, havuç, ıspanak, kabak, marul, brokoli, karaciğer ve domateste bulunuyor. Probiyotikler Probiyotik kelimesi son 5-10 yılda hayatımıza girdi. Bu besin grubu güçlü bir bağışıklık sisteminin bir parçası! Probiyotikler bağırsak florası için faydalı etkilere sahip olan canlı bakteriler bileşimi ve bağırsak sistemini destekleyerek hastalık yapan mikroorganizmaların üremesine engel oluyorlar. Evrim Ayhan “En önemli probiyotik yiyecek yoğurttur” diyerek şöyle devam ediyor: “İshal ile besin alerjilerinin önlenmesi ve iyileştirilmesinde önemli faydaları vardır. Sindirimi kolaylaştırırlar ve bağırrsaklarda üretilen vitaminlerin sentezinde rol alırlar. Sütteki laktozun laktik asit bakterileri tarafından laktik asite çevrilmesi ile oluşan yoğurt içinde bulunan yararlı bakteriler sayesinde probiyotik etki yaparak hem çocukların hem de erişkinlerin bağışıklık sistemini güçlendirir.” Bu besinleri beslenmenize ekleyin Kimisinin adını sıkça duydunuz, kimisini ise muhtemelen ilk kez duyuyorsunuz ama öyle besin maddeleri var ki günlük beslenmemize eklememiz bağışıklık sistemini güçlendirici etki yapıyor. İpek Cirit bu besinlerle ilgili şunları söylüyor: “Keten tohumunu içeriğinde bulunan lignan östrojene bağlı gelişen kanser riskini azaltır. Soya fasulyesinin içeriğinde bulunan isoflavanlar kanser, kemik erimesi ve kalp damar hastalıkları riskini azaltır. Sarımsakta bulunan kükürtlü bileşikler kanser ve kalp damar hastalıkları riskini azaltır. Meyan kökünde bulunan glikozidler alerji ve iltihabı azaltır. Bununla birlikte omega 3 yağ asitleri adı verilen ve balıkta bolca bulunan yağ asitleri ve proteinli gıdalarda aldığımız arginin amino asidi, bağışıklık sistemimiz için önemli besin kaynaklarıdır. Bağışıklık sistemimizi güçlendirecek gıdalara ek beta-glukan, ekinezya, probiyotikler, izozomlar ve yeşil çay gibi doğal maddeleri saymak da mümkündür. Ekinezya doktorlar tarafından çok eski tarihlerden bu yana soğuk algınlığı tedavisinde kullanılır. Fakat ekinezyanın düzenli ve sürekli kullanılması halinde bile, vücudun buna alışması bağışıklık sisteminde gerektiğinde istenilen etkiyi gösteremeyebilir. Bu nedenle doktor kontrolü ile kullanılması gerekir.” BESİNLER VE VİTAMİN DEĞERLERİ 1. C VİTAMİNİ - Limon, portakal, çilek, greyfurt, kivi, dolmalık biber, enginar, brokoli, fasulye, maydanoz, kuşburnu ve ahudududa var. Serbest radikallere karşı savunma mekanizması geliştiriyor. 2. E VİTAMİNİ - Ayçiçek yağı, zeytin yağı, fındık, badem, soya, ceviz ve fıstık türlerinde bulunuyor. Hem erkekte hem de kadında kalp krizi riskini azaltır, birçok kanser türüne karşı da vücudumuzu koruyor 3. A VİTAMİNİ - Havuç, ıspanak, kabak, marul, brokoli, karaciğer ve domateste bulunuyor. Bağışıklık sistemi hücrelerinin sayısında önemli derecede artış sağlar.