Hürriyet

31 Ekim 2013 Perşembe

Nemlendiricinizi Değiştirdiniz mi?

Cilt sağlığımızı korumanın yolu; soğuktan kendimizi sakınmanın yanı sıra; düzenli bakım ve doğru beslenmeden geçiyor. Peki soğuk havalarda güzelliğin anahtarı cildimizi korumak için neler yapmak gerekiyor. Memorial Etiler Tıp Merkezi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Zerrin Baysal, kış aylarında cilt sağlığını korumak için önerilerde bulundu. Soğuk havalar için nemlendiricinizi değiştirin Havaların giderek soğumasıyla birlikte cildin içerdiği su miktarı aniden düşer. Dolayısıyla normal zamanlarda kullandığımız cilt bakım ürünlerini değiştirmek gerekebilir. Mevsim normallerinde sadece su bazlı nemlendiriciler cildimiz için yeteli olabiliyorken, bu durumun ortadan kalkmasıyla artık yağ içeriği ve onarıcı özelliği yüksek olanları kullanmak gerekir. Isınmak için çare olarak gördüğünüz sıcak su cildinizi kurutabilir Kış aylarının soğuk günlerinde ısınmak amacıyla vücudun sıcak su ile yıkanması uygulaması son derece yanlıştır. Çok sıcak suyla yıkamak yüzü kurutup matlaştırıcı etki yapabilir. Sıcak su ile saç yıkanması ise saç kırılganlığını artırır; saçı kurutur, matlaştırır. Islak saç ve yüz ile dışarı çıkmayın Islak saçla dışarı çıkarken unutulmaması gereken şey ıslak deriyle dışarı çıkılmasının zararlı olduğudur. Islak deri kuru ve soğuk hava ile temasta bulunursa deride hücreler arası suyun kaybına neden olur ve kurumalar gelişir. Soğuk hava, damarların büzülmesine neden olarak derinin sağlıklı beslenmesini engeller. Bu da; soluk, mat ve kuru bir cilt oluşturur. Rüzgar ise hem soğuk havanın etkisini artırır hem de fiziksel travma ile egzama gelişimine neden olabilir. Soğuk ve rüzgara karşı sadece atkı ve bere ile kamuflaj yapılmadan dışarı çıkılmamalıdır. Sağlıklı besinler de cilt sağlığınızın dostudur Vitamin ve mineraller cildimizi rahatlatır, deride daha parlak pürüzsüz bir görünüm sağlar. Bunu da deri altı dokusuna gerekli olan nemlenmeyi sağlayarak yapar. A, C, E vitaminleri ile taze havuç, kayısı ve domateste bolca bulunan Beta karoteni mümkün olduğunca çok tüketmek önemlidir. Bu vitaminlerin antioksidan değerleri çok yüksektir ve olumsuz hava koşullarının cilde verdiği zararlarla savaşıp cilt hasarlarını onarır. Ayrıca her zaman yediğimizden daha fazla taze meyve ve sebze yemeye gayret etmek gerekir. Vücudunuzu sık sık nemlendirin Her zaman yüz cildimiz ilk planda düşünüldüğü için aslında gerçekten su kaybı yüksek olan vücut derimiz ihmal edilir. Soğuk havaların gelmesiyle vücudu kapatan kıyafetler tercih edildiğinden problemin varlığı da görülmez. Oysa özellikle her gün banyo sonrasında mutlaka vücut nemlendiricileri sürülmelidir. Deri henüz nemliyken sürülmeleri daha başarılı sonuç verir. Nemlendirici krem ya da losyonlar gelişigüzel seçilmemeli, içeriklerine dikkat edilmeli, bu konuda Dermatoloji uzmanlarından yardım alınmalıdır. Özellikle vazelin, dimetikon, gliserin, linoleik asit, seramid gibi maddeleri içerenler tercih etmek gerekir. Güneş olmasa da koruyucusu mutlaka yanınızda olsun UV sebebiyle gelişmiş kırışıklıklar için acil önlem almak gerekir. Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki; sonbaharda da kış aylarında da güneş koruyucu ürünler kullanılmaya devam edilmelidir. Çünkü gün ışığının olduğu her mevsimde ve saatte cildimiz UV ışınlarına maruz kalır ve gittikçe yaşlanır. Yaşlanmış ya da kırışmış ciltler için antioksidan özellikleri olan gece kremleri, maske ürünleri ve de cildin kalınlığını azaltmaya yönelik tedavi yöntemleri tercih edilmelidir. Özellikle ani hava değişikliklerinde bilinçli hareket etmek ve cilt sağlığımız için gerekli önlemleri almak çok önemlidir.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Huzursuz Bacak Sendromu

Huzursuz bacak sendromu otururken ve yatınca bacaklarda olağandışı bir rahatsızlık hissi ile kendini gösteren genellikle hastalar tarafından tam olarak ifade edilemeyen ancak uyluk, bacak ve ayaklarda, hatta bazı hastalarda kollarda ürperme, kaşınma, ağrıma, ezilme, yanma, karıncalanma olarak ifade edilebilen bazı hastalar ise kas krampı veya uyuşma ile karıştırabilen bir hastalıktır. Bacaklardaki huzursuzluk hissi dinlenme zamanlarında ortaya çıkar. Hem kadınları hem de erkekleri etkiler, herhangi bir yaşta başlayabilir ve yaşla birlikte şiddeti artar. Huzursuz bacak sendromu uyku kalitesini bozar, gündüz uykululuk haline yol açabilir. Hastalık hareketsiz kalma ile ortaya çıkar: bir süre uzanıldığında veya oturulduğunda ortaya çıkar. Hareket etme ile yakınmalar azalır: bazı hastalar önleyemedikleri bir hareket etme isteğinden bahsederler. Bacaklarını gerek yatakta hareket ettirmek gerekse birkaç adım yürümekle yakınmalar azalır. Yakınmalar akşamları artar: gündüz saatlerine göre akşamları aynı koşullarda yakınmalar daha yoğun izlenir. Uykuda bacak hareketleri sıktır: hastaların önemli bir kısmında uykuda bacak hareketleri sendromu olarak adlandırılan ayrı bir hastalık ile birlikteliği sıktır. Yaklaşık hastaların %80inde bu iki hastalık birlikte gözlenir. Huzursun bacak sendromlu hastaların büyük kısmı yatmakta veya yatakta uyanık kalmakta güçlük çekmektedirler. Gündüz yapılan şekerlemelerde de hastalar sıkıntı yaşayabilmektedirler. Hastalardaki belirtiler bacaklarda önemsiz hafif yakınmalardan, depresyonu yol açan, yaşamdan zevk alamama noktasına kadar giden geniş bir yelpazede kendini gösterebilir. Hastalığın şiddeti zaman içinde değişiklikler gösterebildiği gibi bazı zamanlar kaybolup sonra yine ortaya da çıkabilir. Huzursuz bacak sendromu her yaşta hatta çocuklukta bile ortaya çıkabilir. Çocuklarda büyümeye bağlı ağrılar olarak algılanabilir. Hangi yaşta ortaya çıkarsa çıksın zaman içinde ağırlığı genellikle artış gösterir. Huzursuz bacak sendromuna neden olan etmenler nelerdir? Hastaların çoğunda huzursuz bacak sendromune neden olan faktörün ne olduğu tespit edilememektedir. Araştırmacılar beyinde dopamin seviyesinde dengesizlik olmasını sorumlu tutmaktadırlar. Ailesel geçiş önemlidir. Yani anne babasında huzursuz bacak sendromu olanlarda bu hastalığın ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir. Özellikle genç yaşta huzursuz bacak sendromuna yakalanan hastaların bu hastalığı çocuklarına aktarma ihtimali daha yüksektir. Gen haritalarının çıkarıldığı günümüzde huzursuz bacak sendromunun da geni bulunmuştur. Stres ile hastaların yakınmaları daha da şiddetlenmektedir. Gebelik veya hormonal değişiklikler de geçici olarak yakınmaları artırabilir. Bazı kadınlar huzursuz bacak sendromu ile ilk olarak hamilelikte özellikle de hamileliğin son 3 ayında tanışırlar. İlk olarak hamilelikte bu yakınma ile karşılaşan hastalarda doğum yaptıktan 1 ay sonra yakınmalar geriler ve kaybolur. Huzursuz bacak genellikle altta yatan önemli bir hastalık ile birlikte değil iken bazen de periferik nöropati, demir eksikliği veya böbrek yetmezliği ile birlikte görülebilir. Bu hastalara tanı nasıl konur? Huzursuz bacak sendromu hastalar yakınmalarını kolay ifade edemedikleri, özellikle ülkemizde doktorlar da tıp fakültelerinin çoğunda ders olarak anlatılmayan bir hastalık olduğu için bu konuda yeterli eğitim almadıklarından kolay atlanabilen bir hastalıktır. Siz de kendinizde huzursuz bacak sendromu olup olmadığınından şüphelenebilirsiniz. Aşağıdaki soruların iki veya daha fazlasına evet yanıtı veriyorsanız sizde huzursuz bacak sendromu olabilir: Otururken veya uzanırken bacaklarınızda tanımlayamadığınız kötü bir his oluyor mu? Bu his nedeniyle bacaklarınızı hareket ettirmek zorunda kalıyor musunuz? Bacaklarınızı hareket ettirmek bu yakınmalarınızı azaltıyor mu? Bu yakınmalarınız günün ilerleyen saatlerinde daha fazla mı oluyor? Gündüzü uykunuz gelir mi? Kendinizi uykusuz hisseder misiniz? Uykuda bacaklarınızı veya kollarınızı ritmik olarak hareket ettirdiğiniz söylenir mi? Ailenizde huzursuz bacak sendromu tanısı konmuş kimse var mı? Huzursuz bacak sendromu tanısı için ne yazıkki henüz bir kan testi veya başka bir laboratuar testi yoktur. Doktorunuz gerek görürse altta yatan nedene yönelik bazı kan testleri veya diğer testler önerebilir. Huzursuz bacak sendromu nedeniyle uyku testi yapnak genellikle gerekmemektedir, ancak eşlik eden periyodik ekstremite hareketleri sendromunu tespit etmek için bir gece uyku testi yapılması amacıyla uyku laboratuarında kalmanız gerekebilir. Huzursuz bacak sendromu nasıl tedavi edilir? Demir eksikliği gibi altta yatan bir neden var ise unu tespit edip tedavi etmek huzursuz bacak sendromunu da tedavi edecektir ancak bu durum çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Bu durumda da tedavi amacıyla yaşam şekli değişikliği önerileri ve ilaçlar ön plana çıkmaktadır. Bazı bulantı ilaçları, depresyon ilaçlarının çoğu ve kalsiyum kanal blokajı yapan ilaçlar (tansiyon ve kalp hastalarında kullanılır) huzursuz bacak sendromunu kötüleştirebilir. Ağrı kesici ilaçlar işe yarayabilir, ılık banyo ve masaj yapmak şikayetleri azaltabilir, bacaklara sıcak veya soğuk (veya her ikisi dönüşümlü) uygulamak bacaklarda rahatsızlık verici hissi azaltabilir. Gevşemek için meditasyon yapmak bazı hastalarda işe yarayabilmektedir. Aşağıda bir tabloda bulacağınız uyku hijyen kurallarına uymak hastaları rahatlatmaktadır. Her gün aynı saatte uyanın, Gündüz vakti olabildiğince aydınlık ortamlarda bulunun, Sabah çalışmaya başlamadan önce biraz yürüyüş yapın (İşe yürüyerek gidebilirsiniz) Günlük yürüyüş süresi ortalama 45 dakikadan kısa olmasın, Aldığınız kafeini (Kahve, çay, çikolata) kısıtlayın. Günde 2 fincandan fazla kahve içmeyin. Uykuya dalmakta veya sürdürmekte sorununuz varsa kafeini tamamen hayatınızdan çıkarın, Mümkün ise sigarayı azaltın, uyku ile ilgili sorununuz varsa sigarayı tamamen bırakmaya çalışın, Alkol alımını kısıtlayın. Uyku ile ilgili sorununuz varsa alkollü içeceklerden tamamen uzaklaşın, Uykunuz gelirse gündüz vakti kısa süreli uyuyabilirsiniz ama gece uykusuzluk çekiyorsanız gündüz uyumamalısınız, Yatak odanızı uyuma ve cinsellik dışında kullanmayın, yatak odanızı çalışma odası olarak kullanmamalısınız, Yatak odanız ısı, ışık ve gürültü açısından sizi rahat ettirecek şartlarda olmalıdır, Uykuya uyanmayı arzu ettiğiniz zamandan 9 saat önce başlayın Uyumadan 1 saat önce günlük aktiviteyi bitirin, 15 dakika boyunca o gün yaşadığınız sıkıntıları, başarıları ve mutlulukları bir kağıda yazın sonra 45 dakika boyunca gevşemeye çalışın, uyarıcı olmayan şeyler yapın (hafif şeyler okuyun, klasik müzik dinleyin, ılık köpüklü bir banyo yapın, meditasyon yapın, 1 bardak ılık ballı süt için) Sonra yatağa girin, gözlerinizi kapatıp uykuya dalmanın keyfini çıkarın Eğer yaklaşık 15 dakika süreyle uykuya dalamadıysanız kalkın ve başka bir odaya gidin ve uykunuz gelinceye kadar gevşemeye çalışın, uykunuz gelince tekrar yatağa gidin. Bu durum tekrar edebilir ama mutlaka her gün aynı saatte uyanmaya özen gösterin.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Eşler Arası Kan Uyuşmazlığı

Annenin kan grubunun RH negatif, babanınkinin ise pozitif olduğu durumlarda ortaya çıkan kan uyuşmazlığının gebeliğin sağlıklı bir şekilde tamamlanması için yakından izlenmesi gerekiyor. Kan uyuşmazlığının bulunması, gebeliğin yüksek riskli olarak değerlendirilmesine neden oluyor. Bu nedenle de bu konuda uzman klinikler tarafından izlem büyük önem taşıyor. Çiftlerin yaşamındaki en önemli ve hassas dönem olan hamileliğin sağlıklı bir şekilde tamamlanması için düzenli muayene gerekmektedir. Ancak, ülkemizdeki kadınların % 67.5´i hamilelikleri sırasında kontrolden geçmemektedir. Hamilelik dönemindeki rutin kontroller, oluşabilecek bir riskin önceden saptanması açısından büyük önem taşımaktadır. Tekrarlayan düşük ve genetik hastalık öyküsü olan gebeler, ilaç kullanan ya da röntgen ışını alan, kan uyuşmazlığı olan, diyabet, tiroit, kalp hastalığı, hipertansiyon gibi sağlık sorunları olan gebelerin yakın tıbbi ilgi ve takip gereksinimi bulunmaktadır. Kan uyuşmazlığı yüksek riskli gebeliğin kapsamında değerlendirilmektedir. Annenin kan grubunun RH negatif, babanınkinin ise pozitif olduğu durumlarda ortaya çıkan kan uyuşmazlığı zamanında önlem alınmadığı zaman bebeğin anne karnında ölümünden yenidoğan sarılığına kadar geniş bir yelpazede önemli sorunlara yol açmaktadır. Rh faktörü eritrositlerde (alyuvarlar) bulunan antijenik bir yapıdır. Kan grubu Rh negatif olan bir gebe Rh pozitif kanla karşılaşırsa, kendinde bulunmayan Rh antijenine karşı duyarlanır ve antikor oluşturur. Bu olaya immünizasyon denir. Dolayısıyla, immunize kan uyuşmazlığı anne kanında Rh antijenine karşı antikorların varlığını ifade eder. Hangi faktörler etkilidir? Kan uyuşmazlığında etkili olan birçok faktör var. Öncelikle Rh negatif gebenin Rh pozitif kanla karşılaşması gerekiyor. Bu durum da eşinin kan grubunun Rh pozitif olmasıyla mümkün. Aslında probleme yol açanın babadan RH pozitif kan grubunu alan ve anne karnında RH Pozitif olan çocuk olduğu belirtiliyor; çocuğun çok az miktardaki kanı doğum sırasında anneye geçerek, annenin duyarlanmasına neden olur. Duyarlanma (immünizasyon) asıl olarak doğum sonrası gerçekleşir, ancak nadiren düşük, küretaj, dış gebelik ve yanlış kan transfüzyonu sonrası da oluşabilir. Neden olabileceği sağlık sorunları hangileridir? Annede Rh pozitif eritrositlere karşı mevcut olan antikorların plasentadan kolaylıkla geçebilmektedir. Fetusun dolaşıma katılan bu antikorlar, fetusun kan grubu Rh pozitif ise, eritrositlerinin yıkımına neden olurlar. Fetus için sorunun ana kaynağı eritrositlerinin yıkıma uğraması, yani kansızlıktır. Kansızlığın derecesine bağlı olarak fetusta ve yenidoğanda problemler ortaya çıkar. Oluşan tablo, anne karnında çocuğun ölümünden, yenidoğanda hafif bir sarılığın oluşmasına kadar geniş bir spektrum oluşturur. Çocukta oluşabilecek problemlerin şiddeti, ortaya çıkan kansızlığın derecesi ile ilişkilidir. Tanısında kullanılan yöntemler nelerdir? Rh negatif anne ve Rh pozitif baba söz konusuysa, öncelikle annenin immünize olup olmadığının belirlenmesi gerekiyor. Bu da anne kanında Rh pozitif eritrositlere karşı antikorların bulunup, bulunmadığının belirlenmesiyle mümkün oluyor. Indirekt Coombs testi ile bu olasıdır; İndirekt Coombs testi pozitif ise antikor var, negatif ise antikor yok demektir. İndirekt Coombs testi negatif ise, anne immunize değildir, mevcut gebelik açısından risk taşımaz ve alınması gereken önlem doğum sonrası gebenin duyarlanmasını önlemektir. Kaynak:Acıbadem Hastanesi

27 Ekim 2013 Pazar

Mutlu Pazarlar

Hadi herkes sofraya...Bugün günlerden pazar.İş yok ,eş , çocuklar herkes evde.Tadını çıkarmanın en güzel yolu bütün aile aynı sofra da kahvaltı etmek.Koca bir hafta da bunun için çalışmıyor muyuz zaten? Pazar demek kızarmış ekmek kokusu ile uyanmak,sucuğun yağına ekmek banmak,çokokremi özgürce yemek demek.Yatağı toplamamak,iki saat o sofradan kalkmamak demek. Çalışan anneler için en mutlu gündür pazar.Çocukların yemeklerini bakıcı ablaları,anneanne ,babaanne değil,annenin kendi yedirdiği gündür ve o yüzden kutsaldır. Kalabalık ailelerin toplandığı sofralardır pazar,kaybedenleri ise hep birlikte anmaktır.Gülmek,sevmek,bir olmak,aile olmaktır.Aile olan herkes için pazar kahvaltıları hep kutsaldır. Bu pazar daha az uyuyun ve ailenizle sofrada daha çok zaman geçirin.Ekmek almak size düşüyorsa sakın üşenmeyin.Sevdiğiniz birinin isteğini yapmak kadar güzel bir şey yoktur hayatta.Annenizin her zaman pişirdiği sucuklu yumurta sanki ilk tadışınızmış gibi ballandırın ve sıcacık bir öpücük koyun o bal yanaklarına. Sofranızda ne olmadığına değil masa da kimin eksildiğine üzülün ve aslında hiç eksilmeyin... Şükür etmek ibadet ise her lokma da sağlığınıza şükür edin.Doya doya yiyip herkesi görebildiğiniz için. Şimdiden herkese afiyet şeker olsun. Hep sağlıklı hep kalabalık hep çoğalan pazar kahvaltılarınız olsun. Mutlu günler :)

26 Ekim 2013 Cumartesi

Tansiyonu Sebzelerle Aşağıya Çekin

Yüksek tansiyon, tükettiğimiz gıdalarla yakından ilgilidir ve dengeli beslenme ile kan basıncı düşürülebilir. Tansiyonu düşürmek için sebze ve meyvelerden yardım alabilirsiniz ancak buna ek olarak tuz tüketimini sınırlandırmalı ve eğer tansiyonunuz tehlikeli boyutlarda yüksekse alkol ve sigara tüketimini kesinlikle bırakmalısınız. Ayrıca, hareketsizliğin fazla kiloya ve fazla kilolarında yüksek tansiyona neden olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle kendinize düzenli egzersiz programı belirleyerek kalp ve damar sağlığınızı korumak adına önemli bir adım atabilirsiniz. Tansiyonu Düşüren Sebzeler Çiğ sebze bakımından zengin olan diyet listelerinin yüksek tansiyon değerlerini normale çektiği biliniyor. Günde 2-3 kase sebze yemek (sossuz, az yağlı ve az tuzlu) özellikle hipertansiyon hastalarına verilen ilk beslenme önerisi. Ayrıca yeşil yapraklı sebzeleri buharda pişirerek veya haşlayarak sıcak yemek olarak da tüketebilirsiniz. Fazla pişirmenin ya da kızartmanın sebzenin besin değerini düşürdüğünü unutmayın. Yapraklı Sebzeler: Ispanak, marul, lahana, pazı ve diğer yapraklı yeşillikler yüksek oranda lif ve mineral içerir. Bu tip sebzelerin düzenli olarak tüketilmesi damar tıkanıklığı riskini azaltır ve tansiyonun düşmesine yardımcı olur. Kudret Narı: Sitrulin olarak adlandırılan amino asit için iyi bir kaynak olan kudret narı tansiyonu düşürmek için oldukça etkili bir sebzedir. Kereviz: Kerevizdeki “phthalides” adlı fitokimyasal, arter çeperindeki kas dokusunu rahatlatarak kan basıncının düşmesine yardımcı olur. Havuç: Beta-karoten ve potasyum bakımından zengin olan havuç kalp hastalıkları riskini azaltmak ve tansiyonu düşürmek için önerilen sebzeler arasında yer almaktadır. Havucu çiğ olarak veya maydanozla veya nane birlikte suyunu sıkarak düzenli olarak tüketebilirsiniz. Domates: Tansiyonu düşürmeye yardımcı olduğu bilinen A, C ve E vitaminlerini içeren domates aynı zamanda iyi bir kalsiyum ve potasyum kaynağıdır. Domateste bulunan “likopen” kötü kolesterolün damar çeperinde birikmesini engelleyerek damar tıkanıklığa karşı koruma sağlar. Tansiyonu Düşüren Meyveler Birçok temel besin değerini içeren, vitamin ve mineraller bakımından zengin olan meyveler, yüksek tansiyonun kontrol altında tutulmasında önemli birer yardımcıdır. Kuru Erik: Potasyum bakımından zengin olan kuru erik çok az miktarda sodyum içerir ve yüksek tansiyonu olanlar için ideal bir atıştırmalıktır. Potasyum, kan damarlarındaki pıhtılaşmayı önleyerek kan akışının düzenlenmesine yardımcı olur. Kavun: Potasyum ve kan basıncını düşürmeye yardımcı magnezyum içeren kavun tansiyonu düşürmek için önerilen meyveler arasındadır. Kavun ve karpuz damar sertleşmesi riskini azaltmak için yenebilir. Yabanmersini: Yabanmersini, çilek ve ahududu C vitamini, potasyum, besin lifi ve antioksidanlar bakımından çok zengindir. Bu özellikleri ile damarlarda plak oluşumunu riskini azaltırlar. Muz: Potasyum bakımından oldukça zengin olan ve çok az miktarda sodyum içeren muz kan basıncı düzeyini normal değerlerde tutabilmek için önerilmektedir. Günde 2 adet muz yemek yüksek tansiyonu düşürmeye yardımcı olabilir. Uyarı: Tansiyonu düşüren meyve ve sebzeler yazısında yer alan bilgiler çeşitli kaynaklardan derlenmiştir. Hiç bir koşulda teşhis ve tedavi niteliği taşımaz ve bu amaçlarla kullanılmamalıdır. Tansiyonunuz yüksekse yemeniz ve yememeniz gereken gıdalar hakkında en doğru bilgileri doktorunuzdan alabilirsiniz.

25 Ekim 2013 Cuma

Hadi Gelin Güzelleşelim

Hafta boyu sağlık haberleri okuduk.Artık güzelleşme zamanı.Hafta sonu tatiline saatler kala güzelleşmeye ne dersiniz?Çok para harcamadan,kolay malzemeler ile hazırlayacağınız maskeler ile pırıl pırıl saçlar ve gergin bir cilt ile hafta sonuna merhaba diyebilirsiniz. Yağlı ciltler için maskeler Yumurta akı maskesi: Yumurta akını iyice çırptıktan sonra içine bir çay kaşığı limon suyu koyun ve bekletmeden yüzünüze-boynunuza sürün. Şeftali maskesi: Tüylü bir şeftaliyi mutfak robotundan geçirip saf olarak kullanın. Yoğurt maskesi: 1 çay kaşığı sade yoğurdu, arpa unu ile karıştırıp maskenizi hazırlayabilirsiniz. Kuru ciltler için maskeler Yumurta sarısı: Yumurtanın sarısını çırptıktan sonra içine birkaç damla elma sirkesi ile birkaç damla zeytinyağı karıştırıp cildinize sürebilirsiniz. Limon maskesi: 1 limonun suyunu sıkıp, yumurtanın sarısı ve çok az miktarda zeytinyağı ile karıştırın. Ballı yumurta maskesi: 1 yumurta sarısına 1 yemek kaşığı bal karıştırın. Yorgun ciltler için maskeler Elma maskesi: Bir elmayı gayet az su ile kaynatın, hamur haline getirin ve ılık olarak cildinize sürün. Bal maskesi: 2 - 3 kaşık bal ile 1 kaşık demli çayı karıştırıp ılık halde iken uygulayın. Normal ciltler için maskeler Salatalık: Salatalıkları halka halka doğrayıp cildinize sürün. Çilek: Birkaç çileği yıkayıp doğrayın. Sonra ezip bir kaşık arpa unu ile karıştırın. Kırışıklık gideren bir maske Bir yumurta akını ayırın, aynı miktarda alkol ile karıştırıp maske yapın. Lekeli ciltler için maske Havuç ve elma: Havuç ile elmayı rendeleyin, karıştırıp cildinize sürün. Çilekli ve sütlü maske: Rendelenmiş çileğin içine badem yağı ya da süt ekleyip maskenizi hazırlayın. Mat ciltleri canlandıran maske Bütün bir yumurtayı, 1 çay kaşığı zeytinyağı ile karıştırıp biraz okjijenli su ekleyin. Bu karışımı cildinizde 1 saat bekletin.

24 Ekim 2013 Perşembe

Göz Sağlığı Hakkında Neleri Doğru Biliyoruz?

Fazla tuzlu yemek gözü bozar mı, göz tembelliği ameliyatla düzelir mi, katarakt sadece yaşlılarda mı görülür? Halk arasında yaygın ancak doğru olmayan pek çok bilgi göz sağlığı konusunda insanları yanlış yönlendiriyor. Peki neleri yanlış biliyoruz, doğrusu nedir? 1) Yanlış: Bebek veya küçük çocuk gözlük takamaz Doğrusu: Yüksek numara göz bozukluklarında çocuk yaşta görmenin gelişmesi ve tembellik olmaması için mutlaka erken yaşta gözlük takılması gerekir. 2)Yanlış: Gözün gözlük kullandıkça gözlüğe alışır Doğrusu: Gözün gözlüğe alışması diye bir şey yoktur. Kişi gözlükle iyi görmenin nasıl olduğunu anladığı için gözlükten vazgeçemez. 3)Yanlış: Gözlük veya lens takmak gözlük numarasının ilerlemesini engeller! Doğrusu: Bilinenin aksine gözlük takmak ya da takmamak gözlük numarasının ilerlemesini etkilemez. Gözlük tedavisinin amacı görme düzeyini artırmaktır. 4)Yanlış: Katarakt sadece yaşlılarda olur. Doğrusu: Katarakt en sık yaşlılarda olmakla birlikte bebeklerde, çocuklarda ve gençlerde de görülebilir. 5)Yanlış: Katarakt ameliyatı lazerle yapılır. Doğrusu: Günümüzde en modern ameliyat yöntemi olan FAKO halk arasında yanlış olarak lazerli ameliyat olarak bilinmektedir. Oysa FAKO yönteminde lazer kullanılmaz, ultrasonik titreşimlerden faydalanılır. 6)Yanlış: Gözlükten kurtulmak için gözün çizdirilmesi gerekir. Doğrusu: Gözlük ihtiyacını ortadan kaldırmak için yapılan laser tedavisi (Excimer) gözü çizmez, yalnızca belli bir kalınlıktaki kornea dokusunu buharlaştırarak ortadan kaldırır. 7) Yanlış: Göz tembelliği lazer ameliyatıyla düzelir. Doğrusu: Göz tembelliği ameliyatla düzeltilemez. 7 yaşından önce gözlük kullanımı ve iyi gören gözün kapatılması ile düzeltilebilir. Lazer ameliyatlarının da göz tembelliğini tedavi edici özelliği yoktur ve sadece gözlük numaralarının azaltılması amacıyla yapılır. Ameliyat sonrası görme düzeyi kişinin gözlükle görebildiği kadar olacaktır. 8)Yanlış: Uzun süreler bilgisayar kullanmak gözü bozar! Doğrusu: Uzun süre bilgisayar başı çalışanlarında ufak miktarlardaki kırma kusurları şikayet nedenidir. Bu bozukluk zaten gözde mevcuttur, kişinin günlük yaşantısında gözlük ihtiyacı yoktur. 9)Yanlış: Yakından televizyon izlemek gözleri bozar! Doğrusu: Yakından televizyon izlemenin göz sağlığı açısından herhangi bir zararı yoktur. Fakat az gören çocuklar televizyonu daha yakından izleyeceğinden göz hastalıklarının erken bir belirtisi olabilir. 10) Yanlış: Ara sıra gözlerim ağrıyor, dinlendirici gözlük kullansam geçer herhalde. Doğrusu: Dinlendirici olarak adlandırılan standart bir gözlük yoktur. Dinlendirici gözlük numaralıdır ve ihtiyacı olana verilir. Kırma kusuru bulunanların mutlaka kendi gözüne uygun numarada gözlük kullanması gerekir. 11) Yanlış: Katarakt bir gözden diğerine geçer. Doğrusu: Katarakt bir gözden diğer göze geçmez. 12) Yanlış: Katarakt tekrarlayabilir. Doğrusu: Katarakt tekrarlayıcı değildir. Bazen katarakt ameliyatından sonra, göz içine yerleştirilmiş olan merceğin arkasındaki zarda kesifleşme olabilir ve bu yanlış olarak `katarakt tekrarladı` şeklinde bilinir. 13) Yanlış: Bebeklerdeki şaşılığı tedaviye gerek yoktur, zamanla kendiliğinden geçer. Doğrusu: Bebeklerdeki bazı şaşılıklar çok ciddi olup hemen tedavisi gerekebilir. Tedavi gözlük veya ameliyat şeklinde olabilir. Bu tip şaşılıklar tedavi edilmediğinde ileriye dönük kalıcı görme kayıpları (göz tembelliği) gelişebilir. 14) Yanlış: Gözlükle şaşılık tedavi edilir ve bir daha gözlüğe gerek kalmaz. Doğrusu: Göz kaymalarının çoğu gözlükle tedavi edilebilir. Fakat şaşılık tedavi edildikten sonra genellikle gözlüğe devam etmek gerekir. Aksi takdirde şaşılık tekrarlayabileceği gibi görme bozuklukları da görülebilir. 15) Yanlış: Lazer ile şaşılık tedavisi yapılır Doğrusu: Şaşılık cerrahisi göz kaslarına yapılan dikişli bir müdahaledir. Lazerle şaşılık ameliyatı yapılamaz. 16) Yanlış: Gözlerim çok ağrıyor, göz tansiyonum yükselmiş olabilir. Doğrusu: Göz tansiyonu çok az belirti veren bir hastalıktır. Pek çok göz hastalığı ve vücudun diğer bölgelerindeki hastalıklar da göz ağrısına yol açabilir. Gözdeki ağrıların çok az bir kısmı göz tansiyonuna bağlıdır. 17) Yanlış: Göz tansiyonu ameliyatı olunca görmem netleşecek. Doğrusu: Ameliyatının amacı, ilaçlarla kontrol altına alınamayan göz tansiyonunu düşürmektir. Ameliyattan sonra görme düzeyinde bir artış olmaz. 18) Yanlış: Fazla tuzlu yemek gözü bozar. Doğrusu: Tuzlu yemek tansiyonun yükselmesine sebep olup bazı rahatsızlıklara yol açabilirse de göz sağlığı açısından herhangi bir etkisi yoktur. 19) Yanlış: Bol bol havuç yemek göze çok faydalıdır. Doğrusu: Göz sağlığı açısından gerekli olan vitaminler çoğu sebze ve meyve de bol olarak bulunur. Dengeli beslenen bir kişi için bol havuç yemenin fazladan bir faydası yoktur. 20) Yanlış: “Gözyaşım kurudu galiba, ağlayamıyorum.” Doğrusu: Ağlamak psikolojik bir olaydır ve ağlama ile gelen gözyaşı da refleks sonucudur. Gözyaşı kuruluğu kavramı vardır, ancak bunun ağlama ile ilişkisi yoktur.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Primer Silyer Diskinezi Hakkında Ne Biliyorsunuz?

Burnumuzdan itibaren tüm solunum yollarımızda çok ince tüycükler vardır. Bu tüycükler süpürge gibi çalışır ve nefes brorularımıza giren mikropların ve küçük partiküllerin temizlenmesinde çok önemlidir. Bazı kişilerde bu tüycükler çalışmaz ve bu durumda ortaya çıkan hastalığa primer silyer diskinezi denir. Memorial Ataşehir Hastanesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Fazilet Karakoç “primer silyer diskinezi” hastalığı hakkında bilgi verdi. Ne sıklık ile rastlanır? Hastalığın sıklığının 1-15.000 ile 1-60.000 arasında olduğu düşünülmektedir. Hastalık her iki cinste eşit oranda rastlanmaktadır ve tüm ırklarda vardır. Ülkemizdeki sıklığı bilinmemektedir. Primer silye diskinezi nasıl bir hastalıktır? Primer silyer diskinezi, doğumsal genetik bir hastalıktır; yani gözümüzün kahverengi ya da yeşil olması gibi genlerimizde vardır ve hastalık hayat boyu devam eder. Bu hastalarda nasıl bulgular ortaya çıkar? Bu hastalarda nefes borularını temizleyen bu ince tüycükler çalışmadığı için nefes borularında sekresyonlar birikir ve bunun sonucunda hastalar genellikle solunum yolu şikayetleri ile hekime başvururlar. Hastaların şikayetleri büyük farklılıklar gösterebilir. Bazı hastalar doğumda normal olabilir ama birçok hasta doğumdan itibaren başlayan solunum sıkıntısı veya tekrarlayan alt ve üst solunum yolu infeksiyonları ile hekime başvurur Çocuklarda devamlı balgamlı öksürük vardır ve birçok hastada yıllar içinde hava yollarında genişleme (bronşiektazi) gelişir. PSD’li hastalarda üst solunum yolu infeksiyonları da sık görülür, birçok hastada kronik sinüzit ve tekrarlayan orta kulak iltihapları vardır. Tekrarlayan orta kulak iltihapları ve kulak zarlarında delinme sonrasında bazı hastalarda işitme kaybı oluşabilir. PSD’li hastaların en önemli sorunlarından biri de tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonları (zatürre) geçirmeleridir. Bazı hastalarda hastalık ağır seyredebilmek ile birlikte genellikle yaşam süresini kısaltan bir hastalık değildir. Bazı hastalarda iç organlarda yer değişikliği söz konusudur. Hastaların % 50’sinde kalp solda değil sağda yer alır bu durum kalp fonksiyonları üzerine olumsuz bir etki yapmaz hatta bu neden ile çoğu kez yıllarca fark edilmeyebilir.Bazı hastalarda kalbin yanısıra karaciğer , dalak gibi karın içindeki diğer organlarda yer değiştirmiştir. Bazı hastalar çocuklukta değil daha ileri yaşlarda bulgu verirler ya da çocukluktan itibaren bazı şikayetleri olmalarına rağmen ancak erişkin dönemde tanı alırlar.Erişkin hastalar astım benzeri bulgular ile hekime başvurabilirler. Erkek hastalarda infertilite (kısırlık) olabilir sperm sayısı normal olabilir ancak spermlerin hareketlerini sağlayan tüycüklerde bu hastalarda çalışmadığından infertilite ortaya çıkar, Kadınlar ise tüplerde bu tüycükler çalışmadığından dış gebeliğe eğilimlidir ama çoğunlukla infertilite (kısırlık) yoktur. Hastalığın tanısı nasıl konur? Sık tekralayan üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları olan ve altta yatan nedenin bulunamadığı tüm hastalarda PSD olasılığı akla gelmelidir. Özellikle yenidoğan döneminde şikayetleri başlayan hastalarda ve iç organlarının yeri değişik olan hastalarda PSD hastalığı araştırılabilir. Bu hastalarda tanı koyabilmek için burundan küçük bir fırça ile alınan örneklerin özel bir mikroskop ile (elektron mikroskopu) ile incelenmesi gerekir. Biyopsinin solunum yolu infeksiyonlarından en az 4-6 hafta sonra alınması gerekir.Yanlış teşhisten kaçınmak için biyopsinin en az iki farklı bölgeden alınması önerilmektedir. Nasıl tedavi edilir? PSD için kesin bir tedavi bulunmamaktadır. Mevcut tedavilerin amacı akciğer hastalığının gelişimini ve sonrasında ortaya çıkabilecek hava yollarında genişleme gibi komplikasyonları önlemektir. Sık orta kulak enfeksiyonları geçiren hastalarda işitme kontrol edilmelidir. Hastalardan aralıklı balgam kültürlerinin alınması, enfeksiyonların tanısı ve tedavisi ilerleyici akciğer hasarını önlemek için önemlidir. Bu hastalarda zatürre ve yıllık grip aşılarının yapılması önemlidir. Sonuç olarak PSD sık tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonları olan, devamlı burun, kulak akıntısı ve sık antibiyotik ihtiyacı olan çocuklarda,tekrarlayan zatürreler geçiren çocuklarda ayırıcı tanıda akılda tutulması gereken bir hastalıktır. Erken tanı ve tedavi hastada geriye dönüşümsüz hasarlar olmasını engelleyebilir. Tanısı için ileri tetkikler gerektirdiğinden şüpheli hastaların bu alanda uzmanlaşmış bir merkezlere gönderilmesi gerekmektedir.

22 Ekim 2013 Salı

Bebeklerde Beslenme Hataları

0-6 aylık bebeğin beslenmesinde yapılan hatalar nelerdir? İlk 4-6 ayda bebekler yalnızca anne sütü ile beslenmelidir. Bu aylarda anne sütü ile birlikte verilen ek besinler bebeğin emme gereksinimini azaltarak, anne sütünden yeterince yararlanmasını engeller. Anne sütünün yetersiz olduğu düşüncesi ile doktora danışmadan bebeğe mama vermeye başlamak bu dönemde yapılan en önemli beslenme hatasıdır. Bebeğin yeterince anne sütü aldığı, günde 6-8 kez bezini ıslatması ve haftada en az 150 gr. tartı alması ile anlaşılır. Bebeğin aylık takiplerinde kilosu mutlaka değerlendirilir. Ek besinlere geçişte yapılan hatalar nelerdir? Önlemek için nelere dikkat edilmelidir. Yaşamın ilk 4 - 6. ayından sonra anne sütü bebeğin beslenmesinde yetersiz kalacağından ek besinlere geçilir. Bu dönem hem bebek hem de anne için zor bir dönem olabilir. Bebekler katı gıda ile karşılaştıklarında, gıdayı dilleri ile iterler. Bu durum bebeğin dil hareketlerinin yeterince olgunlaşmamış olması nedeni ile dilleri ile besinleri geriye yönlendiremediklerinden dolayı gerçekleşir ve genellikle 6 aydan sonra düzelir. Bu istem dışı davranış genellikle anneler tarafından hatalı olarak yemenin reddi olarak algılanabilir. Annelerin bebeğin ek gıdaları sevmediğini ya da aç kalacağını düşünüp beslenme sırasında zorlayıcı olmaları bu dönemin en önemli hatası olup çocuklarda iştah probleminin temelini oluşturur. Ek gıdalara geçişte yaşanan ikinci önemli sıkıntı ise bebeğin pürtüklü gıdaları yutmaya alışmasıdır. Bunun için sebze çorbası, sebze püresi, et gibi gıdalar tel süzgeçten geçirilerek 1-2 çay kaşığı miktarda bebeğe sunulmalıdır. Çocuğa sunulan miktar 1 hafta içinde yavaş yavaş arttırılarak 100-150 ml bir öğün olarak verilmeye başlanmalıdır. Bebeğin yutamadığını düşünerek besinlerin öğütücü (robot, blender) ile püre haline getirilmesi durumunda bebek çiğneme ve yutmayı öğrenemez ve katı gıdaları kusmaya başlar. Ek gıdalara geçişte dikkat edilecek üçüncü nokta yeni besinlerin bebeğe birer birer sunulması ve allerji yapıp yapmadığının gözlenmesidir. Karışık beslenmeye geçilen çocuklarda, çocuk her ağladığında biberon ile süt vermek, muhallebi gibi kalorisi yüksek gıdalara erken başlamak ve fazla miktarda vermek, yatkın çocuklarda şişmanlığa yol açan hatalı uygulamalardır. Bebek ve çocuk beslenmesinde anne babaya düşen görevler nelerdir? Çocuğun sağlıklı beslenme alışkanlıkları geliştirmesinde anne babanın tutarlılığı ve ona iyi örnek olması en temel koşuldur. Okul öncesi dönemde çocuğa yeme konusunda ısrarlı davranmak yemek sürecinin çocuk-ebeveyn arasında olumsuz ilişkilerle ve zıtlaşmalarla savaşa dönüşmesine neden olur. Çevresindekilerin yemek için ödül ya da ceza gibi tutumları yeme davranışı üzerinde olumsuz etki yaratır. Bu durum yeme reddini daha da arttırır. Ev içinde yemek düzeni ve kurallar belirlenmelidir. Zevkli ve özenli bir sofra hazırlanmalı, tüm aile yemek saatinde bir arada olmaya dikkat etmelidir. Televizyon karşısında yemek yemek engellenmelidir. Çocuğun ebeveyn kuralları dışında kendi seçimlerini yapmasına da izin verilmeli, kendi kendine yeme davranışı desteklenmelidir. Annenin çocuğu beslemesi, yemek sırasında eleştirmesi çocuğun açlık duygusunu bastırarak iştahını kapatabilir. Bu durum fizyolojik bir süreç olan acıkma, iştah duyma ve yemek isteme düzenini bozar, çocuk yemek istemez. Çocuk bir gün yemeğini çok güzel yerken başka bir gün daha az yiyebilir. Araya giren hastalık ya da özel bir durum olmadıkça bu seçim makul karşılanmalıdır. Diş çıkartma döneminde yapılan hatalar nelerdir? İlk 6-9 ayda anne sütünün tamamlayıcısı olan ek besinler, 9 aylıktan sonra çocuğunuz için “asıl besin” özelliği taşır. Bu dönemde evde pişen yemeklerin çoğu çatalla ezilerek, az baharatlı ve az tuzlu olarak çocuğa sunulabilir. Bu dönemde en sık yapılan hatalardan biri bebeğin yemek suyu ile beslenmesidir. Bu beslenmenin besleyici değeri olmadığı unutulmamalıdır. Çocukların yutma ve çiğneme yetenekleri 3 yaşından sonra tamamlanır, bu süre içinde soluk borusuna kaçarak boğulmaya yol açabilecek sert ve taneli besinler verilmemelidir. Çocuklar hastalandıklarında (ishal, gaz sancısı, üşütme) yapılan beslenme hataları nelerdir? İlk 6 ayda sadece anne sütü ile beslenen bebekler ishal, zatürre, allerji gibi hastalıklara daha az yakalanırlar ve daha sağlıklı büyürler. Anne sütü alan bebek ishal olduğunda anne sütüne ara verilmemelidir. Anne sütünde bulunan koruyucu antikorlar bebeğin ishal, üşütme gibi hastalıkları daha kolay atlatmasına yardımcı olur. Havanın çok sıcak olması, bebeğin gaz sancısının olması durumunda da bebeğin anne sütü dışında su ya da başka sıvılara (bitki çayı, meyve suyu) gereksinimi yoktur. İlk 6 ayda bu sıvıları alan bebeklerin emme isteği azalacağından anne sütünden yararlanmaları azalır.

21 Ekim 2013 Pazartesi

Çocuklarınızı Korumak Sizin Elinizde

Kış geldi, havalar soğudu. Mevsimle bağlantılı olarak çevremizdeki kişilerden daha sık hastalık haberleri almaya başladık. Ani ısı değişiklikleri ve ortamda dolaşan virüslerin de etkisiyle birçok kişi elinde mendille dolaşmak zorun kalıyor. Peki çocuklarımızı bulaşıcı hastalıklardan nasıl koruyabiliriz... Kış aylarında hastalıklara karşı en dirençsiz grubun başında çocuklar geliyor. Okulların açılmasıyla birlikte ev ve arkadaş ortamından, sınıf, yuva ve kreş gibi kalabalık ortamlara geçen çocuklar, burada çok sayıda çocukla temas ettiklerinden yaz aylarına göre daha fazla hastalanmaya başlıyorlar. Kış aylarında çocuklarda en fazla virüsler ve bakteriler yoluyla bulaşan hastalıkların görüldüğünü söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ela Tahmaz, kışın özellikle virüs hastalıklarının ilk planda geldiğini belirtiyor. Kış aylarında daha çok damlacık enfeksiyonu ile çocuktan çocuğa bulaşan hastalıkların sıklıkla görüldüğünü hatırlatan Dr. Tahmaz, “Virüsler enfekte damlacıkların havada asılı kalması ve bunların solunum yolu ile alınması sonucu, bir çocuktan diğerine ya da bir erişkinden çocuğa kolayca bulaşıyorlar. Bazen çocuğun aksırık, hapşırıkla çevreye yaydığı içinde virüs bulunduran bu kirli damlacıklar, çevredeki cisimlere tutunuyorlar. Diğer çocuklar da bu cisimleri alıp ağzına götürdüklerinde virüsü kapabiliyorlar ve hastalanıyorlar” diyor. SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONLARI Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ela Tahmaz ise, kış aylarında çocuklarda görülen solunum yolu hastalıklarını ve belirtilerini şöyle sıralıyor: Nezle: Kış aylarında en sık rastlanan çocuk hastalıklarından biridir. Hafif bir burun akıntısı ile başlar. Bazen de hafif öksürük olur. Kimi zaman öksürük biraz daha şiddetli olabilir. Bu tabloya nadiren ateş de eklenir. Grip: İnfluenza virüslerinin neden olduğu grip, genellikle yüksek ateşle başlar. Baş ağrısı, kas ağrıları, 39-40 dereceye varan ateş, burun akıntısı, burunda doluluk, öksürük olur. Boğaz enfeksiyonu: Halk arasında ‘beta mikrobu’ olarak bilinen beta streptokokun yol açtığı bademcik enfeksiyonu okul çağı çocuklarında çok sık görülen hastalık. Bademcikleri şişen çocuk, yutkunmakta, bazen uyurken nefes almakta zorluk çeker. Boğaz enfeksiyonu geçiren çocuklarda, enfeksiyonunun nedeninin beta streptokok olup olmadığı laboratvuar testleri ile araştırılmalıdır. Eğer beta mikrobu belirlenirse mutlaka antibiyotik tedavisine başlanmalı ve bu tedavi 10 gün sürdürülmelidir. Basit üst solunum yolu enfeksiyonlarında gereksiz yere antibiyotik kullanarak, bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç kazanmasına zemin hazırlamamak gerekir. Ancak beta mikrobunun yol açtığı enfeksiyonun tedavisi özellikle önemlidir. Çünkü tedavi edilmediği taktirde, beta streptokokun neden olduğu enfeksiyona bağlı olarak çocukta hayatı tehdit eden kalp, böbrek ve eklem rahatsızlıkları oluşabilir. Zatürre: Daha çok kış mevsiminde görülen zatürre, akciğerin bir veya birkaç lobunun iltihaplanması şeklinde ortaya çıkan ateşli bir hastalıktır. Bu hastalıkta akciğerlerde bulunan hava kesecikleri iltihabi bir sıvıyla dolar. Akciğerlerin görevi olan oksijen alış veriş fonksiyonu bozulur ve bu nedenle kanda oksijen düzeyi azalır. Çeşitli bakteri ve virüslerin neden olduğu zatürre, özellikle risk grubu hastalarda ölümle sonuçlanabilecek ciddi bir akciğer hastalığıdır. Küçük çocuklarda, ileri yaştakilerde ve hali hazırda kronik bir hastalığı bulunan kişilerde daha ağır seyreder ve ölümle sonuçlanabilir. 39 dereceyi geçen ateş, öksürük, çoğu zaman pas renginde olan koyu kıvamlı balgam en önemli belirtileridir. Sıklıkla burun, boğaz enfeksiyonu sonrasında başlar. Bronşiolit ve bronşit: Bronşiolit, çocuklarda erken yaş grubunda (özellikle 3 yaş altında) bronşioller adı verilen küçük bronşların iltihabıdır. Bronşit ise, daha büyük çocuklarda ve yetişkinlerde görülür. Bronşit, büyük bronşların, yani soluk borusundan dallanarak akciğerlere yayılan hava borularını örten mukoza dokusunun akut ya da kronik iltihabıdır. Bronşit, üst solunum yollarında grip enfeksiyonu sırasında çok sık gelişen bir komplikasyondur. Boğmaca ve kızamık sırasında da soluk borusu ve bronş enfeksiyonlarına sık rastlanır. Özellikle çocuklarda, gençlerde görülen akut bronşitlerde, başlıca etken bakterilerden çok virüslerdir. Ama bakteriler de akut bronşit etkeni olabilir. Belirtileri inatçı kuru öksürük, balgam, ateş ve göğüste ağrıdır. Orta kulak iltihabı: Soğuk algınlığından sonra orta kulak iltihabı çocuklarda en sık görülen hastalıktır. Östaki borusunun bebeklerde ve çocuklarda erişkinlere oranla daha kısa ve yatay olmasından dolayı bakteriler burun ve boğazdan orta kulağa daha çabuk geçebilirler. Soğuk algınlığı, sinüzitlerde ya da boğaz enfeksiyonlarında östaki borusu kapanır ve bakterilerle bulaşmış olan sıvı orta kulak içinde kalır. Böylece mikropların daha çabuk üreyebileceği bir ortam oluşur. Akut Otitis Media adı da verilen bu hastalığın belirtileri kulak ağrısı ateş ve işitme kaybı ve özellikle bebeklerde beslenme güçlüğüdür. Boğmaca: Damlacık yoluyla bulaşan bu hastalıkta, 1 yaşın altındaki ve özellikle aşıları yapılmamış çocuklar risk altındadır. Önce kuru öksürük ve hafif ateş görülür. 1-2 hafta içinde öksürük, nöbetler halinde gelmeye başlar. Öksürme sırasında çocuk kızarır, morarır ve hatta terler. DÖKÜNTÜLÜ HASTALIKLAR Virüslerin üst solunum yolu hastalıklarının yanı sıra döküntülü bulaşıcı hastalıklara da yol açtığını söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ela Tahmaz, çocukların kış aylarında kalabalık ortamlara girmesiyle yoğun olarak geçirdikleri bu hastalıkları şöyle sıralıyor: Kızamıkçık: Rubella virusünün neden olduğu hastalıkta bazen hafif ateş ve boyundaki lenf bezleri de şişkinlik görülür. Yüzde küçük, düzgün, kırmızımsı pembe lekeler görülür. Lekeler vücuda ve damağa yayılır. Aşı ile korunmak mümkündür. Kızamık: Kızamık virüsünün neden olduğu hastalıktan yine aşı ile korunmak mümkündür. İlk belirtileri bir iki gün süreyle ateş, burun akması, göz sulanması ve kuru öksürüktür. Yanakların iç tarafında beyaz lekeler, alında, kulaklarda hafif kırmızılık görülür. Bu kırmızılık daha sonra tüm vücuda yayılır. Su Çiçeği: Varisella-zoster virüsünün sebep olduğu hastalık, hafif ateş, halsizlik, iştah kaybı ve şiddetli kaşınma ile başlar kısa süre içinde vücutta kırmızı lekeler oluşur. Bu lekeler daha sonra sivilceye dönüşür ve kabuklanır. İnsandan insana damlacıklar veya hava yoluyla bulaşır. Altıncı Hastalık: Ani başlayan ve 39-40 dereceye kadar yükselen ateş Altıncı hastalığın en önemli belirtisidir. Çocukta ateş, hafif burun akıntısı, baş ağrısı ve mide bulantısı diğer belirtilerdir. Boynun yan kıvrımlarında, kulak arkalarında ve başın arka kısımlarındaki lenf bezleri şişebilir. Bu hastalıkta ateş düştükten hemen sonra vücutta kırmızı renkli kaşıntısız deri döküntüsü oluşur. Bu hastalıkların yanı sıra mide ve bağırsak sistemine bağlı hastalıklar ve hava ısısındaki ani değişikliklere bağlı olarak atipik pnomonilerin de, görüldüğünü ifade eden Dr. Tahmaz, “Atipik pnömoniler (tipik seyretmeyen zatürre) daha çok akciğer dışı belirtilerle görülür. Baş ve karın ağrısı, bulantı, ishal, ciltte döküntüler, bilinç bulanıklığı en çok görülen belirtilerini oluşturur. Atipik pnömonilerde solunum sistemi muayenesinde hastalık bulgusu bulunamayabilir. Bu nedenle ateşle başlayan hastalığı olan her çocukta pnömoni araştırılmalı, teşhis için akciğer filmi çekilmeli, balgam kültürü ve kan testleri yapılmalıdır” diyor. Kaynak:Anadolu Johns Hopkins

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayramı Kendinize Zehir Etmeyin

Kurban Bayramı’nda et yemekleri pişirilerek özenle hazırlanan sofralar, birbirinden kalorili ev yapımı tatlılar ve daha pek çok ikramlar kontrolsüz ve düzensiz beslenmeye davetiye çıkarıyor. Birkaç günlük hızlı yeme temposu, kilo alımına ve mide rahatsızlıklarına neden olabiliyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Şefika Aydın Selçuk, “Kurban Bayramı’nda sağlıklı beslenme” hakkında bilgi verdi. PROTEİNİN FAZLASI VÜCUDA ZARAR VERİYOR Kurban Bayramı’nda günlük beslenmede en çok tüketilen besin grubu ettir. Kırmızı et tüketimi sağlıklı beslenmede olmazsa olmazlar arasında olsa da, fazla miktarda alımının sağlığı bozucu etkilerinden dolayı miktarı kişinin sağlık durumuna ve yaşına göre sınırlandırılmalıdır. Doymuş yağ ve kolesterol içeriğinin yüksek olması nedeniyle kronik hastalığı olanların 2 öğünde de yüksek miktarda kırmızı et alması sakıncalıdır. Kırmızı etin dışında peynir çeşitleri, yumurta, sakatatlar, şarküteri ürünleri ile tahıl ve kuru baklagillerde de protein vardır. Bayram günlerinde protein alımı sadece kırmızı et ile sınırlı kalmamaktadır. Kahvaltılık olarak tüketilen besinlerde de yüksek oranda protein vardır. Sonraki öğünlerde tüketilen yoğurt, ayran, çeşitli çorbalar ve tatlıların birçoğunda protein bulunmaktadır. Dolayısı ile protein fazla tüketildiğinde sağlığı bozabilmektedir. Bu nedenle günlük tüketiminde dikkatli olunması gerekmektedir. TATLI VE HAMUR İŞİ TÜKETİMİNİ SINIRLI TUTUN El açması börekler, baklavalar, mantı ve şekerlemeler bayramın vazgeçilmezleri arasındadır. Ancak ölçüye dikkat edilmelidir. Kilo sorunu ve herhangi bir kronik hastalığı olmayan kişiler günde 1 porsiyon tatlı tüketebilir. Bu tatlı sütlü tatlı veya 2 baklava ölçüsünü aşmamalıdır. Bayram tatlıları yemeğin üstüne değil yemeklerden en az 3 saat sonra tüketilmelidir. Günde 8-10 su bardak su içilmelidir. Davetlerde kafeinli ve asitli içeceklere limit koymakta fayda vardır. Kahve günde 1-2 fincanı aşmamalıdır. Mümkün ise asitli içecek yerine su içilmelidir. KRONİK HASTALIĞI OLANLAR DİYETİSYENE DANIŞMALI Gastrit, reflü gibi mide sindirim problemi olanların yağlı ve baharatlı yemeklerden uzak durması önerilmektedir. Kronik hastalığı olanlar da bayramda normal beslenme düzenlerinin dışına çıkmamalıdır. Bu gruptaki hastaların özellikle sakatatlardan uzak durması gerekir. Diyabetik diyeti olanların tatlı tercihleri, sütlü tatlılar ve tatlandırıcı ile hazırlanmış alternatifler olabilir. Kalp, diyabet, böbrek ve tansiyon hastalarının diyetleri tedavilerinin en önemli kısmını oluşturur. Bu nedenle bayram beslenmelerinde gerekirse diyetisyenlerinden öneri almaları gerekmektedir. ET TÜKETİLMESİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR Özel bir kronik hastalık olunmadığı durumlarda günlük önerilen kırmızı et tüketimi ortalama 70kg olan bir kadında 150g, 80 kg olan bir erkek için ise 180g olmalıdır. Bu nedenler 5-6 köfte kadar kırmızı et ölçüsü dışına çıkmamak gerekmektedir. Kırmızı etin tüketilen miktar ölçüsü kadar nasıl pişirildiği de çok önemlidir. Etleri mümkün olduğunca sebze ile birlikte pişirmekte veya salata ile tüketmeye dikkat etmek gerekir. Sakatat tüketimine dikkat edilmelidir. Özellikle çocuklar ve gebeler için sakıncalıdır. Et hazırlanırken et ve sebze için ayrı doğrama tahtaları kullanılmalıdır. Kırmızı et içerisinde C ve E vitamini yoktur. Bu açıdan biber, domates, kabak, soğan, sarımsak ve maydanoz gibi çeşitli sebzeler ile pişince vitamini ve proteini bol bir yemek haline gelir. Ayrıca ette bulunan demirin emilimi artacaktır. Etin kısık ateşte ve kapağı çok açılmadan çok karıştırılmadan pişirilmesi vitamin kaybını en aza indirecektir. Et pişerken ekstra yağ ve su ilave edilmemelidir. Kavurmaya, ekstra iç yağ ve kuyruk yağ eklenmemelidir. Baharatlar ve sebzeler ile et marine edilerek en az 6-8 saat dinlendirilerek pişirilirse daha iyi pişecektir. Kırmızı eti yoğurt ile değil salata ile tüketmek önemlidir. Bu sayede biyoyararlılığı artacaktır. Etler birer yemeklik olacak şekilde küçük parçalara ayrılarak, buzdolabı poşetine veya yağlı kağıda sarılarak buzdolabının buzluk kısmında (-2 derecede 3-5 gün) veya derin dondurucuda (-18 derecede 3 ay) saklanmalıdır. Et mangalda pişirilecekse kömür ile ızgara arası en az 15 cm olmalıdır. Eti hızlıca dış yüzeyinin pişirilmesi iç kısmın çiğ kalmasına neden olur ve bu zehirlenmeye sebep olabilir. Ayrıca mangalda çok pişen dış yüzeyde kanserojen maddelerin çıkmasına neden olacaktır. Et kesildikten sonra muhakkak 24 saat dinlendirilmelidir. Etin ölüm sertliği denilen aşamanın geçmesi için dinlendirilmesi şarttır. Et mangala çok yakın pişerse etteki B vitaminleri suyu ile akacağı unutulmamalıdır.

12 Ekim 2013 Cumartesi

Mantar ve Organ Yetmezliği Arasındaki İlişki

Doğadan mantar toplayıp yeme alışkanlığının yaygın olduğu ülkemizde her yıl çok sayıda kişi mantar zehirlenmesi nedeni ile hayatını kaybediyor. Ormanlarda yetişen yüzlerce tür mantarın içinde yenilebilir olanların yanı sıra zehirli türlere de oldukça sık rastlanıyor. Ancak zehirli mantarı diğerlerinden ayırt etmek neredeyse imkansız. Memorial Şişli Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi’nden Uz. Dr. İlhan Ocak, mantar zehirlenmeleri ve uygulanacak ilk müdahale hakkında önemli bilgiler verdi. 1 kilo yenebilir mantar arasından 1 tanesi bile sizi zehirlemeye yetebilir Kültür mantarları dışındaki yabani mantarlar, içeriğindeki toksinler nedeniyle zehirli olabiliyor. Mantarın renk, boyut gibi özelliklerinden zehirli olup olmadığı anlaşılamıyor. Halk arasında yaygın olarak bilinen, “Piştikten sonra çatal batırdığında rengi gümüş oluyorsa zehirlidir” tanımı da maalesef doğru değil. Tecrübeli insanlar bile zehirli mantarı ayırt edemiyor. Yenebilir mantarlar arasına karışan bir tek zehirli mantar bile çok acı sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle bu tür mantarlar her ne şekilde olursa olsun tüketilmemelidir. Belirtiler 12 saat içinde kendini gösterir Nemli ortamlarda, ağaç kenarlarında yetişen yabani mantarlar yendikten sonra hiçbir belirti vermeyebilir. Bu süre 6 saatten 12 saate kadar uzayabilir. Bu süre sonunda bulantı, kusma, baş ağrısı, halsizlik gibi basit şikayetler görülür. Bu şikayetler mantar yiyen bir kişi için uyarıcı olmalı ve kişi en kısa sürede bir sağlık merkezine başvurmalıdır. Bu süreç kişiyi 3-4 gün içinde böbrek yetmezliğine, karaciğer yetmezliğine hatta ölüme kadar götürebilir. Bu nedenle bu süre çok önemli. İlk belirtilerle hastaneye başvuran kişiye “pheresis” denilen kan değişim programı uygulanır. Kişinin kanının belli bir oranı makinanın içinden geçirilir. Filtrede hücreli kısımlar, alyuvar ve akyuvarlar ayrılır ve tekrar hastaya verilir. Hücresiz kısım ise atılıp hastaya yeni kan verilir. Hastanın klinik durumuna göre günde 1 ya da 2 kez bu işlem uygulanır. Buna rağmen belirtiler ortadan kalkmıyorsa acilen nakil sürecine geçilir. Bu önlemler hayat kurtarır! Kültür mantarı dışında, ormanlarda yetişen yabani mantarları tüketmeyin. Öncelikle mantar yediğinizi kesinlikle unutmayın. Olası bir zehirlenme durumunda yaşayacağınız basit belirtilerin başka hastalıklarla karıştırılmaması için mantar yediğinizi doktorunuza söylemeniz gerekmektedir. Bulantı, kusma, baş dönmesi gibi hafif belirtiler görüldüğünde en yakındaki donanımlı, canlıdan canlıya organ nakli yapabilen bir sağlık kurumuna başvurun. Çünkü, bu belirtiler görüldükten sonra hastanın yaklaşık 5 günü olduğu düşünülürse hastanın hastaneler arası transferi de zaman kaybı olacaktır. Hastaneye iyi bir analiz vermeniz gerekmektedir. Mantarı ne zaman yediğiniz, belirtilerin tam olarak ne zaman başladığı tedavinin yönü açısından oldukça önemlidir.

Mantar ve Organ Yetmezliği Arasındaki İlişki

Doğadan mantar toplayıp yeme alışkanlığının yaygın olduğu ülkemizde her yıl çok sayıda kişi mantar zehirlenmesi nedeni ile hayatını kaybediyor. Ormanlarda yetişen yüzlerce tür mantarın içinde yenilebilir olanların yanı sıra zehirli türlere de oldukça sık rastlanıyor. Ancak zehirli mantarı diğerlerinden ayırt etmek neredeyse imkansız. Memorial Şişli Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi’nden Uz. Dr. İlhan Ocak, mantar zehirlenmeleri ve uygulanacak ilk müdahale hakkında önemli bilgiler verdi. 1 kilo yenebilir mantar arasından 1 tanesi bile sizi zehirlemeye yetebilir Kültür mantarları dışındaki yabani mantarlar, içeriğindeki toksinler nedeniyle zehirli olabiliyor. Mantarın renk, boyut gibi özelliklerinden zehirli olup olmadığı anlaşılamıyor. Halk arasında yaygın olarak bilinen, “Piştikten sonra çatal batırdığında rengi gümüş oluyorsa zehirlidir” tanımı da maalesef doğru değil. Tecrübeli insanlar bile zehirli mantarı ayırt edemiyor. Yenebilir mantarlar arasına karışan bir tek zehirli mantar bile çok acı sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle bu tür mantarlar her ne şekilde olursa olsun tüketilmemelidir. Belirtiler 12 saat içinde kendini gösterir Nemli ortamlarda, ağaç kenarlarında yetişen yabani mantarlar yendikten sonra hiçbir belirti vermeyebilir. Bu süre 6 saatten 12 saate kadar uzayabilir. Bu süre sonunda bulantı, kusma, baş ağrısı, halsizlik gibi basit şikayetler görülür. Bu şikayetler mantar yiyen bir kişi için uyarıcı olmalı ve kişi en kısa sürede bir sağlık merkezine başvurmalıdır. Bu süreç kişiyi 3-4 gün içinde böbrek yetmezliğine, karaciğer yetmezliğine hatta ölüme kadar götürebilir. Bu nedenle bu süre çok önemli. İlk belirtilerle hastaneye başvuran kişiye “pheresis” denilen kan değişim programı uygulanır. Kişinin kanının belli bir oranı makinanın içinden geçirilir. Filtrede hücreli kısımlar, alyuvar ve akyuvarlar ayrılır ve tekrar hastaya verilir. Hücresiz kısım ise atılıp hastaya yeni kan verilir. Hastanın klinik durumuna göre günde 1 ya da 2 kez bu işlem uygulanır. Buna rağmen belirtiler ortadan kalkmıyorsa acilen nakil sürecine geçilir. Bu önlemler hayat kurtarır! Kültür mantarı dışında, ormanlarda yetişen yabani mantarları tüketmeyin. Öncelikle mantar yediğinizi kesinlikle unutmayın. Olası bir zehirlenme durumunda yaşayacağınız basit belirtilerin başka hastalıklarla karıştırılmaması için mantar yediğinizi doktorunuza söylemeniz gerekmektedir. Bulantı, kusma, baş dönmesi gibi hafif belirtiler görüldüğünde en yakındaki donanımlı, canlıdan canlıya organ nakli yapabilen bir sağlık kurumuna başvurun. Çünkü, bu belirtiler görüldükten sonra hastanın yaklaşık 5 günü olduğu düşünülürse hastanın hastaneler arası transferi de zaman kaybı olacaktır. Hastaneye iyi bir analiz vermeniz gerekmektedir. Mantarı ne zaman yediğiniz, belirtilerin tam olarak ne zaman başladığı tedavinin yönü açısından oldukça önemlidir.

11 Ekim 2013 Cuma

Doğu'dan Gelen Güzellik

Kadife gibi bir cilt, parlak gözler, gür ve canlı saçlar. Hintli kadınlar doğal güzellikleriyle dikkat çekiyorlar. Bu güzelliğin en büyük sırrı kullanmayı alışkanlık haline getirdikleri doğal bitki özleri ve yağlar. Hintli kadınların güzellik sırlarını keşfetmek istiyorsanız bu haberi mutlaka okuyun. Hintli kadınların çoğu, günlük cilt bakımlarını kendi hazırladıkları krem ya da yağlarla yapıyorlar. Belki de onların ileri yaşlara kadar pürüzsüz bir cilde sahip olmalarının altında bu sır yatıyor. Çeşitli kozmetik firmaları tarafından üretilen ve doğal bitki özlerine sahip ürünler de cildinizde doğal bir ışıltı için tercih edilebilir. Clarins, Babor, Sothys, Biotherm ve Sisley gibi kozmetik firmaları da ürünlerinde bitki özleri ve yağları kullanıyor. Sothys firması uzmanları Uzakdoğu teknikleri kullanılarak yaratılan Digi-Estetique masajının tüm Sothys bakımlarında kullnıldığını söylüyor. Hair & Sun Planet Tarabya'dan Güzellik Uzmanı Sibel Kırık, baş ve yüz masajının da cilt güzelliğinde çok önemli bir yere sahip olduğunu belirtiyor. DOĞAL ÜRÜNLERLE PEELİNG Öğütülmüş tahıllar ya da fındık ve fıstık gibi çerezler, cildinizde yumuşak bir peeling etkisi yaratıyor. Hintli kadınlar, her gün taze bakım ürünleri kullanıyorlar. Onların bakımları için ihtiyaç duydukları şey ise; bir kap dolusu cildi yatıştıran gülsuyu ve pürüzsüzleştiren tatlı bademyağı. Yüzü ılık pirinçsuyuyla yıkamak, Hintli kadınların yüzyıllardır uyguladıkları bir yöntem. Pirincin içeriğindeki magnezyum, B vitamini ve bakır gibi besleyici maddeler ısıyla birlikte suya karışıyor ve cildin ışıl ışıl parlamasını sağlıyor. KADİFE YUMUŞAKLIĞINDA BİTKİ YAĞLARI Bitki yağları, Hintli kadınların bakımlarında kullandıkları en temel ürünler olarak yerlerini koruyor. Hafif masaj darbeleri de, mikro sirkülasyonu uyararak yağların cilde derinlemesine nüfuz etmesini sağlıyor. Hintli kadınlar, yüz maskesinde özellikle sarı susamyağını tercih ediyorlar. Bu yağ, içeriğindeki zengin doymamış yağ asitleri sayesinde cildin yumuşamasını sağlıyor ve pürüzsüzleşmesine yardımcı oluyor. Uzmanlar, cildin derinliklerine daha kolay ulaşması için susam yağının masajdan önce ısıtılmasını tavsiye ediyor. Eğer reçine ya da çiçek kokusundan hoşlanıyorsanız, içine birkaç damla yağ ekleyebilirsiniz. Bitkilerin cilt üzerindeki etkilerine gelince... Okaliptüs canlandırıyor, sandal ağacı gevşemesini sağlıyor ve ylang-ylang da onarıyor. İsterseniz, günlük masajınızı piyasada, aktarlarda satılan ve içeriğinde bitki özleri bulunan ürünlerle de yapabilirsiniz. SAÇLARINIZA BAKIM ŞÖLENİ Hintliler için gür ve koyu saçlar kadınlığın tacı. Yağ masajları ve doğal şampuanlar saçlara güç ve parıltı sağlıyor. RAHATLATAN BAŞ MASAJLARI Aromatik Hint baş masajı olarak tanımlanan campisaj, Hindistan'da binlerce yıldır uygulanan bir yöntem. Hintli kadınlar gür ve parlak saçların sırının saç derisine yağlarla masaj yapılmasında saklı olduğuna inanıyorlar. Uygulama, son yıllarda adını sıklıkla duyduğumuz Ayurveda felsefesinden doğmuş. Ayurveda’ya göre masajın iki önemli işlevi var; hücre ve dokunun beslenmesini sağlamak, bedeni toksinlerden arındırmak. Hintli kadınlar, saçlarını yıkadıklarında masaj yapmayı ihmal etmiyorlar. Baş bölgesine yapılan masaj kan dolaşımını hızlandırıyor ve bu sayede besleyici maddeler saç köklerine daha iyi nüfuz ediyor. Hintli kadınlar bu yağlardan sadece daha sağlıklı bir yaşam için değil, aynı zamanda daha güzel görünmek için de yararlanıyorlar. Örneğin fesleğen saç derinizin canlanmasını sağladığı gibi, saçlarınızın parlamasına da yardımcı oluyor. Siz de ışıl ışıl parıldayan saçlara sahip olmak istiyorsanız birkaç damla fesleğenyağı, ılık jojoba ve susamyağını derin bir kabın içinde karıştırın. Bir yemek kaşığı yağı saçlarınıza ve saç derinize yayın. Parmaklarınızla hafifçe masaj yaptıktan sonra saçlarınızı iyice durulayın. MİS KOKULU SAÇLAR Bir cam şişeyi suyla doldurun. İçine birkaç damla en sevdiğiniz aroma yağından damlatın. Suyu, kuru saçlarınızın üzerine dökün. Saçlarınızın mis gibi kokması için, Hindistanlı kadınların sıkça kullandıkları gül ya da lavantayağını öneriyoruz. Bademle temiz bir cilt Yumuşak bir peeling için: Derin bir kabın içinde, 2 yemek kaşığı iyice öğütülmüş bademi, birer tatlı kaşığı gülsuyu ve bademyağıyla karıştırın. Karışımı, üzerine süt ilâve ederek krem kıvamına getirin. Peelingi yüzünüze sürün ve hafif dairesel hareketlerle cildinize 1 - 2 dakika masaj yapın. Şimdi cildinizi su ya da pirinç suyuyla durulayabilirsiniz. VÜCUDUNUZA AROMALI BAKIM Hintli kadınlar, hem sağlıklarını hem de güzelliklerini korumak için banyo öncesinde aromalı masajların gücünden yararlanıyorlar. MASAJLA BAŞTAN AŞAĞIYA SAĞLIK Masaj, sağlıklı ve güzel bir vücut için anahtar kelime. Masajın etkisi artırmak amacıyla, tüm vücuda bolca özyağ sürülüyor. Ardından yavaş ve dairesel hareketlerle masaj yapılarak yağın tüm vücuda iyice nüfuz etmesi sağlanıyor. Hintli kadınlar, masaj sırasında baş döndüren kokusu nedeniyle çoğunlukla gülyağını tercih ediyorlar. Aroma özleriyle yapılan masaj cildin genç kalmasını sağlıyor, lenf akımını canlandırıyor ve vücutta oksijen alımını kolaylaştırıyor. KOKULARIN ARMONİSİ Hintli kadınlar, her yıl, ilkbaharda güneşin dönüşünü ve çiçeklerin tomurcuklanmasını düzenli olarak kutlamayı adet edinmişler. Baharatların, çiçeklerin ve reçinelerin kokuları bu mevsimde tüm kadınları adeta bir kumaş gibi sarıyor. Kadınlar, birbirinden çekici kokularıyla adeta baş döndürüyor! SİHİRLİ ÇİÇEK BANYOSU Rahatlamaya ihtiyacınız varsa, papatya, yasemin ve sandal ağacı tam size göre. Bunun için; dörder damla yağı küvete doldurduktan sonra iyice karıştırın. Küvette dinlenirken derin nefes alarak aroma yağlarının rahatlatıcı gücünden yararlanın. Bir cam şişenin üçte birine kurutulmuş gül yapraklarını ya da tomurcuklarını doldurun. Şişeyi, jojobayağıyla doldurun. Üzerine 10 damla gülyağı damlatın. Şişenin ağzını iyice kapayın ve üç hafta boyunca sıcak bir ortamda bekletin. Şişenin doğrudan güneş ışığı almamasına özen gösterin. CANLANIN Işık geçiren bir cam şişenin içine 70 ml alkol dökün. Ardından 10’ar damla limon, gül ağacı ve portakalyağı ekleyin. Şişeyi iyice çalkaladıktan sonra 7 gün boyunca dinlendirin. Üzerine 39 ml su doldurun. İki hafta boyunca yeniden dinlenmeye bırakın. HİNT MASAJIYLA GEVŞEYİN Her iki elinizin yüzük ve orta parmağını kaşlarınızın ortasına yerleştirin. Ardından sağ elinizin parmaklarıyla kaşınızın üzerinden sağ gözünüze, sol elinizle de sol gözünüze doğru masaj uygulayın. Hareketi 5 kez tekrarlayın. Sağ ve sol elinizin işaret parmaklarını burnunuzun başladığı bölgeye yerleştirin. Şimdi her iki parmağınızla, burun deliklerinizin yan bölgelerine yukarıdan aşağıya doğru masaj yapın. Hareketi 5 kez tekrarlayın. Gözlerinizi yeniden kapayın, el ayalarınızı yüzünüze yerleştirin ve kulaklarınıza doğru gerin. Hareketi üç kez tekrarlayın. Kaynak:Formsante

10 Ekim 2013 Perşembe

Yoksa Siz de mi Bir Tatlı Seversiniz?

Çikolata bağımlılık yapıyor mu? Günümüzde seri üretim halinde piyasaya sürülen çikolata ürünlerinin tümü yüksek oranlarda şeker içeriyor. Bizi çikolataya karşı bağımlı kılan en önemli etmen de işte bu "tatlı"lık. Yoksa siz de mi bir tatlı seversiniz? Yakın zamanlarda New Yor Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma kimi insanların tatlı yemeye karşı niçin daha eğilimli olduğu sorusunun yanıtını genlerde bulmuş. Çalışmayı fareler üzerinden yürüten ekip, bulunan gen dizilimlerinin benzerlerini insan genomunda da saptamış. Evrim ne diyor? Evrimsel kuramcılar, tatlı şeyleri tanıyabilme ve onlara yanıt verebilme yetisini atalarımızdan miras aldığımızı düşünüyor. Tatlı gıdaların bol enerjili ve besleyici özellikleri olduğunu da göz önünde bulunduracak olursak, tarih öncesi çağlarda insanların zehirli, acı bitkilerdense meyve toplama eğilimi geliştirmiş olmaları anlam kazanıyor. Ancak yine de atalardan gelen bu tercihlerin günümüz süpermarket kültüründe ne derece etkili olduğu tartışılır! Endorfin hormonunun salgısı tetiklenirse. l Çikolata, tıpkı diğer şekerli yiyeceklerin de yaptığı gibi vücuttaki endorfin hormonunun salgısını tetikliyor. Bu hormonsa, haz ve mutluluk hisleriyle ilişkili. Ancak bu tatlı tadın yanı sıra çikolata henüz kimi etkileri saptanamamış 300 farklı kimyasal barındırıyor. Yani bağımlılık, bu bilinmeyen kimyasallardan da kaynaklanıyor olabilir. Çikolata ve Hamilelik Bayanlar özellikle de adet öncesi dönemlerde ve hamilelikte sık sık çikolataya aşererler. Uzmanlar bunun nedenini, söz konusu zaman dilimlerinde vücutta oluşabilecek magnezyum ve demir eksikliğine bağlıyor. Çikolata ise bu eksikliğe çözüm olabiliyor. Çikolata ve Uyarıcılar Çikolatada bulunan ve Merkezi Sinir Sistemi'ni uyaran kafein, kişinin dikkatinde yükselme sağlayabiliyor. Diğer bir uyarıcı olan theobromin ise akciğer çevresindeki istemsiz kasları yatıştırıyor. Bu maddeler, çikolatanın niçin bağımlılık yaptığına dair en favori seçenekler. Çikolata niçin iyi hissettiriyor? Çikolatanın içerdiği kimyasallar beynimizin nörotransmitter trafiğini etkiliyor: Nörotransmitterler: Beynimizin kimyasal mesajcıları da diyebiliriz. Farklı sinir hücreleri arasında elektrik sinyallerini taşıyorlar. Bu sinyallerse deneyimlediğimiz his ve duygularda değişim yaratıyor. Çikolatanın içerdiği iki güçlü kimyasal ve etkileri: Tryptofan: Beynin, seratonin isimli nörotransmitteri yapmak için kullandığı kimyasal. Yüksek miktarlarda seratoninse mutluluk hissini tetikliyor. Phenylethylamine: "Çikolata amfetamini" adıyla da anılan bu kimyasal, kişide uyarılmışlık, çekim ve baş dönmesi hissi uyandırıyor. Beyindeki zevk merkezini tetikliyor.

9 Ekim 2013 Çarşamba

Daha Genç Görünmeye Ne Dersiniz

Kullandığınız makyaj malzemeleri ve renkleri kadar makyaj yapım şeklinize göre daha genç ya da olduğundan daha yaşlı görünebilirsiniz.Aşağıda okuyacağınız makyaj tekniklerinden +’ (artı)lar sizi yaşlı, -(eksi) ‘ler ise daha genç bir görünüme ulaştıracaktır.Yeterki doğru ve yerinde uygulama yapın. Fondöteni her yere sürmek +5 yaş Cildinizi renklendirmek için seçtiğiniz fondöten ya da pudrayı doğru kullanmamanın sizi yaşlı göstereceğini hiç düşündünüz mü? O halde şimdi dikkat: Ürünü kulaktan sonra burun kanatlarına kadar her yere uygulamak, cildi matlaştırabilir. Bu da sizi olduğunuzdan 5 yaş kadar daha büyük gösterir. Bunun yerine daha çok burnunuza, yanaklarınıza ve göz çevrenize dokunuşlar yaparak uygulayacağınız fondöten ya da pudrayı hafifçe ve aşırıya kaçmadan sürün. Su bazlı fondöten seçmek -5 yaş Su bazlı fondötenler, yüzünüze transparan ve nefes alan bir görüntü verir. Çünkü bu tür ürünler cildinizdeki yansıtıcı pigmentleri harekete geçirir. Bu da size 5 yaş daha genç bir görünüm kazandırır. Bu kadar basit! Allığı kötü uygulamak +8 yaş Sizin de çantanızda birden fazla allık var ve birini aniden çıkarıp hiç dikkat etmeden sürüyorsunuz, itiraf edin! Aman dikkat: toprak rengi allıkları yanak oyuklarına uygulamak, yüze kesinlikle sert ve soğuk bir ifade verir. Bu skaladaki renkleri bu bölgelere uygulamaktan mümkün olduğunca uzak durmakta fayda var, bizden söylemesi. Sonunda doğru tonu bulmak -4 yaş Zaman içinde maalesef cildin maalesef sarılaşmaya ve soluklaşmaya eğilimi oluyor. Bu, hemen ve anında belli olmaz. Ama durup dururken yanlış bir kapatıcı tonu seçerek de pigmentleri yok etmeye çalışmayın. Cildinize ten renginizden yarım ton sçık fondötenle bir parça tazelik keyfi yaşatın. Doğru renk: bej ve krem. Cildin ışığını yakalayacak şekillerde renklendirme yapmayı ihmal etmeyin. Sedef gibi parlamak +6 yaş 35 yaşından itibaren cilt parlaklığı ortadan kaybolmaya başlar, bunu biliyoruz. Çizgiler arasında kaybolmaya başlayan ışıltınızı yeniden kazanmanız şart. Ama bunun için parlak ne varsa sürmekten ve bir fener gibi ışıldamaktan kaçının. Fondöteni profesyonel malzemeyle uygulamak -8 yaş Fondöteni mutlaka fırçayla uygulayın. Bu, makyaj uzmanlarının tercih ettiği bir hile. Bu teknik, fondöteni abartmadan uygulamayı sağlar. Aynı zamanda sirkülasyonu aktif hale getirerek cilt üzerindeki leke ve çizgileri daha iyi kapatır. Fırçayla ürünü, doğru ve orantılı biçimde cildinize dağıtarak hepsinin bir yerde toplanmasını engelleyin. Pudra kullanmak +10 yaş Kompakt ya da toz halindeki pudralar, yüzünüze doğru gelen ışığı keser. Siz fark bile etmeden gölgeler daha abartılı hale gelir, çizgiler ortaya çıkar. Ayrıca pudranın tanecikleri cildin kuru bölgelerine yapışır. Pudra kullanmak mı? Unutun gitsin! Lekeleri gizlemek – 5 yaş Bir ya da birçok leke (tabi ki doğum lekeleriniz hariç) tüm makyaj çabasını heba eder. Ne kullanırsanız kullanın, hep aynı yerde sinir bozucu bir halde dururlar. Bu lekelerden onları parmağınızın ucundaki fondötenle hafifçe vurarak kurtulmayı deneyebilirsiniz. Yani onları tam anlamıyla kamufle edebilirsiniz. Zaten cildin ısısı fondöteni emecektir ve fondöten derine işleyecektir. Böylece stick kapatıcılara nazaran, daha doğal bir sonuç elde etmiş olacaksınız. Çok yoğun gündüz kremi seçmek +7 yaş Kuşkusuz ki cildimiz kuruyor ve rahatlatmak için nemlendirmeye ihtiyaç duyuyor. Ama yoğun kremleri kullanınca ortaya çıkan farklı ve kaygan dokunun varlığını da göz ardı edemeyiz. Yoğun bir gündüz kremi, cilt üzerindeki tabakanın kaybolmasına sebep olur ve böylece uyguladığınız makyaj da kremi geçip bir türlü alta işleyemez. Sonuç: akmış, makyajı kabul etmeyen bir cilt. Ve hatırlatalım, gündüz kremleri çizgileri vurgulayan bir parlaklığa neden olur. Tam konfor için kremleri sadece gece kullanın. GÖTERİŞLİ VE DOLGUN DUDAKLAR Mat ruj kullanmak +5 yaş N yazık ki mat ruj bütün ışığı öldürür ve zaten incelmeye meyilli dudakları daha da ince gösterir. Tercihiniz özellikle mor, kırmızı, mürdüm, bordo gibi koyu renklerse, yaşınıza 5 yıl daha eklenebilir! Yumuşak, parlak renkler seçmek -3 yaş Size önemli bir tavsiye: 35 yaşından sonra parlak, yumuşak, su bazlı klasik rujlara abone olun. Parlak ama kesinlikle cartlak değil. Dudağınızı yeniden doğal olarak şekillendirecek kadar parlak ve sade olması yeterli. Parlatıcı uygulamak +5 yaş 90’ların başından beri pek moda olan parlatıcılar, saklamayalım ki çok itici görünüyorlar. Var olan dudak ısısı zaten parlatıcıyı eritir. Görünürdeki fazla kaygan yağ, dudak büklümlerinden akar. Dışarıdan görüntünüz sanki yağlı bir şeyler atıştırmış ve ağzınızı yıkamayı unutmuşsunuz gibi olur. Böyle bir görüntüyü kim ister? Kenarlara doğru ruj sürmemek -8 yaş Dudaklarınızı daha çekici göstermek için yapamayacağımız şey yok. O zaman klasik hareketinizden vazgeçmeyin ve ruju dudakların ortasından sürmeye başlayın. Kesinlikle dudak kenarlarına kadar sürmeyin. Bu, ağzın sarkık durmasını engeller. Böylece kısa yoldan daha küçük ve sempatik dudaklara sahip olursunuz. ÇEKİCİ BAKIŞLAR Kompakt pudrayla halkaları matlaştırmak -2 yaş Canlı bakışları kim istemez? Ama göz çevrenizdeki halkalar bunu engeller. Halka giderici ürünlere nazaran pudra daha hafiftir desek? Hem pudra sayesinde kazayağı bölgesine yüklenmemiş olursunuz. Pudra satın alırken daha çok açık renkleri seçin ve makyaj uzmanlarının kullandığı gibi profesyonel bir fırçayla pudrayı şakaklara doğru hafifçe yerdin. Göreceksiniz, halkalar ortadan kaybolacak. İçten dışa maskara sürmek +5 yaş Bu uygulama gözü aşağı doğru çeker. İstemeden de olsa halkaları ve kırışıklıkları ortaya çıkaran bir bölge oluşturur. Maskara ya da rimelinizi bu şekilde sürmeyi bugünden itibaren bırakın. Eye primer ürün kullanmak -5 yaş Makyaj bazlı bir ürün gibidir. Ama sadece göz ve konturu için üretilmiştir. Bakımdan sonra göz çevresine uygulayın ve nasıl nem verdiğine şahit olun. Bu sayede hafif kırışıklıklar giderilir, farın topaklanması engellenir ve makyajınız gün boyu göz üzerinde dağılmadan kalır. Gün boyunca aynı göz kalemini kullanmak +10 yaş Bakışları sertleştirmek, göz kapağını iyice ağırlaştırmak istiyorsanız aynı göz kalemini kullanmaktan daha iyisi yok. Hele bir de akşamsa, yaşınıza 5 yaş daha ekleyebilirsiniz. Doğru maskarayı seçmek -5 yaş Size hemen bir tavsiye: gözü düşürerek hacim veren maskaraları düşünmeyin bile! Onun yerine uzatıcı ve kıvrım verici formül içerenleri seçin. Bunlar bakışlarınıza yoğunluk ve derinlik verir. Açık ve canlı bakışlara sahip olacağınızı garanti ederiz. Kaşla göz arasını renklendirmek -5 yaş Özellikle şampanya renginde seçeceğiniz azıcık parlak bir krem farla, müthiş görünmek işten değil. farı kaşın hemen altındaki bölgeye sürerseniz ışığı yakalayıp bakışı yukarı kaldırdığına şahit olabilirsiniz. Botoksa göre çok daha hızlı ve doğal. Pastel renkler +5 yaş Bütün pastel renkli farlar, ne yazık ki acımasızca bakışlarınızı derinlikten uzaklaştırır. Göz daha yuvarlak görünür. Kirpik ve kaşlarsa zavallı bir hal alır. Kısacası pastel renkleri kullanmaktan olabildiğince kaçının .

7 Ekim 2013 Pazartesi

Bebeğinizin Beyin Gücünü Geliştirin

Bebeğinizin beyin gücünü arttırabilir misiniz? Cevap kesinlikle, EVET. Pekçok bilimsel kanıt diyor ki; beyin gelişimin en önemli kısmı bebeğinizin hemen doğumundan sonra başlar. Bebeğiniz doğduğunda, erkek ya da kız pekçok duyumsal tecrübe sergilerler, bunlar; dokunma, tad alma, ses, koku alma ve görmedir. Bu uyarıcılar bir beyin hücresinden diğer beyin hücresine giden bağlantıların formasyonunda kritik bir rol oynamaları nedeniyle önemlidirler. Bu tecrübeler sayesinde, bebeğiniz beyin gelişimi ve öğrenimi için gerekli olan önemli elektriksel iletişim yeteneğini geliştirmeye başlar. Bilimsel bulgular ayrıca şöyle yorumlanıyorlar: aileler yeni doğan bebekleriyle konuştukları zaman, bebeğin konuşma gelişiminin kuvvetlenmesine neden oluyorlar. Bu nedenle bebeğinizle konuşun. BİRİNCİ AY Düşük düzeydeki uyarılar stresi azaltır ve bebeğinizin uyanık ve tetikte olması gücünü arttırır. Birbirine rakip olan kaynaklardan gelen aşırı uyarıcılar olduğu zaman beyin sistemi kapatıyor. Bebeğinizle konuşurken, diğer dikkat alıcı sesleri ayırın örneğin; radyo ve televizyon gibi. 1-3 AYLAR Açık/karanlık şekiller, birbirine tamamen zıt resim ve objeler, görmeyi kodlayan nöral ağdaki gelişmeyi besler. Beyin ayrıca lisanın çeşitli modellerini ayırmaya başlar; örneğin, tonlama, sesin tonunda iniş çıkış vb.. Bebeğinizle konuşurken özellikle samimi ve sıcak bir ses tonu bu prosese yardım eder 3-5 AYLAR Bebek temel olarak dünya hakkındaki bilgisinin oluşmasında görme duyusuna güvenir. Bebeğinizin çevresindeki gerçek objelere uyan karmaşık dizaynlar yaratın. Hareket de ilgisini çeker. Bebeğinizin görebileceği alanda büyük bir çatal resmini hareket ettirmeniz, gerçek bir çatalın kendisinden daha uyarıcı olur. 6-7 AYLIK Yeni doğan bebeğiniz örneğin ; neden ve etki yani objelerin yeri ve objelerin fonksiyonları ilişkisine karşı uyanık olur. Bebeğinize bazı durumları anlatın ve bunu ispat edin örneğin; kapı tokmağının çevrilmesi kapının açılmasına neden olur gibi. 7-8 AYLIK Beyin seslerle bazı anlamlı aktiviteler ve objelerle ses arasında ilişki kurmaya merkezlenmiştir. Örneğin; aileler bebeğiyle bir sohbette üzerine vurgulayarak banyoda suyun akma sesinin işareti banyo yapmaya ait bir ses olması ya da kapı zili bir ziyaretçi geliyor anlamındadır gibi. 9-12 AYLIK Öğrenme, bebeğinizin çevresindekileri fark etmesinde ve keşfetmesinde artan ilgi; duyumsal ve hareket kaslarıyla ilgili yeteneklerinde daha olgun bir tarza oturmasını sağlayarak yeni bir düzeye gelişme göstermesinde ilave bir etki yapar. Bu dönem çocuğunuzun musluğu açması (suyun güvenli bir ısıda olup olmadığını önceden kontrol etmek koşulu ile) ya da ışığı yakmak için düğmeye basması gibi aktiviteler için uygun bir dönemdir.Tabii ki sizin rehberliğinizde… 13-18 AYLIK Özellikle yeni yürümeye çalışan bebeğiniz objelerle doğrudan tecrübe edinmişse beyni daha karmaşık ve hızla gelişen ilişkileri saptamaya başlar. Zengin bir çevre bu ilişkileri kurmasında, nedenlerini anlamasında ve objelerle bunların sebepleri arasındaki farklılığı ayırmasında yardımcı olur.

4 Ekim 2013 Cuma

Olumsuz Düşün-Me

Şu andaki duygularınız nasıl? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Hadi bir bakalım içerdekine, neler yapıyor... Bir kağıt, kalem alın ve aklınıza gelen kelimeleri alt alta yazmaya başlayın... Hani bazı zamanlar kendimizi anlamakta zorluk çekeriz, ne istediğimizi bilmediğimiz, kararsız olduğumuz zamanlar vardır ya, işte o anlarda bu yöntemi deneyin ve ne istediğinizi öğrenin. Bu yöntemi bileniniz var mı bilmiyorum, ben kendi kendime buldum. Çok kararsız kalırım bazen. Mutsuz olduğumda ve bir şeyden emin olmadığımda aklıma çok olumsuz düşünceler gelir. Bu olumsuzluk ise, belki de uzansam dokunacak kadar yakın olduğum bir çok başarının önünü keser, beni engeller "O kadar çok isterken neden bu kadar yavaşım" diye sorarım kendime... İşte bu yavaşlığımın sebeplerinden biri "olumsuz düşünce" Neden? Yani, neden olumsuz düşünürüz? "Çünkü, bişeyler ters gitmiştir, çünkü canımız sıkkındır ve daha bir çok sebep" "olumsuz düşünce" dikkatle bakın bu iki kelimeye, Şimdi hissedin... Herşey ne kadar anlamsızlaşıyor öyle değil mi? En mutlu anınızda bu düşünceyi getirin aklınıza. Sevdiğiniz bir işi yaparken, sevdiğiniz biriyle konuşurken, sevdiğiniz bir filmi izlerken... Hadi olumsuz düşünün. Hatta bunu paylaşın. Tüm olumsuzlukları, hayatınızda ters giden şeyleri, yaşadığınız kötü anları anlatın, insanların en kötü yanlarından bahsedin. Daha da olumsuzlaşın, daha da kötüleyin herşeyi... Bitti mi? Ne kazandınız? Koca bir HİÇ!! Her insanın iyi olmadığı zamanlar olur. Çok ters olduğu, baktığı herşeyi en çirkin yönleriyle gördüğü anlar. Nefes almak bile sıkıntı verir. Elinin tersiyle iter herşeyi. "Keşke, o anlarda biri gelip, her şeyi tersine çevirse" diye düşündüğüm olmuştur bazen. Öyle çok istemişimdir ki bunu... Sonraları farkettim ki, biri zaten varmış. Sadece kapıyı açmamı bekliyormuş, hepsi bu. Biri geldi ve beni en mutsuz anlarımda korudu, sevdi, ve güç verdi. İşte o biri, birileri; Aklım; düşündü, plan yaptı, uyguladı, çalıştı Yüreğim; güvendi, sevdi, değer verdi Gözlerim; bütüne baktı, doğru parçaları seçti Kulaklarım; sessiz konuşmaları da dinledi ve bende olan diğerleri Bir bütünün parçaları Neden bizim dışımızda birini bekleriz ki, kendimizin dışına çıkıp farklı bir gözle bakamaz mıyız yaşadıklarımıza? Sizi karşınıza oturtsalar ve her halinizi ayrı bir kişi olarak değerlendirseniz? İnsan kendisinden emin olduğunda, bir amaca odaklandığında ve art niyet barındırmadığı sürece "benim bakış açım bu" her durumdan güzel bir sonuç çıkarabiliyor ve kendisi için doğru olanı bulup, memnun olacağı sonuçlara varabiliyor. Bugüne has bir sonuç değil bu. Elinde ne tuttuğunu bilmek gerekiyor belki de... Değer verdiğiniz bir şeyin düşmesi, sizi korkutur öyle değil mi? İşte, o değerleri avuçlarınızda hissedin şimdi... Düşmesine izin vermediğiniz sürece, zorla birileri gelip elinizi açmadıkça, avuçlarınızda tuttuğunuz değer sizindir İşte onlar; Kalbiniz, ruhunuz, aklınız, dugularınız, kimliğiniz, özgüveniniz, gururunuz "yıpratıcı olmadığı sürece" benliğiniz, şahsiyetiniz, özlemleriniz, geçmişiniz, yarınlarınız, sağlığınız, eliniz, ayağınız, gözleriniz, nefesiniz aklınıza gelen tüm sizdekiler... TÜM BENLİĞİNİZ Onlara iyi bakın, kendinize sahip çıkın... Copyright http://www.erkorkmaz.net

3 Ekim 2013 Perşembe

Sivilce Dostu 10 Hata

Akne 12-30 yaşları arasında sık rastlanan bir durumdur. Herkes hayatı boyunca en az bir dönem bu şikayeti yaşar. Bu durumun olağan olduğunu düşünenlerin sayısı hala çok fazladır fakat şiddetli vakalarda önlem alınmaz ve tedavi uygulanmazsa görüntüsel ve ruhsal kalıcı tahribatlara yol açar. Tedavi ve hastalığa yaklaşımla ilgili hekimleri yoran ve yanlış yapılan durumlar şöyle özetlenebilir 1. “Akne ile sivilce aynı anlama gelmez” Bazen hastalar durumunun akne değil sivilce olduğunu vurgular ki bu algı yanlıştır. Aknenin tipleri olduğundan bahsedilebilir. “Vulger” adı verilen basit akneden “nodulokistik” dediğimiz şiddetli akneye kadar değişik görünümler sergilerler. 2. “Sivilceyi sıkarsam yara olur ve iyileşir” Her çıkan sivilcenin sıkılması tedaviye katkıda bulunmak bir yana, telafisi olmayan izlerin ortaya çıkmasına ve aknenin yaygınlaşmasına neden olur. 3. “Ergenlik dönemi geçince sivilceler de geçer” Sivilceler konusunda ergenlik nedeni ile oluştuklarını düşünüp tedavi yoluna gitmemek son derece yanlıştır. Aknenin tedavisini geciktirmek, kendiliğinden düzelmesini beklemek, yapılacak en büyük ihmaldir. Üzerinden yılların geçmesini beklerken akne yerini kalıcı izlere bırakır. 4. “Yoğurt, diş macunu ve sabun köpüğü sivilceleri kurutan doğal ilaçlardır” Son yıllarda daha az rastladığımız ama daha önceleri sıkça gördüğümüz yoğurt, diş macunu, sabun köpüğü sürerek saatlerce beklemek tedavi yöntemi değildir. Bu tür uygulamalar, deride enfeksiyonların artmasına, kalıcı kızarıklıklara ya da lekelenmelere neden olabilir. Deride alerjik reaksiyonlar görülebilir. 5. “Kapatıcı kullanmak hem güzel bir görünüm sağlar hem de sivilceyi kurutur” Fondoten ya da pudra kullanımı sivilceyi sadece kapatır. Ancak güzel görünmek için yaptığınız bu uygulama yeni sivilce oluşmasına neden olur. Özellikle siyah nokta veya beyaz nokta tarzındaki komedojenik sivilcelerin ortaya çıkması kaçınılmaz olabilir. 6. “Sivilce için uygulanan tedaviler ciltte başka hasarlara neden olur” Akne, farklı şekillerde tedavisi mükemmel sonuçlara varan bir hastalıktır. Tedavi sürecinde kızarıklık, kaşıntı, pullanma ve kurumanın yaşanması tedavinin yanlış olduğu anlamına gelmez. Bazı hassas ciltlerdeki aşırı tepki doktora tekrar başvurulduğunda alınacak önlemlerle düzelir. Bu sonuçlar hekimin ya da ilaçların yanlış olduğu anlamına gelmemelidir. 7. “Şiddetli vakalarda ağızdan kullanılan ilaçlar hastaya zarar verir” Nodulakistik ya da daha şiddetli akne tiplerinde ağızdan verilen doğum kontrol veya retinoik asit tedavileri hastanın hayatını riske atmak demek değildir. Uygun vakada gerekli takipler yapılmak kaydıyla kullanılacak bu tedaviler, hastaya zarar yerine yarar getirir. Unutulmaması gereken faktör, her ilacın kendine göre yan etkileri olduğudur. 8. “Retinoik asit tedavisi sonrasında hamile kalamam” A vitamini derivesi olan retinoik asit tedavisi bir kısım akneli hastalarda hayat kurtarıcıdır. Sık olarak bahsi geçen bu tedavi sonrasında hamile kalınamayacağı endişesi tamamen yersizdir. İlacın kesilmesinden 2 ay sonrasında hamile kalmak isteyenler için risk yoktur fakat doktorunuzun da belirteceği üzere tedavi sürecinde hamilelik yasaktır. 9. “Tek reçete tedavi için yeterlidir” Sivilce problemi yaşayan ve çoğunluğunu sabırsız gençlerin oluşturduğu bazı hastalar mevcut şikayetlerinin bir iki gün içinde geçmesini beklerler. Ne yazık ki; akne kronik bir durumdur ve tedavisi uzun soluklu, takip gerektiren, hastalığın farklı dönemlerinde farklı ilaç kullanımına ihtiyaç duyulan bir hastalıktır. 10. “Arkadaşıma iyi gelen sivilce ilacı benim cildimi de düzeltebilir” Akne bir dermatolog için her yönüyle çok iyi bilinen bir hastalıktır. Aknenin çeşidi, nedenleri, tedavileri basitçe planlanabilir. Güzellik salonlarında yapılan yanlış uygulamalar, komşulardan alınan öneriler, eczacıya danışılarak kullanılan tedaviler bazen isabetli olabilir; ama çoğunlukla derin ve tedavisi güç izler bırakmaya ya da sivilcenin artmasına neden olur.

2 Ekim 2013 Çarşamba

Sinüzit Hakkında Herşey

1. Sinüzit nedir? Burun ve göz çevresindeki kemiklerin içinde bulunan boşluklara “sinüs”; bu boşlukların içini döşeyen mukozanın iltihaplanmasına “sinüzit” denir. İnsanlarda 10-20 civarında büyüklü-küçüklü sinüs bulunur. Her sinüsün tek tek veya gruplar halinde buruna açılan drenaj kanalları vardır. Bu kanallardan geçen burun mukozası, aynı bir odanın badanası gibi sinüs içini çepeçevre örter. Normal şartlarda, bu mukoza, aynen tükürük veya gözyaşı gibi berrak bir salgı üreterek bu kanallardan burun içine akıtır ve solunum yolunun nemli olmasını sağlar. 2. Hangi durumlarda sinüzit meydana geliyor? (Sinüzit nasıl oluşur?) Akut sinüzit, tipik olarak “viral üst solunum yolları enfeksiyonu” da denen bir “nezle”yi takiben ortaya çıkar. Burun ve sinüs mukozasındaki (özellikle drenaj kanalındaki) şişlik, sinüsten buruna salgı akışını bloke ederek, sinüs içinde göllenmesine ve sekonder bakteri enfeksiyonuna (sinüzite) yol açar. Ayrıca, burun polipleri, büyük geniz etleri, konka hipertrofileri ve septal deviasyon gibi burun anatomik bozuklukları, alerji ve bazı kalıtsal mukoza hastalıkları da mekanik ve fonksiyonel drenaj bozukluğu yaparak sinüzite yol açabilirler. Kronik sinüzitlerin altında yatan neden genellikle bu son paragrafta sıralananlardır. 3. Sinüzit belirtileri nelerdir? Halk arasında bilinenlerin aksine sinüzitlerin çoğunda “başağrısı” olmaz. Akut sinüzit, tipik olarak uzayan bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. Bir haftadan fazla devam eden nezlelerin büyük çoğunluğu sinüzittir. Sinüzit belirtileri, erişkinlerde burun tıkanıklığı, sarı-yeşil burun ve geniz akıntısı, yüz-diş-göz ağrısı ve öksürüktür. Çocuklarda ise huzursuzluk, inatçı öksürük ve geniz akıntısına bağlı öğürme ve kusma olabilir. Tüm yaş gruplarında, kısmen daha az rastlanan belirtiler, ateş, kırıklık, yorgunluk, ağız kokusu, koku alma duyusunda azalma, boğaz ağrısı, bazen ses kısıklığıdır. Sinüzit seyri sırasında ortaya çıkan alın ve gözde ağrılı şişlikler, çift görme ve genel durum bozukluğu, sinüzit komplikasyonu olabilir. Aktif tedavi gerektirir. Mutlaka hekime başvurulmalıdır. 4. Sinüzit olan hastalara uygulanan tedavi yöntemleri nelerdir? (Sinüzit nasıl tedavi edilir?) Sinüzit tedavisinde hedef, drenajı bozulan sinüste üreyen bakterinin öldürülmesi, drenajın sağlanarak sinüsün temizlenmesidir. Akut sinüzitlerde, bakteriyi öldürmek için antibiyotik, drenajın sağlanması için ise burun damlaları, ağızdan kullanılan burun açıcı bazı ilaçlar ve burun temizliği yeterli olabilmektedir. Kronik ve tekrarlayan sinüzitlerde ise burun içindeki anatomik ve fonksiyonel bozukluklara yönelmek gerekmektedir. Bu da genellikle bir ameliyat olmaktadır. Ameliyat kararından önce mutlaka bir sinüs tomografisi çektirilerek sinüzite yol açan patoloji ve patolojiler doğru tespit edilmelidir. 5. Ameliyat çözüm müdür? Ameliyat sonrasında sinüzitin tekrarlama ihtimali var mıdır? Ameliyatın riskleri nelerdir? Her sinüzit ameliyat edilmez. Akut sinüzitlerin büyük çoğunluğu ilaç tedavisine iyi cevap verir. Kronik ve tekrarlayan sinüzitlerin altında yatan neden tam ve doğru olarak saptanmalıdır. Burun, sinüs drenaj kanalları ve genizi tıkayan-daraltan patolojilerde, bu patolojiyi ortadan kaldırmaya yönelik ameliyat en iyi çözümdür. Dikkat!.. Modern sinüs cerrahisinde sinüsü ameliyat etmiyoruz. Sinüsün drenajını bozun patolojiyi ameliyat ediyoruz. Tekrarlayan burun poliplerinde, ameliyat sonrası yeniden polip oluşursa, sinüzit de oluşabilmektedir. Ameliyatın hayati tehlike yaratan bir riski olmamakla birlikte nadir komplikasyonlar oluşabilmektedir. 6. Tedavi ne kadar sürer? Sinüzitin ilaçla tedavisi, en az 10 gün antibiyotik kullanımıdır. Vakanın klinik durumuna göre bu tedavi, üç, bazen dört haftaya uzatılabilmektedir. 7. Sinüziti olan hastaların dikkat etmesi gereken konular nelerdir? Sinüziti olan hastaların nezle, grip gibi viral hastalıklardan korunması gerekir. Bu tip etkenlerden korunmak zor olduğundan grip aşısı denenebilir. Alerjik riniti (saman nezlesi) olanlarda allerji kontrol altında olmalıdır. Bilinenin aksine ıslak saçla sokağa çıkma sonrası oluşan başağrısı, sinüzitten çok, baş derisinin üşümesi sonucu oluşan nevralji veya kas gerilim ağrısıdır. Ancak, üst solunum yollarının enfeksiyonu sırasında üşütmek sinüzit oluşumunu kolaylaştırır. Tekrarlayan sinüziti olan hastaların havuza girmeleri sakıncalıdır. 8. Evde uygulanabilecek bir tedavi yöntemi var mıdır? Tıbbi tedavinin yanı sıra, evde, buğu, buhar tedavisi, burun damlaları ve tuzlu su ile burun temizliği yapılarak, burnun açık tutulmasına özen gösterilmesi tedavinin başarısını artıracaktır.

1 Ekim 2013 Salı

Bebeğinizi Anne Karnında Doğuma Hazırlayın

Bebeğinize, anne karnında özel olduğunu hissettirmeniz ve onu rahatlatarak dış dünyaya hazırlamanız, etkisi ispatlanmış bazı özel uygulamalarla mümkün. Klasik müzik, bebekle konuşma, yoga egzersizleri, yüzme, İskandinav yürüyüşü, dans, özel yastık kullanımı, lezzetli ve sağlıklı besinler tüketme gibi alışkanlıkların, anne adayları ve henüz dış dünya ile tanışmamış bebekler üzerinde olumlu etkileri bulunuyor. GEBELİKTE KLASİK MÜZİK DİNLEYİN Gebeliğin 4’üncü ayından itibaren bebek bulunduğu ortamdaki sesleri duymaya başlar. 24’üncü haftadan sonra ise dış ortamdaki sesleri de duyar. Gebelikte özellikle klasik müzik dinlemek, anne karnındaki bebeğin gevşemesi ve yatışmasını sağlar. Bebek doğduktan sonra da klasik müzik dinlediğinde kendini anne karnındaki gibi güvende hissedecektir. Bu da onun sakinleşmesine yardımcı olacaktır. Klasik müzik dinletilen bebeklerin matematik zekasının daha iyi olduğu ve sosyal yönlerinin de geliştiği bilinmektedir. Doğum öncesi de yine klasik müzik dinlemek anne adayındaki korku ve stresi azaltarak bebeği doğuma hazırlar. BEBEĞİNİZLE KONUŞUN 32’inci haftadan itibaren duyduğu sesleri hatırlamaya başlayan bebek, anneye bilinçli olarak tepki vermeye baslar. Anne karnındayken bebeğinizle çevre gürültüsünden uzak bir ortamda sakin bir ses tonuyla konuşun. Bu konuşma onun sakinleşmesine, yaşayacağı doğum stresini azaltmasına ve mutlu olmasına yardımcı olacaktır. KENDİNİZİ VE BEBEĞİNİZİ YOGA İLE RAHATLATIN Yoga egzersizlerini gebeliğin her döneminde yapmak mümkündür. Yoga, gebelikte oluşan sırt ağrısı, mide bulantısı ve yorgunluk şikayetlerini azaltarak rahatlamanıza sakinleşmenize yardımcı olur. Ayrıca, kendinize ve bebeğinize odaklanmanızı sağlar. Yoga, doğum esnasında daha iyi nefes almayı, gerekli olan esnekliği, gücü, motivasyonu sağlayarak hem anne hem bebek için sağlıklı bir doğumun gerçekleşmesine yardımcı olur. İSKANDİNAV YÜRÜYÜŞÜNÜ DENEYİN İskandinav yürüyüşü olarak bilinen “nordic walking”, özel tasarlanmış sopalarla yapılan uzun adımlı tempolu yürüyüş biçimidir. Normal yürüyüşle karşılaştırıldığında üst beden kaslarını (karın-sırt) daha fazla çalıştırır, enerji tüketiminde %46’ya varan bir artış sağlar. Bu tür egzersizler gebeliğe bağlı seker hastalığını önler, bebeğin anne karnında daha sağlıklı gelişmesini ve uygun kiloda olmasını sağlar. Ayrıca anne ve bebek için daha rahat bir doğumun gerçekleşmesine yardımcı olur. BEBEĞİNİZLE BİRLİKTE DANS EDİN Dans ile fiziksel ve ruhsal gerginlikler azaltılabilir. Doğaçlama yapılan dans ile kendinizi ve bebeğinizi şımartabilirsiniz. Dinlenme aralarında doğmamış bebeğinizle konuşmak, onun rahatlatması açısından çok etkili bir yöntemdir. UYGUN YATIŞ POZİSYONUNDA UYUYUN Gebeliğin 28’inci haftasından sonra en rahat uyku pozisyonu, sol yana yatarak bacakların karna doğru hafif çekilmesidir. Sol yana yatarken sırtınızın arkasına konulan özel yastıklar rahat etmenizi sağlayarak, uykudayken sağa dönmenizi engeller. Sol yan pozisyon ile annenin sağ tarafında bulunan büyük damarlara rahmin baskısı azaltılacağı için bebeğe giden kan akımında artış olur. Dolayısıyla bebeğe daha fazla besin ve oksijen iletilir. Doğum sancısı çekerken annenin sola doğru yatması, bebeği için daha yararlı olacaktır. KENDİNİZİ VE BEBEĞİNİZİ ÖDÜLLENDİRİN Gebelik döneminde haftada 2-3 kez az miktarda bitter çikolata ile kendinizi ve bebeğinizi ödüllendirmenizde hiçbir sakınca yoktur. Çikolata, mutluluk hormonu (endorfin, serotonin) salgılanmasına yardımcı olur. Bu hormonun etkisi ile bebek de hareketli ve mutlu olacaktır. Bitter çikolatada bulunan “teobromin” maddesinin gebelik zehirlenmesi riskini azalttığı bildirilmiştir. Ancak çikolata yüksek kalorili bir besindir ve içerdiği kafein nedeniyle aşırı tüketilmesi önerilmez.