Hürriyet

30 Eylül 2013 Pazartesi

Yenidoğanda Odyoloji

EĞER ÇOCUĞUNUZ RİSK ALTINDAYSA VEYA İŞİTME KAYBI OLDUĞUNDAN ŞÜPHELENİYORSANIZ, ODYOLOJİK DEĞERLENDİRMEYİ GECİKTİRMEYİN. YENİ DOĞANLARIN İŞİTMESİNİN TEST EDİLMESİ MÜMKÜN MÜDÜR? İşitme kaybı, gözle görülen özürü olan çocuklardan daha fazla sayıda çocuğu etkilemektedir. İşitme kaybı, ciddi olarak çocuğun gelişimini yavaşlatabilir. Bu nedenle erken teşhisi, çocuğun yaşam kalitesi ve geleceği açısından çok büyük önem taşımaktadır. Yenidoğan bebeklerin işitme taraması sadece birkaç dakikayı alır. Test sırasında bebek, bir seri yumuşak klik sesi dinler, bu sırada kulağın davranımı objektif olarak ölçülür. İşitme bir seri zincirleme gelişen olaya bağlıdır. Ses kulak zarına erişir ve titreşim, iç kulağa aktarılır. İç kulak sesi oluşturan titreşimleri, sinir atılımlarına çeviren hücrelere aktarır. Binlerce sinir, ses sinyalini beynin alt düzeylerine taşır. Burada sinyalin özellikleri, ses olarak algılanır. Eğer sesler doğru olarak algılanırsa, biz de seslerin ne anlama geldiğini anlamış oluruz. Yenidoğanlarda OTOAKUSTİK EMİSYON dediğimiz işitmenin objektif ölçümü uygulanabilir. Eğer emisyon gözlenirse, iç kulağa kadar olan kısmın normal olduğu söylenebilir. Ancak otoakustik emsiyonun varlığı, sesleri duyduğunuzu veya anladığınızı ispatlamaz. Gene de iyi bir başlangıçtır. Dikkat edilmesi gereken konu, risk altındaki bebeklerin tek bir testle değerlendirilmemesidir. RİSK ALTINDAKİ BEBEK NE DEMEKTİR? Bazı yenidoğanlar ve çocuklar işitme kaybı açısından risk altında kabul edilirler. Yani bu bebek ve çocuklarda, diğer çocuklara göre daha fazla işitme kaybına rastlanması olasılığı vardır. İşitme kaybı olan yenidoğanları ve çocukları mümkün olduğunca erken teşhis etmek, uygun tedavi ve önlemler açısından çok önemlidir. Risk faktörlerinden bir veya birkaçı bebeğinizde mevcutsa, ilk üç ayda işitme testi yapılmalıdır. Bebeğinizin veya çocuğunuzun işitme kaybı hangi yaşta farkedilirse edilsin işitme testi yapılabilir. Risk altındaki bebeğiniz veya çocuğunuz ilk testi geçse bile, gecikmiş işitme kaybı başlangıcını yakalamak için, işitme testleriyle takip edilmelidir. RİSK FAKTÖRLERİ : 1. Ailede kalıtsal, çocuklukta başlayan işitme kaybı hikayesi. 2. Annenin hamileliği sırasında geçirilen kızamık, frengi, toksoplasma ve CMG (cytomegalovirus) gibi enfeksiyonlar. 3. Bebeğin yüz ve kafatasında, kulak kepçesi ve kulak kanalında gelişimsel anormallikler. 4. 1500 gramdan daha düşük doğum kilosu olan bebekler. 5. Kandaki sarılık değerlerinin kan değişimi gerektirecek kadar yükselmesi. 6. Doğumdan sonraki ilk dakikada 0-4 veya 5.dakikada 0-6’lık apgar skoru. 7. 5 günden fazla akciğer solunum makinasına bağlı kalmak. 8. Bakteriyel menenjit geçirmek. 9. İdrar söktürücülerle birlikte kullanılan aminoglycocideli antibiyotikler (gentamisin, streptomisin gibi) de dahil olmak üzere diğer ototoksik ilaçlar. 10. Bir sendromu düşündürecek diğer bulgularla birlikte işitme kaybı. 11. Tip II nörofibromatosis ve nörodejeneratif rahatsızlıklar. 12. Östaki tüpü fonksiyonunu etkileyen anatomik deformiteler. 13. Tekrarlayan veya ısrarlı devam eden effüzyonlu otit. 14. Bilinç kaybı veya kafatasında çatlakla birlikte görülen kafa travması. 15. Ailenin çocukta işitme, konuşma, lisan ve/veya gelişiminde gerilik farketmesi. KAYNAK:Acıbadem Hastanesi Odyoloji Merkezi

28 Eylül 2013 Cumartesi

Çocuk Beslemenin İncelikleri

EBEVEYNLERİN ROLÜ Siz nasıl beslemek isterseniz isteyin, neyi ne kadar yiyeceğine genellikle çocuklar karar verir! Burada ebeveyn ve bakıcılara 5 önemli rol düşmektedir. 1. Yaratıcı olun ! Çeşitli sağlıklı ve lezzetli gıdalar sunun. 2. Düzenli olun ! Öğün ve ara öğünleri düzenli programlayın. 3. Yemek zamanlarının eğlenceli olmasını sağlayın ! 4. Sofra adabını öğretin ! 5. Örnek olun ! Mutlu bir başlangıç yaşam boyu sağlıklı yeme alışkanlığı gelişimine yardımcı olur. Burada çocuklarınızın sağlıklı beslenmesine yardımcı olacak ipuçları verilmiştir. SOFRA SAVAŞ VEYA PAZARLIK ALANI DEĞİLDİR “Tabağını bitir!” “Yemek bitmeden tatlı yok!” “Tabağını bitirirsen şeker vereceğim!” Bu cümleler muhtemelen size pek yabancı değil. Oysa öğünler bir ceza veya ödül unsuru olmamalıdır. Bu pazarlıklar uzun dönemde çözüm yerine yeni sorunlar yaratacaktır. Sık rastlanan 5 çocukluk çağı beslenme sorunu ve çözüm önerileri: Her öğünde aynı besini istemesi Her öğünde istediği besinle birlikte yeni bir besin sunun, birkaç gün sonra çocuğunuz diğer besini de deneyecektir. Genellikle bu sorun kısa zamanda çözülür. Sunulan öğünü reddetmesi Her öğünde ekmek, sandviç, meyva gibi çocukların sevdiği besinleri sofrada bulundurun. Teşvik edici olun ancak çocuğunuz sunulanı yemezse aç kalacağından korkmayın. Yemek sırasında TV seyretmek istemesi Televizyonu kapatın. TV aile sohbetini engeller ve çocuğunuzun beslenmesini etkiler. Yemek, ailenin bir araya geldiği özel bir zaman, TV saati ise eğleneceği zamandır. Sunulan yemeği beğenmemesi Çocuğunuzun sadece kendi istediğini tüketmesine izin vermeyin, masadaki diğer besinleri yemesini isteyin, eğer uyumlu davranmazsa odasına gitmesini veya masadan kalkmasını isteyin ve bir sonraki öğüne kadar herhangi bir şey yemesine izin vermeyin. Yeni sunulan besinleri reddetmesi Yeni besinler sunmaya devam edin ancak zorlamayın, yeni tatlar denemeye hazır olması zaman alabilir. YEMEK ZAMANI SADECE BESLENME ZAMANI DEĞİLDİR Çocuklar etraflarında gördüklerini taklit ederler. Kendilerinde sağlıklı beslenme alışkanlığı olmayan ebeveynlerin çocuklarında bu özellikleri geliştirmeleri mümkün değildir. Düzenli saatlerde sağlıklı ve lezzetli besinleri tüketerek çocuğunuza örnek olun. Eve giren besinlerden ebeveyn sorunludur. Çocuğunuzun etrafında çeşitli sağlıklı besinlerin olmasına özen gösterin, bu çocuklarınızın yaşam boyu sağlıklı besinleri seçmesine yardımcı olur. Yemek zamanı ailenin biraraya geldiği zamandır ve çocuğunuz iyi bir beslenme alışkanlığı geliştirirken mutlu bir sosyal hayat için de uygun davranış tarzlarını öğrenecektir. ÜÇ, İKİ, BİR...HADİ YEMEĞE! Çocuğunuzu yemek zamanına hazırlayın. Yemekten 5 dakika önce uyarın, hazırlanmalarına, ellerini yıkamalarına zaman tanıyın. Huzursuz, heyecanlı veya yorgun bir çocuğun yemek için hazır olması zaman alabilir. Çocuğunuzun yemesini istediğiniz çeşitli besinleri satın alırken maceracı ve zeki olun. Esnek olun, eğer çocuğunuz yemekten kaçmaya çalışırsa üzülmeyin. Sağduyulu ve mantıklı olun, çeşitli sağlıklı besinleri tüketen, sağlıklı beslenen iyi bir örnek olun. Sizin önerdiğiniz sağlıklı besinler içinden çecuğunuzun seçim yapmasına izin verin. ÇOCUĞUNUZDA PROBLEM OLARAK DEĞERLENDİRDİĞİNİZ DAVRANIŞ ŞEKİLLERİ BAZEN KABUL EDİLEBİLİR. Çocuklar sofrayı kendi bağımsızlıklarını gösterdikleri bir sahne olarak görürler. Bazı öğünleri atlama, yemek seçme, yeni menüler denemekten kaçınma gibi durumlar genellikle çocuğunuzun normal gelişim sürecinin bir parçasıdır. Çocuğunuza sağlıklı besinlerden oluşan zengin bir seçme şansı tanıyın. Zaman içinde çocuğunuz sağlıklı gelişmesi için gerekli olan besinleri yeterli miktarda tüketecektir. Çeşitli sağlıklı besinlerin bulunduğu bir ortam, gergin olmayan mutlu bir yuva, sağlıklı beslenme ve davranış tarzının gelişmesi için gereklidir. FAALİYET İŞTAHI AÇAR Yemek öncesi sizin de katlandığınız çeşitli faaliyetler (yürüyüş yapmak, top oynamak, bisiklete binmek, vb.) tüm aile için hem sağlıklı hem de eğlenceli bir ortam sağlar.

27 Eylül 2013 Cuma

Çocuğunuz Kışa Hazır mı?

Kışla beraber hastalık mevsiminin de başlaması ile birlikte pek çoğumuzu da bir telaş alıyor. “Ben ekinezya alıyorum çocuğuma da iyi gelir mi?” , “Ailecek grip aşısı yaptırsak mı?, “Sabahları bir kaşık pekmez çocuğumu hastalıktan korur mu?”… Peki tüm bu uğraşlar çocukların bağışıklık sisteminin güçlenmesi ve hastalıklardan korunması için yeterli mi? Memorial Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Deniz Tamtekin, çocukları hastalıklardan korumak için bağışıklık sistemini güçlendirmenin yolları hakkında bilgi verdi. Selenyum ve demir çocuğunuza güç verir Çocuğunuzun güçlü bir savunma sisteminin olması için sağlıklı bir vücuda sahip olması gerekir. Bunun için öncelikli koşul, mümkün olduğunca rafine olmuş gıdalardan ve raf ömrü uzun gıda maddelerinden uzak kalmasıdır. İkincil olarak antioksidan olarak adlandırdığımız A,C,E,D vitaminleri, demir ve selenyumu yeterli miktarda olmasını sağlamak ve bunun için gerekli gıdaları uygun miktarda tüketmesidir. Selenyum; karides, mantar, dana ve kuzu ciğeri, somon ve ton balığında bulunur. Sarı ve koyu yeşil sebze meyveler A vitamini zengini A vitamini sarı renkli ve koyu yeşil sebze ve meyvelerden elde edilebilmektedir. Karotenler A vitamini öncüsü sayılır. Bu nedenle savunma sisteminin yardımcı elemanlarındandır. Greyfurt, havuç, kuru kayısı, Trabzon hurması, kırmızılahana, pancar, kırmızı turp, yaban mersini ve böğürtlende bol miktarda karoten bulunmaktadır. Tüketilen sebze ve meyvelerin mevsimine uygun olarak alınması, vücudun ihtiyacının doğal yoldan karşılanmasını sağlayacak ve çocuğunuzun savunma sistemini güçlendirecektir. C vitamini çocuğunuzun can simididir C vitamini hastalıklardan korunmada önemli rol oynar. Bu vitamin en çok çilek, kivi, kavun, portakal, mandalina ve greyfurt gibi meyvelerde bulunmaktadır. Ayrıca zerdeçal ve zencefil C vitamini kaynaklarıdır. Anneannelerimizin ballı zencefil karışımının faydası hepimiz tarafından bilinmektedir. Çocukların günlük ortalama 100 mg kadar C vitaminine ihtiyaçları vardır. C vitamini depolanan bir vitamin değildir. Fazlası vücuttan atılmaktadır. Bağışıklık sisteminin korunması için olmazsa olmazlardan olan E vitamini de; kuruyemiş, zeytin, zeytinyağı ve bazı yeşil sebzelerde bulunmaktadır. 1 köfte ile çinko ihtiyacı karşılanabilir Çinko elementinin de güçlü savunma mekanizmasında önemli rolü vardır. Bu nedenle son yıllarda çinko preparatları çok satanlar listesinde yer almaktadır. Oysaki çocuğunuz, her gün tükettiği gıdalardan kendisi için gerekli olan çinkoyu alabilir. Örneğin; 100 gr ette (3 köfte) 9 mg, pişmiş nohutun 100 gramında 1.4 mg çinko bulunmaktadır. 1-3 yaş arasındaki bir çocuğun 3 mg çinkoya ihtiyacı olduğuna göre, sadece 1 köfte tüketen bir çocuk bile çinko ihtiyacını rahatlıkla karşılamış olacaktır. Demir ve D vitamini alımına dikkat! Ülkemizde en yaygın sağlık sorunlarından biri de demir eksikliği anemisidir. Demir eksikliği anemisi hem demir alımının yetersiz kaldığı hem de demir kaybının olduğu durumlarda ortaya çıkabilir. Demir; et, pekmez, ciğer, yumurta, kuru üzüm, bakliyat ve bazı yeşil sebzelerde bulunur. D vitamini de savunma sistemi için gerekli vitaminlerdendir. Güneşin çok yakıcı olmadığı saatlerde güneşe çıkmak D vitamini seviyesini normalleştirecektir. Grip aşısı ve bağışıklık güçlendirici haplar işe yarıyor mu? Günümüzde bağışıklığı güçlendirdiği iddia edilen bazı preparatların (ekinezya, mürver, beta glukan, propolis, C vitamini, çinko, arı sütü vb.) yararlılığının bilimsel çalışmalar ile kanıtlamadığı bilinmektedir. Adaçayı gibi masum görülen bir bitki çayının bile belli bir miktardan fazlası toksik etki yaparken, piyasada bulunan ve güçlü bir korunma sistemine sahip olunacağı vaadi ile sunulan bazı preparatların zararsız olup olmadığının iyi araştırılması gerekir. Gripten korunmak için aşı uygulaması konusunda da uzmanlar çocukların gelişigüzel aşılanmaması gerektiği konusunda birleşmektedir. Hastalıktan korkmayın önlem alın Çocukların 2-8 yaş arasında sosyalleşme süreçlerinde birçok mikropla karşılaşacakları ve sıklıkla hastalanabilecekleri unutulmamalıdır. Çocuğun dengeli beslenmesi sağlanmalı, yeterli sürede uyuması için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve çocuklar düzenli bedensel aktivitelere yönlendirilmelidir.

23 Eylül 2013 Pazartesi

Tükettiğimiz Zehirler

Diyet ürünlerde kullanılan aspartam insanda baş ağrısı, şişmanlık, unutkanlık, bulantı, depresyon, yorgunluk, uykusuzluk, çarpıntı, panik atak ve kulak çınlaması gibi rahatsızlıklara sebep oluyor. Prof. Dr. Ramazan Yiğitoğlu ile Prof. Dr. Şenol Dane’nin “Farkına varamadığımız tehlikeler, gazlı içecekler, enerji içeceği meyve suları” başlıklı makalesi ilginç bilgileri ortaya koydu. İki hekimin makalesinde verdiği bilgiye göre, ketçap, toz kahve kreması, kola, gazoz, şekerleme, meyve suyu, hazır çorba, çikolata, puding, hazır kek gibi ürünlerde şeker yerine mısır şurubu kullanılıyor. Bir diğer adı nişasta bazlı sıvı şeker olan mısır şurubunda fruktoz oranı yüzde 80 oranında bulunuyor. Fazla fruktoz tüketimi diyabet, kan yağı, kalp hastalığı, karaciğer yağlanması ve yüksek tansiyona yol açıyor. Diyet ürünlere dikkat Diyet kola, diyet reçel, diyet şekerlemelerde kullanılan aspartam adlı tatlandırıcı tehlikesine dikkat çeken Prof. Yiğitoğlu, bu maddede 200 kat daha fazla tatlandırıcı içerdiğini belirtti. “Bir bavul aspartam 1 kamyon şekere denk geliyor.” diyen Yiğitoğlu, bazı baklavacılarda yarı yarıya ucuz satılan baklavaların ucuz olmasının nedeninin de aspartam olduğunu dile getirdi. Fareler üzerinde 2 yıl süren çalışmada aspartam verilen farekelerde 3 kat fazla beyin tümörü tespit edildiğini aktaran Yiğitoğlu, “Kilo almamak için içilen diyet kola, zero kolada tatlandırıcı aspartam kullanılıyor. Aspartam vücuda girdiğinde insülün salgısına yol açıyor. Böylece kan şekerimiz düşüyor ve acıkıyoruz. Sonuçta daha fazla yiyecek kilo alıyoruz.” uyarısında bulundu. Yiğitoğlu, aspartamın kansere yol açma riski de taşıdığına işaret etti. Enerji içecekleri ve meyve suyuna dikkat Enerji içeceklerinin de özellikle çocuklarda şiddete eğilime neden olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Şenol Dane ise bu ürünlerin tüketilmemesini tavsiye etti. Meyve sularının da 105 santigrat derecede ısıtılarak raf ömürlerinin uzatıldığına işaret eden Dane, "Bu işlem sırasında meyvedeki B ve C vitaminleri büyük ölçüde değerini kaybediyor. İlla meyve suyu tüketilecekse yüzde 100 meyve suları alınmalıdır. Ancak en iyisi tabi meyve yemek en sağlıklısıdır. Çünkü meyvede bol miktarda vitamin ve barsak sağlığı için çok faydalıdır." değerlendirmesi yaptı. Kaynak:Mynet

19 Eylül 2013 Perşembe

Mevsim Geçişlerine Dikkat

Sonbahar güneşine aldanmayın Gün içerisinde değişen hava sıcaklıklarına bağlı olarak vücut ısısı da değişim gösterir. Özellikle sabah ve akşam saatlerinde vücut ısısını dengede tutabilecek kalın giysiler tercih edilip, giysiler gün içerisindeki hava sıcaklığına bağlı olarak değiştirilmelidir. Havaların soğumasıyla birlikte artan gribal enfeksiyonlara karşı özellikle bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi önerilmektedir. Bu durumda ılık duş alınarak giysiler değiştirilmelidir. Mevsime uygun besinler tüketin Sonbahar döneminde, yaz aylarından kalan yemek tercihi alışkanlıkları da terk edilip, mevsime uygun yiyecekler tercih edilmelidir. Özellikle sonbahar döneminde sık tüketilen dondurma ve soğuk gıdalar vücutta çeşitli enfeksiyonların oluşumuna neden olmaktadır. Soğuk gıdaların yerine mevsime uygun yiyecekler tercih edilmelidir. Kaliteli, dengeli ve yeterli beslenme dışında, gribal enfeksiyonlardan korumanın ya da hastalığı hızlıca atlatmalarını sağlamanın diğer bir yolu bol ve dengeli sıvı tüketimi sağlamaktır. Meyve sularının tüketimindeki aşırılık ise vücut dengesinin bozulmasına neden olmaktadır. Meyve sularının ve vitamin içeren ilaçların tüketimindeki aşırılık vücuttan atılırken böbreklerin iş yükünü de artırmaktadır. Gerekli ölçüde tüketilen ıhlamur, kuşburnu, ada çayı ve bol limonlu bir yeşil çay bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlar. Grip aşısı gerekliyse yaptırın Vücudu dışarıdan alınan enfeksiyonlara karşı koruyucu özelliği olan grip aşıları, sağlıklı bireylere önerilmemektedir. Ancak grip aşısının vücutta tamamen koruyucu özelliği bulunmadığı için sağlıklı bireylerde gribal enfeksiyonların artmasına ve hastalığın uzun süre devam etmesine neden olabilmektedir. Çünkü grip aşısı sadece içerdiği etken maddeye karşı etkilidir. Diğer enfeksiyonlara karşı korucu özelliği bulunmadığı için gribal hastalıkların daha ağır seyretmesine yol açmaktadır. Kimler grip aşısı yaptırmalı? Toplumun geneline önerilmeyen grip aşısı, çeşitli kronik hastalıkları bulunan bireylerin vücudunda oluşabilecek yaygın enfeksiyonların önüne geçmek için önerilmektedir. Kemoterapi gören kanser hastaları, Kronik böbrek yetersizliği ve kalp yetersizliği olan hastalar, Diyabet ve hipertansiyon hastaları, 65 yaş üstü bireyler ve sağlık çalışanlarına grip aşısı yaptırılmaları tavsiye edilmektedir.

17 Eylül 2013 Salı

Sonbahara Hazırlık

Sonbaharla birlikte özellikle kış ayları, grip ve soğuk algınlığına en çok yakalandığımız dönemlerdir. Dünyanın en önemli sağlık sorunlarından sayılan infeksiyon hastalıklarının yaşandığı bu dönemde vücut direnci azalır. Özellikle infeksiyon ile immün sistem (bağışıklık sistemi) ilişkileri düşünüldüğünde; artan metabolik hıza karşılık; hücrelerin ihtiyacı olan enerji, dengeli bir beslenme ile sağlanabilir. Kış mevsimini yaşadığımız şu günlerde metabolizmamızı koruma altına alıp, daha da güçlendirmenin en etkili yollarından biri yeterli ve dengeli beslenmedir. Bu her yaş grubu için geçerlidir. Özellikle infeksiyonlara karşı daha duyarlı olan çocuklar, gebeler, emziren anneler ve yaşlılar için beslenme daha da önem taşır. Yeterli ve dengeli beslenme, gün içerisinde her besin grubundan yeterli miktarda almakla sağlanır. Böylece ihtiyacımız olan protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineralleri de almış oluruz. Bu besin gruplarını dengeli aldığımız gıdalar aynı zamanda ihtiyacımız olan vitamin ve mineralleri de vücuda alınmasını sağlar. A ve C vitaminleri, antioksidan vitaminlerdir. Bu vitaminler, bağışıklık sistemimizi güçlendirerek, hastalıklara karşı daha dirençli olmamızı sağlar. Turunçgiller, havuç, brokoli, kabak, Brüksel lahanası, yeşilbiber, karnabahar, mandalina, maydanoz, roka, tere gibi sebzeler, vitaminler açısından zengin besinlerdir. Burada önemli olan, meyvelerin sıkıldıktan hemen sonra içilmesidir. Meyve suları bekletildiğinde C vitamini kayba uğrar. Çünkü bu vitamin; ısı, ışık gibi etmenlerden kolayca etkilenir. Ayrıca çay ve kahve yerine bitki çayları veya C vitamin yönünden zengin olan kuşburnu çayı tercih edilebilir. Yemeklerde veya öğün aralarında tüketilen bol miktardaki salata da bize ihtiyacımız olan vitaminleri sağlayacaktır. C vitamini kaybını önlemek için salatalar da meyve suları gibi hazırlandıktan kısa bir süre sonra yenmelidir. Diyetteki yağ türü ve miktarı da enfeksiyon hastalıklarının seyrinde önem taşır. Ayçiçeği, mısırözü, bitkisel sıvı yağlar, omega-6 yağ asitleri (çoklu doymamış yağlar), deniz ürünleri ve omega-3 yağ asitleri (çoklu doymamış yağ), zeytinyağı, fındık yağı ile omega-9 (tekli doymamış yağ) yağ asitleri açısından zengin besinlerdir. Saydığımız bu yağ asitlerinin immün sistem üzerinde olumlu etkileri bulunmaktadır. Ancak diyetin yağ içeriğinin yüksek olması, immün sistemi üzerinde baskılayıcı etki göstermektedir. Dengeli beslenmenin bir diğer şartı da yeterli protein alımıdır. Doku yapımı ve onarımındaki güçlü etkileri nedeniyle proteinler, günlük beslenmeden eksik edilmemelidir. Enfeksiyon geçirildiği dönemlerde, protein kaynaklarının yeterli tüketilmesi, genel kabul görmüş önemli bir nokta olup; özellikle süt, yoğurt, peynir, yumurta, et, tavuk ve balık gibi gıdalar proteinlerin en iyi kaynağıdır. Amerikan Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü Uzman Diyetisyen Tuğçe Aytulu Ersin

16 Eylül 2013 Pazartesi

Çocuklarla Doğru İletişim Kurmanın Yolları

Anne ve babalar, çocuklarıyla sağlıklı bir ilişki için mümkün olduğunca direkt, net ve etkin bir iletişim kurmayı ilke edinmelidir. Bu durum, çocuklarla ebeveyn arasındaki bağların daha güçlü olmasını sağlar. Anne ve baba, çocuklar için hayattaki en önemli rol-modeldir. Bu nedenle onların sahip olacağı iyi iletişim becerileri çocukları tarafından da benimsenecek ve onların, arkadaşlarıyla ve toplumdaki diğer bireylerle sağlıklı iletişim kurmalarını sağlayacaktır. Çevreyle sağlıklı iletişim, çocukların özgüvenlerinin artmasına ve sağlıklı kişilik gelişimlerine yardımcı olacaktır. Çocuklarınızı anlamaya çalışın Anne-babalar, doğru konuşma tekniğine sahip olmanın yanı sıra iyi bir de dinleyici olmalıdır. Çocuğu dinlerken, onun sözel ifadelerini algılamaya çalışarak vücut dilini gözlemlemeli, duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışılmalıdır. Onunla; güvene dayalı, açık ve etkili bir iletişime geçebilmek için, arada güven bağı oluşturulmasına özen göstermelidir. Onun duygu ve düşüncelerini rahatça açıklayabilmesine fırsat verilmelidir. Küçük yaşta oluşturulan güven bağı, özellikle iletişim sorunlarının sıkça yaşandığı ergenlik döneminde, çocuğun ailesine daha rahat açılmasını sağlayacak ve olası kaygılarını daha rahat ifade etme imkanı tanıyacaktır. Kendini ifade etmesine izin verin Çocuklarınızı tehdit etmeyin. Tehdit, çocukların kendilerini güçsüz olarak algılamalarına ve karşı taraftan intikam alma duygusuna yol açar. Çocuğunuz konuşurken hemen onun sözünü kesmeyin ve siz konuşmaya başlamadan önce onun cümlesini tamamlayıp kendini ifade etmesine fırsat verin. Bu çocuğunuza özgüven verir ve içine kapanmasını önler. Bu tür bir yaklaşımı çocuk genellikle kendisine yönelik kişisel bir saldırı olarak algılar. Çocuğunuzun ifadeleri ve davranışları karşısında fazla eleştirel olmayın. Bu tür bir yaklaşımı çocuk genellikle kendisine yönelik kişisel bir saldırı olarak algılar ve size karşı olumsuz duygu beslemeye başlar. Eğer çocuğunuzda olumsuz bir davranış gözlemliyorsanız, onun doğrudan kişiliğini hedef almak yerine sadece olumsuz olan davranışını eleştirin. Sağlıklı iletişim için çocuklarınızla göz teması kurun Çocuğunuza adı ile hitap edin. Herkesin kulağında kendi ismi bir müzik tınısı uyandırır. Bu, çocuklar için de geçerlidir; dolayısıyla onlara önce kendi adları ile hitap ederek dikkatini çekin ve size odaklanmasını sağlayın. Daha sonra mesajınızı iletin. Çocuğunuzla konuşurken göz teması kurun, bunun için onunla konuşurken aynı yükseklik seviyesinde olmaya özen gösterin. Gerekirse sandalye ya da yere oturun. Çocuğunuzu ismi ile çağırdıktan sonra, mesajınızı iletmek için çocuğunuzun sizinle göz temasına geçmesini bekleyin. Çocuğunuza mesajınızı direkt emir kipiyle iletmek yerine, seçenekler sunun. Örneğin masayı boyayan çocuğunuza “Masayı boyama!” demek yerine, masayı boyamanın yanlış olduğunu, beyaz kâğıda resim yapabileceğini demek daha doğru olacaktır. Mesajınızı basit cümlelerle iletin. Özellikle küçük çocuklar birden fazla ve karmaşık mesajları, sağlıklı olarak algılayamazlar, bu da doğal olarak mesajınızı anlamsız kılar. Davranışlarınızla çocuklarınıza örnek olun. Çocuk çevresinde ne kadar çok iyi örnek görürse kendi davranışlarını da o ölçüde düzgün biçimlendirir. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzman Dr.Ayhan Çeri

13 Eylül 2013 Cuma

Çocukların Okul Korkusunu Yenmek İçin 6 Öneri

Çocukların Okul Korkusunu Yenmesi İçin 6 Öneri Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Arzu Önal, çocukları okula alıştırırken ve okul fobilerini yenmelerine yardımcı olurken sıcak ve içten davranılmasını öneriyor ve ekliyor: “’Korkma, korkulacak bir şey yok’ derseniz, çocuk bunu demek ki korkulacak bir şey var olarak algıladığından bu tür yapma, etme tarzında komutlar içeren cümleler kurmaktan kaçınmalısınız” diyor. Çocukların okul fobileriyle ilgili anne ve babaların en çok merak ettikleri konular hakkında bilgiler veren Dr. Arzu Önal, hem bu bu konuyla ilgili sık sorulan soruları yanıtlıyor hem de anne babalara önemli önerilerde bulunuyor: OKUL KORKUSUNA KARŞI 6 ÖNERİ Yeni bir ortama girmeye hazırlanan çocuk kendini güvende hissedebilmek için girdiği ortamda neler olacağını önceden bilmek istiyor. Ancak bunu bilebilmesi ve anlayabilmesi amacıyla çocuğa yeterli ve kaliteli zaman ayrılması gerekiyor. Bu korkuyu yenmesi için 6 öneride bulunan Dr. Arzu Önal, bunları şöyle sıralıyor: 1- Çocuğunuzu sabah sarılarak uyandırın. İlk zamanlarda çocuklar yeni bir düzene alışmaya çalıştıklarından kendi başlarına uyanamayabilir. Anne ve babalarının kendisini uyandırdığını gören çocuk rahatlama hissi duyar. 2- Elbette güne başlamak sadece uyanmakla bitmiyor. Çocuğunuzun okul hazırlıklarını yapmasına, giyinmesine ve dişlerini fırçalamasına yardımcı olun. 3- Çocuğunuzla birlikte kahvaltı etmeniz okula gitmeden önce kendini iyi hissetmesine yardımcı olur. 4- Onunla birlikte okula gitmeniz de moralini artırır, kendisini güvende hisseder, yalnızlık duygusunu daha az duyumsar. 5- Sırt çantasını sınıfına yerleştirin. 6- Pencereden anne-babasına güle güle demesini isteyin. GÜVENSİZ ÇOCUKLAR DAHA ÇOK ZORLANIYOR Okula başlarken takvim yaşının yanısıra çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimi de okula başlamaya hazır olup olmadığının göstergesi olarak önem taşıyor. Bazı çocuklar daha geç olgunlaşabiliyor, bu durumda okula başlamak için bir yıl daha beklemesi gerekebiliyor. Fakat tutturma ya da kaygı kaynaklı bir isteksizlik ortaya çıkıyorsa bu davranışın üzerine gidilmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Arzu Önal, şunları söylüyor: “Böyle durumlarda yapılan erteleme 2-3 yıl sonra da olsa okula başladığında aynı tepkileri vermesini engellememektedir. Bu durum, daha önce anne-babadan ayrılmayan, ayrılığın edişe verici olduğu duygusu hissettirilen, güvensiz çocuklarda daha sık görülmektedir. Bu çocukların kaygı düzeyi oldukça yüksektir ve ebeveynlerinde de kaygı hali olabilmektedir. Daha önce hiç sorumluluk verilmeyen, aşırı korumacı davranılan ve otonomisini geliştirmesine müsaade edilmeyen çocuklarda daha sık olarak karşımıza çıkmaktadır.” ÇOCUĞUNUZA, BU 4 CÜMLEYİ SÖYLEMEYİN! Çocuklarla doğru iletişim kurmanın önemine değinen Dr. Arzu Önal, doğru cümleler ve yanlış cümleler hakkında da anne babalara bazı uyarılarda bulunuyor: 1- “Korkma” demeyin! Eğer annesi çocuğuna korkma diyorsa çocuk açısından bakıldığında korkulacak bir şey olduğu anlamını taşımaktadır. “Korkma iğne hiç acıtmayacak” denildiğinde acıdığı gibi. 2- “Merak etme ben yan odadayım seni asla bırakmam” Çocuğun zihnindeki açılımı: “Merak etmelisin, çünkü ben de çok merak ediyorum, eğer izin verirse bu gaddar insanlar, yan odada seni bekliyor olacağım ama ben de emin değilim”. 3- “Seni asla okulda unutmam / bırakmam ben unutursam baban, teyzen, deden alır seni” : Çocuğun zihnindeki açılımı: “Seni okulda unutma ihtimalim var, olur da o kadar unutkan olursam inşallah seni alan biri çıkar”. 4- “Okula gitmek ister misin?”: Çocuğun zihnindeki açılımı: Okula gitmeme ve evde bildiğin şeyleri (TV, oyuncak, oyun oynama gibi) devam ettirme hakkın var. Ben senin yerinde olsam bildiğim şeyleri tercih ederdim. BU 4 CÜMLEYİ SÖYLEYİN! 1- “Bir sürü arkadaşın olacak ne kadar heyecan verici değil mi?” 2- “Acaba kaç tane yeni oyun öğreneceksin, bana da öğretirsen evde birlikte de oynarız.” 3- “Okula giderken öğretmenine en sevdiğin resmini ya da oyuncağını gösterebilirsin, eminim o da beğenecek.” 4- “Sen okuldayken aklım hep sende olacak ama orda eğlendiğini bilmek beni de mutlu edecek.” Okula karşı motivasyonu artıracağını düşündüğünüz bu tarz cümleleri oyun sırasında ya da laf arasında söyleyebilirsiniz. Özellikle karşılıklı oturup ciddi bir şekilde konuşmanıza gerek yok.

12 Eylül 2013 Perşembe

Okul Sıralarındaki TEHLİKELER

Sarılık, nezle, grip, kızamık, suçiçeği, kabakulak… Bu hastalıklar okul sıralarında çocukları bekleyen tehlikelerin başında geliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Abdurrahman Yıldırım, ebeveynlerin bulaşıcı hastalıklar konusunda bilinçli olması gerektiğini belirterek alınabilecek önlemler hakkında bilgi verdi. Hepatit A’dan korunmak için temizlik kurallarına dikkat! Hepatit A, bulaşıcı sarılık olarak bilinen birebir hijyen ile ilgili bir hastalıktır. Sarılık, çocuğun cildinde, gözünün beyazında sarılık olması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hepatit A sarılığı, halsizlik, bitkinlik, iştahsızlık bazen bulantı, kusma, ateş, karın ağrısı şeklinde kendini gösterebilir. Hepatit A sarılığı saptanan çocuğun en azından 2-3 hafta kadar dinlenmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Üst solunum yolu enfeksiyonunun belirtileriyle kabakulağın belirtilerini karıştırmayın. Kabakulak, aşısı olan bir hastalıktır. Hastalığın üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlayıp hafif bir burun akıntısı, hapşırma, öksürük, bazı çocuklarda boyunda veya kulak memesinin alt tarafında, çene köşesinde bir şişlik şeklinde bulgu verebilir. İyi pişmemiş ete dikkat! Bağırsak solucanı yani halk arasında “kurt, kıl kurdu, tenya, askaris” adları verilen parazitler hijyen veya iyi pişmemiş etten yapılan yiyeceklerden, ağız veya dışkı yoluyla bulaşır. Hastalık, karın ağrısı, iştahsızlık, gece uyurken ağızdan salya akması, diş gıcırdatma, uyurken popoyu kaşıma bulgularıyla kendini gösterebilir. Bu belirtileri yaşayan çocukların mutlaka doktora danışıp tedavi olması gerekir. El temizliği ve tırnakların kısa kesilmesinin de hastalığı bulaştırmamak açısından büyük önemi vardır. Haftada en az 1 veya 2 kere yıkanmak bit tehlikesini azaltır Bitlenme, okullarda sık görülen sorunlardan biridir. Bitten korunmak için haftada en az 1-2 gün yıkanması ve saçların kontrol edilmesi gerekir. Saça yapışan sirkeler görüldüğü takdirde hastanın mutlaka hekime götürülmesi ve mutlaka bir dermatoloji uzmanı tarafından tedavi edilmesi gerekmektedir. Öğretmenlere önemli görevler düşüyor Okulda öğretmenlerin el temizliğini her fırsatta vurgulaması; çocukların yakın temasının ve ortak eşya kullanmalarının önüne geçmesi çok önemlidir. Hasta olan çocukların ailelerine haber verilmeli ve doktora gitmesi sağlanmalı, Sınıflar sürekli havalandırılmalı, Sınıftaki öğrenci sayısı 20-30 olacak şekilde azaltılmalı. Düzenli el, tırnak ve saç kontrolü yapılmalı Öğretmenler bu konuda eğitici konuşmalar yapmalıdır.

10 Eylül 2013 Salı

Topuk Ağrıları

Aşırı kilo alımı topuk ağrısı nedeni... Her yaşta ,topuk üzerine basmakla veya basmadan da görülebilen ağrılardır.Yaş gruplarına göre değişkenlik gösteren farklı hastalıklar topuk ağrısı yapabilir. NEDENLERİ Çocuklarda topuk ağrısının en sık görülen sebebi topuk kemiğinde bulunan gelişme kıkırdağındaki dolaşım bozukluğu ile giden "Hadlung-Sever"hastalığıdır.Bu hastalığın oluşmasında en muhtemel etken çok hareketli olan çocuğun devamlı surette topuk üzerinde ufak travmalara maruz kalmasıdır.Böyle bir tabloda çocuğun oyun oynarken giydiği ayakkabı tipi de çok etkilidir. Genç,erişkin veya orta yaşlarda ise sık topuk ağrısı sebebi meslek icabı çok ayakta kalmak ve son zamanlarda aşırı kilo almaktır. 50 yaş üzerindeki kişilerde ise ayak tabanındaki adelenin tahrişi ve bu tahrişin uzun sürmesi sonucu gelişen topuk dikeni en sık sebebi teşkil eder. BELİRTİLERİ Sıklıkla basmakla artan veya başlayan ağrı görülür.Dinlenmekle geçen ağrılar şeklindedir.Kilo vermek amacında olan ve yürümeye alışık olmayan bir şahsın aniden yürüyüşlere başlaması özellikle topuğa gelen darbeleri emmeyecek tarzda sert ayakkabılarla yürüyüşü yapması topuk ağrılarını başlatabilir.Ayak tabanında bulunan bu ağrılar önemsenmediğinde vücut kendince bir takım önlemler almak zorunda kalacak ve ayak tabanındaki yükü taşıyan odaklarda kireçlenme,yani topuk dikeni dediğimiz tablo ortaya çakıcaktır. Çocuklarda topuk ağrısı sebebimgiderilmediğinde oynarken veya yürürken çabuk yorulacak veya sürekli ayak,baldır ağrısı şikayetinde bulunacaktır. TEDAVİ Çocuklukta veya yetişkinlikte ağrıyı tetikleyen sebep,çukur ayak veya düz tabanlıksa tabanlık vererek tabana binen yükün dağılımının düzenlenmesi gerekir.Hasta aşırı kilolu ise kilo vermek ayak yükünü azaltacağından çok etkilidir.Ağrının geçmediği durumlardabbirkaç defaya mahsus kortizon injeksiyonu yararlı olabilir.Hiç düzelmeyen olgularda ise ameliyat tek tedavi seçeneğidir.

6 Eylül 2013 Cuma

Gözünüz mü Seyiriyor?

Hayatımız boyunca gözümüz seğirdiğinde, değişik anlamlar yüklenmiştir. Sağ göz seğirir ise iyi olaylar, sol seğirir ise kötü olaylar ile karşılaşacağımız söylenir. Bunlar, aslında ağızdan ağza anlatılan batıl inançlardır. Göz seğirmesi ağırlık olarak, psikolojik veya uyku eksikliği nedeni ile ortaya çıkmaktadır. Uyku, vücudumuzda organların ve hücrelerin kendini yenilediği dönemdir. İyi bir uyku, insanda günün tüm yorgunluğunu aldığı gibi hastalıklara karşı bizi korumaktadır. Göz seğirmesi ağırlıkla psikolojik bir rahatsızlıktır ve yorgunlukla ortaya çıkmaktadır. Eğer uyku düzenimiz bozuksa göz seğirmeleri ortaya çıkmaktadır. Uyku düzeni olmayan insanlarda, insülün düzensiz salgılanmaya başlar ve sürekli açlık hissi, tansiyon bozuklukları, sigara bağımlılığı ve göz seğirmeleri artar. Bu nedenle, uyku düzenimizi kurmak, vücudumuzun psikolojik ve fiziksel olarak sağlıklı olmasını sağlayacaktır. Sürekli ve hiç durmadan olan seğirmeler nörolojik bir rahatsızlığın belirtisi olabilir, bu durumda hekime gitmekte fayda vardır. Ama kısa süreli olan seğirmeler uyku ve psikolojik sorunlara bağlandığı gibi astigmat, miyop ve hipermetrop’un habercisi olabilir. Gözlük kullanan hastalarda göz numarası büyümeye başlayınca seğirmelerde artış görülmektedir. Seğirme, çocuklarda sıklık ile görülüyorsa göz tembelliği hastalığı olabilmektedir. Yapılan araştırmalarda, çok okuma, bilgisayar başında çok zaman geçirme, uygun ışıklandırmanın olmadığı ortamlar seğirmelere neden olabilmektedir. Uzman hekimler, ayrıca klima kullanımına dikkat etmemiz gerektiğini de söylüyorlar. Uzun süre klima kullanılan ortamda kalmak, göz kuruduğu için seğirmelerin ve kırpma işleminin arttığını göstermiştir. Göz sağlığımız için klima kullanılan ortamlarda fazla durmamak, uygun ışıklandırılmış ortamlarda olmak, kitap okurken iyi ışık altında okumak, Tv seyretme saatlerimizi azaltmak, bilgisayar başında uzun kalmamak, uyku düzenimize dikkat etmek önemlidir.

5 Eylül 2013 Perşembe

Takıntılı Mısınız?

Medical Park Hastanesi Psikiyatri Doktoru Rızvan Uçar bilgilendiriyor. Halk arasında "temizlik hastalığı", "titizlik hastalığı", "tertip-düzen hastalığı", "sayma hastalığı" gibi ifadelerle tanımlanan, tam türkçe karşılığı "saplantı-zorlantı bozukluğu" olan hastalıktır. Özelliği "obsesyon", "takıntı"ya da "saplantı" denilen, kişinin yanlış olduğunu bilmesine rağmen aklına gelmesine engel olamadığı düşünce, dürtü ya da imgeler olması, bunların oluşturduğu sıkıntıdan kurtulmak için "kompulsiyon" ya da "zorlantı" denilen davranışlar ya da düşüncelerin olmasıdır. Kadınlarda ve erkeklerde eşit oranda görülür. Genetik faktörler hastalığın ortaya çıkmasında önemlidir. Gebelik ve doğum sonrası dönem, bir yakının kaybı ya da stres yaratan yaşam olayları OKB gelişimi ya da belirtilerin şiddetlenmesi açısından riskli dönemlerdir. Belirtiler çok erken yaşta başlamasına rağmen belirtiler uzun süre bir kişilik özelliği olarak düşünüldüğünden doktora başvuru ortalama 15 yıl sonra olur. OKB genellikle süreğendir, zaman zaman hastalık belirtileri alevlenir, zaman zaman azalır, takıntılar zamanla değişebilir. En sık görülen takıntı kirlenme/bulaşma ya da temizlik takıntılarıdır. Kişi kirli olduğunu düşündüğü yerlerden mikrop bulaşabileceği ile ilgili endişe yaşar, el sıkıştığında, kapı kollarına, otobüs ya da dolmuşlardaki tutunma yerlerine dokunamazlar. Dakikalarca ellerini yıkayabilir, saatlerce banyoda kalabilirler, temizledikleri bir yeri defalarca tekrar tekrar temizleyebilirler, eşi çocuğu eve geldiğinde kapıda dışarıda giydikleri elbiselerini değiştirmelerini, ellerini yıkamadan hiçbir yere dokunmamalarını isteyebilirler. Emin olamama ya da kuşku takıntısı bir eylemin yapıldığından emin olamama durumudur, "kapıyı kilitledim mi", "ocağı kapattım mı", "ütünün fişini çektim mi" diye emin olamaz birçok kez kontrol edebilirler. Simetri ve düzen takıntıları olan kişiler bulundukları ortamlarda dağınıklığı toplamadan, eşyaları simetrik duruma getirmeden duramazlar. Tekrarlayıcı şekilde belli sayıda dua etme, sayı sayma, belirli kelimeleri tekrarlama, yazdıktan sonra silip yeniden yazma şeklinde takıntılar olabilir. Hastalık takıntısı hayatını tehdit eden ya da bulaşıcı bir hastalığa yakalanma endişesi şeklinde ortaya çıkar(kanser, AIDS, zührevi hastalıklar gibi). Böyle kişilerde sürekli ilgili beden bölgesinin kontrolü, sık hastane ve doktor başvurusu, tetkik isteme, hastalık olmadığına dair onay arayışı olur. Saldırganlık takıntıları olan kişilerde kendisini veya başkalarını öldürme veya yaralama düşünceleri olur. Bu kişiler bıçak, makas gibi sivri veya kesici nesnelerle aynı yerde bulundurmaktan, diğer insanlarla yalnız kalmaktan, yüksek yerlerde bulunmaktan, yol kenarlarında bulunmaktan kaçınabilirler. Kadın hastalarda doğum sonrası dönemde bebeğine zarar verme endişesi olabilir. Aile bireyleriyle ya da akrabaları ile cinsel ilişki kurma, eşcinsel olma gibi utanç verici ve kabul edilemez şeyler yapma veya benzeri şeyler söyleme endişesi şeklinde takıntılar olabilir. Bazı kişilerde toplum içinde ya da toplu taşım araçlarında gaz çıkarma, küçük abdestini tutamama gibi endişeler olabilir ve bu nedenle yolculuklara çıkmaktan kaçınabilirler. Günah işlemek ya da dini içerikli takıntılar da ülkemizde batılı toplumlara göre çok daha sık görülür. Bu şekilde takıntıları olanlar kendilerini Allah'a karşı geliyor, küfür ediyor gibi hissedebilirler ve bu nedenle sürekli dualar etme, sürekli tövbe etme zorlantıları olabilir. Biriktirme takıntıları olanlarda gerçek anlamda maddi ve manevi değeri olmayan birçok şey biriktirilir, satın alınır. OKB ilaç tedavisi ya da bilişsel davranışçı terapi ile etkili şekilde tedavi edilebilir. En başarılı tedavi her ikisinin birlikte uygulanmasıdır. İlaç tedavilerinin etkisi daha kısa sürede başlarken, terapinin etkisi daha kalıcı olur. OKB diğer psikiyatrik hastalıklara göre tedaviye daha dirençli bir hastalıktır. Bu nedenle ilaç tedavisi daha yüksek dozlar ve daha uzun süre ilaç kullanımını gerektirir. Çünkü ilaç tedavisine cevap verme süresi de diğer psikiyatrik hastalıklardan uzundur. Bu nedenle doktor doktor dolaşmak yerine aynı merkezde düzenli olarak hem ilaç hem de terapinin planlanması etkili bir tedavi için en uygun yoldur.

4 Eylül 2013 Çarşamba

Affet Unut ve Sev

Her gün sağlık haberi yapan ben bugün yapamadım ,yazamadım.Elim kolum bağlandı.Canınız kadar çok sevdiğiniz biri sizden uzakta canı ile boğuşuyorsa her an dibe vurabiiyorsunuz.Canınız acıyor,acılara çaresiz kalmak sizi yiyip bitiriyor... Şimdi niye yazıyorum bunları diye merak ediyorsanız,nedeni çok sıradan.Anı ,hayatı yaşamak.Nefesi farkına varmak ve hakkını vermek.Bir saat sonra başımıza ne geleceğini hiç bilemeyiz ve erteleriz hayatı ,düşlerimizi.Ertelemeyin ,pamuk ipliğine bağlı bir hayatın hakkını verin.Hele bir de genç iseniz bedeninizin depresyonla uykuya geçmesine izin vermeyin.Yaşayın,sevin ve sevdiklerinize hep dokunarak sevdiğinizi belli edin. Yaşlı bir el hala ailenizin üzerindeyse sık sık görün.Bayramlarda çaldığınız ilk kapı onlar olsun.Kalabalık sofralar kurun,gülün,güldürün... Çok karmaşık gelen yaşamı aslında biz insanlar karışık hala getirip kendi yarattığımız kaosa karışıyoruz.Formül basit,inançlı ol,affetmeyi öğren ve unut.... Kendinize önce kendiniz için çok iyi bakın.Doğru nefes almayı öğrenin,doğru beslenin ve kendinizi sevin.. Sağlıklı günler...

2 Eylül 2013 Pazartesi

Bugün Kahvenizi İçtiniz mi?

Günde iki fincan türk kahvesinin kolon kanseri riskini, kalın bağırsak kanseri riskini yüzde 25, safra kesesinde taş riskini yüze 45 azalttığını gösteriyor.. Kahvenin içerdiği kafein maddesi, sinir sistemini uyarıp zihinsel aktiviteyi güçlendirir. Uyuşukluğu giderip enerji verir ve uyanık kalmayı sağlar. Kahve içtikten sonra organizmada ani değişiklikler oluyor. Tüm vücut ani bir enerji akımı ile doluyor. Bu enerji çocuklarda 3, yetişkinlerde ise 5 – 7 saat sonra azalmaya başlıyor. Tüm bu olumlu yönlerine rağmen kahveyi çok fazla tüketmemekte fayda var. Çünkü aşırı kahve tüketimi sürekli bir uykusuzluğa ve mide rahatsızlıklarına neden oluyor. Ayrıca aşırı tüketim yüksek tansiyona da sebep olabilir. Kahvenin selülit yapmak bir yana, vücuda daha fazla hareket kazandırarak, metabolizmanın yağ yakmasına katkı sağladığı saptanmıştır. Kahvenin ayrıca depresyon ve alkolizm tedavisine iyi geldiği biliniyor. Kahve yemek üzerine içildiğinde, sindirimi kolaylaştırır. Bu yönüyle şekerli içmemek kaydıyla kilo almayı ve mide ekşimelerini önler. Asıl yararı hayali genişletir, hafızaya güç verir, hareket sağlar ve gevşekliği giderir. Kahvenin düşünceye açıklık getirdiği bir gerçektir. Şairler şiirlerini ya-zarlarken, yazarlar makalelerini hazırlarken, ressamlar tablolarını yaparlarken, kahve fincanları en yakın ve sempatik destekçileri olmuştur. Ünlü şair Eşref’in, hicviye yazmadan önce, iki çay dolusu kahve içtiği söylenir. Türk kahvesinin ayrıcalığını belirleyen noktaları özetlersek diyebiliriz ki; Türk kahvesinin (dozunda içildiği takdirde) sağlığı tehdit edecek zararlı yanı yoktur. Teskin edici ve dinlendirici özelliği vardır. Bir fincan kahvedeki 50 mg. kafein hemen vücuttan atılır. Bu bakımdan Türk kahvesi fincanı ideal ölçülere sahiptir. Bir fincandan fazla içildiğinde zihin açıcı, uyarıcı, enerji verici özelliği ön plâna çıkar. Yerinde ve zamanında içildiği zaman olağanüstü bir keyif verici olarak ün yapmıştır. Kararında içilen, yani günde 2 fincan Türk kahvesi sağlığa faydalıdır.. Türk Kahvesi; • Kolesterolü düşürür. • Ağrı kesicilerin etkisini yüzde 40 oranında artırır. • Göğüs kanseri riskini azaltır. • Günde 3 fincan kahve içmek astım tehlikesini azaltır. • Kahve girişkenliği arttırır. • Siroz hastalığı riskini yarı yarıya düşürür. • Nefesi açar. • Kemikleri güçlendirir, ancak yaşlıların fazla tüketmesi sakıncalı. • Tip 2 diyabeti ve Parkinson hastalığından korur. • Selülit gibi cilt sorunlarına karşı etkilidir. • Yüksek tansiyonu önler. • Pankreas kanserini azaltır. • Kalp rahatsızlıklarını büyük oranda önler. • Bağırsakları düzenler. • Depresyona karşı etkilidir.

1 Eylül 2013 Pazar

Cilt Tipiniz Hangisi Biliyor Musunuz?

Kendinize uygun cilt bakım ürünlerini seçebilmek için cilt tipinizi bilmeniz gerekir. Bunun içinse bir güzellik salonuna gitmeniz gerekmiyor. Evde yapabileceğiniz basit bir testle bunu öğrenebilirsiniz. Güzellik kavramı herkes için değişen bir kavramdır. Güzel olmak insanın kendisine güven duymasının esas temelidir. İnsan kendisine güven duymazsa birçok konuda başarılı olması da mümkün değildir. Güzellik yaşama sevinci ve zevk verir, zevk getirir. Günümüzde güzellik, şahane bir yüz, tüm hatları ve ölçüleri mükkemmmel bir vücut anlamına gelmez. Esas olan kişinin vücut canlılığını ve kafa gücünü ortaya koyup belirli ölçülerde yansıtış tarzıdır. Güzellik başkalarına benzeme özentisi olamamalıdır. Tam tersi kendine özel, ışıltılı, sağlıklı ve canlı olabilmektir. Güzelliğne özen göstermek isteyen bir kişi hayatın farkında olup, teknolojiyi takip edip yapşamına hareketlilik getirmek zorundadır; çünkü kusurları çabucak kaptacak geçici yöntemler yerine devamlı kusursuz ve güzel hissetmek için uzun vadeli kalıcı planlar yapılmalıdır. Her şeyden önce ne tür bir cilt yapısına sahip olduğumuzu bilmemiz gerekir ki, ona göre yapacağımız işlemleri, kullanacağımız kremleri doğru seçip, doğru kullanabilelim. Cildimizin bakımı için kullanacağımız gerekli ürün ve malzemeler, cildin türüne bağlıdır. Cildilmizin türünü yapacağımız küçük ve basit işlemle kolayca anlayabiliriz. Yüzünüzü temizleyip kurulayın. Yüzünüzü örtecek büyüklükte bir kağıt mendilin tek katı ya da mendil büyüklüğünde pelür kağıdını yüzünüze kapatın. Parmak uçlarınızla yüzün her tarafında hafif baskı yaparak elinizi gezdirin. Kağıdı dikkatlice kaldırıp bakın. Şayet kağıdın her tarafında yağ lekecikleri görünüyorsa cildiniz yağlı cilt, kağıdın belli yerlerinde; özellikle alın, burun ve çeneye gelen bölgesinde lekeler göze çarpıyorsa, yanaklar ve şakaklarda iz yoksa, cildiniz karma cilt, kağıdın hiçbir yerinde leke izine rastlamıyorsanız cildiniz kuru demektir. Cildinizin hassasiyetini görebilmek için, bir çay kaşığının sapı, ya da ona benzer sert bir cisimle alnınızın ortasına hafifçe bastırarak artı (+) işareti çizer gibi yapın. Şayet çizilen yerde hiç kızarma olmadı ise cildiniz normal cilt, hafifçe bir kızarma olup hemen geçti ise cildiniz az hassas, kızarıklık bir müddet devam etmişse cildiniz çok hassas demektir. Cildin nem oranını anlamak için de, çenenizin yan tarafından işaret parmağınızın tersi ile yanağınızı yukarı doğru itiyormuş gibi yapın. Şayet yanağınızda tek bir çizgi oluşuyorsa nemi az, birkaç çizgi oluşuyorsa nemi çok az, eğer hiçbir şey oluşmuyorsa cildin nemi normal demektir. Cildin elastikiyetini, yani gevşek olup olmadığını anlamak için; gözün altındaki ince deri tabakasını dikkatlice çimdikler gibi yaparak yukarı doğru çekip bırakın. Deri yavaşça eski durumuna geldi ise elastikiyeti iyi sayılır, deri hemen eski durumuna geldi ise elastikiyeti çok iyi ve deri bir müddet sonra eski durumuna geldi ise cildiniz çok gevşek demektir. Bu durumun yaşla da ilgisi vardır. Yaşınız 35’in altında ve testte cildiniz yavaş yavaş eski haline geliyorsa hemen önlem almanız lazım, çünkü cilt elastikiyeni kaybetmek üzere görünüyor demektir. Yağlı ciltlerin görünümü koyu renkte ve daima parlaktır, cilt kalın ve kabadır, gözenekler açıktır, çoğu zaman siyah nokta ve sivilceler oluşur, sıkça akneye rastlanır. Kuru cildin dokusu genellikle düzgündür, ama hep gergin durur, özellikle banyo sonrası pul pul olur ve kızarma, yanma hissi vardır, genç yaşlarda bile kırışmalar oluşabilir. Karma cilt yağlı ile kuru arasında kalan bir cilttir. Alın, burun ve çene bölgesi yağlıdır. Yanaklar ve göz çevresi kurudur. Normal ciltlerde ise yağ, nem, asit oranı dengelidir. Bu az bulunan cildin dokusu düzgündür, gözenekler hiç belli olmaz, pürüzsüzdür. Bu bilgiler ışığında yapacağınız testler sonucu cilt türünüzü tesbit ettiniz. Bu testlerin doğru ürün seçmede ve doğru ürün kullanmada size yardımcı olması dileğiyle.