Hürriyet

27 Aralık 2013 Cuma

Çocuğuzun Böbrekleri Sağlıklı mı?

Hastalık dönemi her yaş grubu için zorlu bir süreç. Konu çocuklar olduğunda bu zorluk daha da katlanıyor. Vücudun süzme görevini üstlenen böbreklerin küçük yaşlarda alarm vermesinin mümkün olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Nefrolojisi Uzmanı Doç. Dr. Neşe Karaaslan Bıyıklı çocuklarda hızla ilerleyen böbrek yetersizliğine dikkat edilmesi gerektiğini belirtti. Dr. Bıyıklı, aileleri azalan idrar miktarı konusunda tetikte olmaları konusunda uyardı. Vücut için gerekli olan sıvı ve maddeleri tutan ve atılması gereken zararlı maddeleri de atan böbrekler sağlıklı bir hayat için kilit önem taşıyor. Vücudun kan basıncını düzenlemekten, kan yapımı ve kemik yapısı ile ilgili hormonların düzgün bir şekilde çalışmasına kadar bir çok görevi olan böbreklerin düzgün çalışması için üç saatte bir tuvalete gidilmesi gerektiğini söyleyeyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Nefrolojisi Uzmanı Doç. Dr. Neşe Karaaslan Bıyıklı, özellikle çocuklar için bu sürenin iyi kontrol edilmesinin önemine değindi. Ailelerin oyun oynuyor diyerek ses çıkarmadığı zamanların olumsuz sonuçlar yaratabileceğini ifade eden Doç. Dr. Bıyıklı, görülen belirtilerle birlikte risk faktörlerini ve bunlardan korunma yolları konusunda bilgiler verdi. Bu belirtilere dikkat İdrar renginde görülen değişim. Özellikle idrarda kırmızı ya da kahverengi rengin görülmesi. Çocuğun büyüme hızında görülen düşüş. İdrar çıkma sayısındaki artış İdrar miktarının azalması Vücudun yüz, göz kapağı ve bacak bölgelerinde görülen şişlik Ateş, iştahta azalma, halsizlik belirtileri. Karın ağrısı ve tekrarlayan kusmalar Hangi çocuklar böbrek hastalıkları yönünden risk altındadır? Ailede görülen böbrek taşı, nefrit, idrar yolu hastalığı geçmişi Sık görülen idrar yolu iltihabı ve buna bağlı böbreklerde yara olması Düşük doğum ağırlığı, prematüre doğum İdrar yolları ve/veya böbreklerde genişleme olması Tek böbrek İdrar testinde protein görülmesi Ebeveyn ya da çocukta görülen hipertansiyon Çocukları böbrek hastalıklarından korumak için Bol su içmesini sağlayın. Tüketilen hazır gıdalardaki tuz oranlarına dikkat edin. Küçük yaşlardan itibaren genital bölge temizliğinin önemini aşılayın. Çocukların oyuna dalıp tuvaleti ertelemeleri sık görülen bir durumdur. Sıkışmadan 3 saat ara ile idrar yapmak gerekir. Bu döngüyü cezalandırma yoluna girmeden kırmak gerekir. Düzenli aralıklarla sağlam çocuk takipleri yapılmalı, riskli durumlarda çocuk nefrolojisi uzmanına başvurmalıdırlar. Şüpheniz varsa hekime danışın Böbrek hastalıklarına dair erken bulgularun idrar, kan ve kan basıncı değerlendirmeleri ile saptanması mümkündür. Hekiminizin değerlendirmeleri sonucunda üriner sistem ultrasonografisi ile bazı özel böbrek filmleri istenebilir.

26 Aralık 2013 Perşembe

Çalışan Annelerin Suçluluk Duyguları

Çalışan anneleri en çok zorlayan sahnelerden biri sabahları ‘işe gitme’ çocuktan ayrılma zamanının geldiği anlardır. Annelerin en sık dile getirdiği “anne işe gitme” diyerek çocuğun ağlaması, anneden ayrılmamak için çabalaması veya yuvanın önünde arabadan inmemek, okulun kapısında anneden ayrılmamak için diretilen dakikalardır. Anneler bu durumda ne yapacakları konusunda kafaları karışmakta ve kendilerini çaresiz hissetmektedir. Sabahları ‘ayrılık saatlerinde’ yaşanan sorunlar anneleri kaygılandırır “Acaba yanlış mı karar verdim?”, “Çalışmasam daha mı iyi olurdu?”, “İşi bıraksam mı?”, “Ben iyi bir anne miyim?” vs. gibi soruları defalarca kendilerine sorarlar. İçsel bir çatışma yaşarken de sorunların üstesinden gelmeye çalışırlar. Aslında “Ben yeteri kadar iyi bir anne miyim?”, “Çocuğumun ihtiyaçlarını gerektiği kadar karşılayabiliyor muyum?” ve çeşitli nedenlerle ilgili yaşanan ‘suçluluk duyguları’ sadece çalışan kadınların sıkıntısı değil, birçok annenin yaşadığı ve ifade ettiği genel bir sıkıntıdır. Peki Çalışan Anne Bu Sorunları Nasıl Aşabilir? - Çalışan anne çocukla ilgili ortaya çıkan sorunların hemen hepsini ‘çalışan anne’ olduğuna, yeterli ilgiyi ve sevgiyi çocuğuna gösteremediğine bağlar. Öncelikle anneler her sorunda faturayı kendilerine çıkarmaktan vazgeçmelidir. - Ayrıca çalışan anne olmaya karar vermesinin sorumluluğunu alarak, bu kararının arkasında durmalı ve çalışan bir anne olarak hayatını nasıl planlayacağını düşünmelidir. - Çalışan kadının en büyük sorunu evdeki ve işyerindeki sorumlulukların getirdiği yüklerden dolayı zamanla oluşan yorgunluk ve bıkkınlıktır. Bu nedenle çocukla ve evle ilgili sorumlulukları eşiyle paylaşmalıdır. Eşinden mutlaka destek istemelidir. Hatta bu destek grubunu olabildiğince genişletilmelidir. Acil durumlarda yardım istenebilecek ekstra destek grubu oluşturulmalıdır. Güvenilir yakın arkadaşlar, akrabalar vs. - Çocuğunuzu bakıcıya ya da okula bırakırken ağladığında, sizden güçlükle ayrıldığında; bu yaştaki bir çocuk için bunun normal bir davranış olduğunu kabulleniniz. Kendinizi suçlu hissetmeyiniz. Onu susturmak için ikna etmeye çalışmayınız, özellikle “anne çalışmak zorunda, para kazanmak zorunda” gibi. Bu yaşta bunları anlamadığı gibi kendi duygularının da anlaşılmadığını hisseder. Bu nedenle ayrılırken yanağına bir öpücük koyunuz ve şunları söyleyiniz: “anne işe gidiyor diye üzgünsün, anneyi özlüyorsun, ben de seni çok özlüyorum. İşten hemen sonra eve geleceğim” diyerek kısaca vedalaşınız. Ağlaması sürse dahi bu sahneyi çok uzatmayınız. O sizden kısa bir sonra sakinleşecektir. Çocuğunuzun siz giderken görmesine izin veriniz. Gizlice kaçmaya çalışmayınız. - Yapamadığınız işler konusunda kendinizi bağışlayınız. Huzur içinde işinize gidiniz. Her şeyi mükemmel yapmak zorunda olmadığınızı hatırlayınız. En Çok Yapılan Hatalar: - Yeteri kadar çocuğuna ilgi gösteremediğini düşünen anne, kendini suçlu hissederek vaktinin çoğunu çocuğuna ayırır. Aşırı ilgi gösterir. - Sınır koymakta güçlük yaşar, tolerans düzeyi yüksek davranışlar sergiler. - Çocuğun her istediğini almaya çalışır. - Suçluluk duygusuyla “HAYIR” demesi gereken yerlerde “EVET” der. Böylelikle aşırı ilgi ve ilgisizlik arasında gidip - gelindiğinde çocukta denge bozulabilir. Bu nedenle: - Planlama yapınız. - Önceliklerinizi belirleyiniz. - Dinleniniz. Kendinize zaman ayırınız. Dinlenmiş bir anne, dikkatini çocuğuna daha iyi yönlendirebilir. İki saat zoraki, yorgun bir şekilde çocukla vakit geçirmek yerine; bir saatini kendinize ayırmış, dinlenmiş ve keyifli bir saat çocukla oyun oynayarak, onunla konuşarak vakit geçirmek daha yararlıdır. - Yardım istemeyi öğreniniz. Eşinizden, arkadaşlarınızdan, ebeveynlerinizden belli aralıklarla destek almak kendinizi iyi hissetmenizi sağlar. “Evet” destekleniyorum, yalnız değilim duygusunu yaşarsınız. - Hafta da bir gün eşinizle dönüşümlü olarak işinizden 1 saat erken çıkabilirsiniz. Bu 1 saati işte başka bir gün telafi edebilirsiniz. Bunu başaramıyorsanız, birkaç haftanızı zaman eğitimine ayırarak çözebilirsiniz. Bu küçük durumlar çocuklar için çok önemlidir. - Eğer çocuğunuz okula gidiyor ve servisle geliyorsa bazı haftalar yuvadan siz alabilirsiniz. - Unutmayınız ki kariyerinizi devam ettirmek istemeniz ya da çalışmak zorunda olmanız çocuğunuzu daha az sevdiğinizi göstermez. - Çalışmayan bir anne olarak ta tam günlük bir ebeveynlik yapamayacağınızın farkında olunuz. Hem yaptığınız işten hem de anneliğinizden keyif alınız. Unutmayın ki çocukların asıl ihtiyacı mutlu ve doyumlu bir anneye sahip olmaları. Bunun çocuklara daha iyi geleceğini hatırlayınız. Danışanlarımla görüşmelerimizde fark ettiğim; çalışan annelerin bir kısmı işten arta kalan zamanının büyük bir bölümünü çocuklarına ayırıyorlar. Böylelikle dinlenmedikleri, sakinlemedikleri, kafaları düşüncelerle dolu olduğu için; çocuklarıyla gergin, sinirli ve kızgın, hatta yaşamlarının birçok noktasında onları engel görebiliyorlar. Bu suçluluk duygularıyla da baş etmek için, çocuk karşısında tutarsız davranışlar sergileyebiliyorlar. Oysa yaşamda denge kurmak gerekir. İşyerinde ‘çalışan rolü’, evde ‘eş rolü’ – ‘anne rolü’, sosyal grubunda ‘arkadaş rolü’ vs. Baktığınızda yaşamda pek çok rolümüz var. Bu roller arasında sıkışıp kalmak yerine, bu rollerimizle barış içinde olduğumuzda yaşamımızda sağlamamız gereken uyum ve dengeyi de yaratmış oluruz. Çocukların istekleri karşısında daha soğukkanlı olmak ve gereğinde “hayır” diyebilmek önemlidir. Çocuğa katı sınırlar koymak ne kadar zararlı ise, sınır koymamakta bir o kadar zararlıdır. Ebeveynlerin çocuklarıyla ilişkilerinde, korkularının ve endişelerinin yönetmemelerine özen göstermeleri daha yararlıdır.

Okul Öncesi Çocuklarda Beslenme

Okul öncesi çağı çocukları bu dönemde hayatlarının sonuna kadar devam edecek alışkanlıkları kazanırlar. Bu nedenle bu dönem önemli bir süreçtir. Bu gelişim döneminde çocuk ailenin özellikle anne babanın beslenme alışkanlıklarından etkilenir. Okul öncesi çocukların büyüme hızı bebeklere oranla daha düşük olmasına karşın aktiviteleri ve büyümenin diğer aşamaları için gereken yakıtı sağlamak için yeterli enerjiyi almaları gerekmektedir. Okul öncesi çocukların porsiyonları yetişkin porsiyonların 1/3 kadarıdır bu nedenle onlara tüketebileceklerinden fazla besin sunmak çocuğun besinden uzaklaşmasına neden olur. Doyduğunu söylediğinde veya yemekle oynamaya başladığı zaman yemekten kaldırılmalıdır. Bu yaş çocuklarında günden güne veya yemekten yemeğe iştah dalgalanmaları olması normaldir. Genellikle 3-4 öğün şeklinde beslenirler. Ara öğünler ana öğünlerin yerini almamalıdır, tamamlamalıdır. Anne baba çocuklarıyla birlikte yemeliler, sağlıklı beslenme ailece önemsenmelidir. Çocuk oturarak yemek yemeye özendirilmelidir. Çocuğu yemekle ödüllendirmek veya cezalandırmak da yemekle ilgili sağlıksız alışkanlıklar kazandırmaya neden olur. Besin seçme ve bazı besinleri reddetmelerine de izin verilmelidir. Besin seçimi yapabilmek çocuğun edinmesi gereken bir davranıştır. Bu yaş grubunda yaşlarına bağlı olarak birçoğu sağlıklı beslenmemin temellerini bilmektedir. Anne babalara düşen görev besinler konusunda temel bilgileri verip besinleri seçmede onlara yardımcı olmaktır. Açlığa yetişkinler kadar dayanamaz, yemekler düzenli olmadığında daha fazla abur cubur yeme eğiliminde olurlar. İştahsızlık ailelerin en çok yakındıkları şeydir. Çocuğun yaşına ve boyuna bakılarak normal gelişmesi değerlendirilmelidir. İştahsız çocuklarda sofra düzeni nasıl, yemek lezzeti nasıl, devamlı aynı yiyecekler mi veriliyor, öğün aralarında abur cubur tüketim var mı, sık meyve suyu içiyor mu, 500cc günlük süt içmek, fazla miktarda şekerli besin tüketimi var mı, yemek öncesi sıvı alımı araştırılmalıdır. Erken yaşlarda aşırı kilo alımının sonuçları uzun vadeli, fiziksel ve psikolojik boyutludur. Diyabet, kalp hastalıkları, HT bazı kanser türleri riski vardır. Çok sık abur cubur tüketen, düzensiz beslenen, hareketsiz yaşayan, çok televizyon seyreden bilgisayar başında zaman geçiren, yağlı beslenen çocuklarda şişmanlık riski artar. Güne iyi bir başlangıç için kahvaltı çok önemlidir. Güne zinde başlamak ve gün boyunca sürdürdüğümüz faaliyetlerimizde anlama, odaklanma, verimli çalışma üzerinde kahvaltının çok büyük etkisi vardır. Kahvaltı alışkanlığı olmayan çocuklarda en sık sorunlar dikkat azlığı, öğrenmede zorlanma, problem çözmede güçlük, fiziksel güç azlığına bağlı kas koordinasyonunda azalmadır. Çocukların örnek aldıkları bireyler anne ve babalardır. Çocuğuna sağlıklı beslenme alışkanlığını kazandırmak için ebeveyn evde kahvaltı etmelidir. Tüm aile bireylerinin bulunacağı bir kahvaltı sofrası hazırlamak kahvaltı alışkanlığı kazandırmak için ilk adımdır. Kahvaltıda sevmediği yiyeceklerin değişik şekilde sunumu (yumurta-omlet, peynir-tost, süt, yumurta-krep) sağlanmalıdır. Süt içmeye direnç gösteren çocuklarda süt yerine diğer süt ürünleri tercih edilmelidir. (2 kibrit kutusu peynir=1 su bardağı süt=1 su bardağı yoğurt) Eğer çocuk karnını sadece sütle doyurmayı tercih ediyorsa, bu durumda diğer besin gruplarının eksikliğine bağlı sağlık sorunları oluşabilir. Özellikle çok süt içen çocuklarda en sık görünen sorun Fe eksikliği anemisidir. Sütün tüketildiği zaman ve biyo yararlılığı arasında bir bağ yoktur. Fakat öğün öncesinde tüketilirse iştahsızlık yapar. Gece içiliyorsa diş çürüklerine sebep olabilir. Eğer gece süt içiliyorsa mutlaka ağız çalkalanmalıdır. Fast food tüketimi de bu yaşlarda artar buna dikkat edilmelidir. Cola, gazoz gibi içecekler, ketçap, mayonez hem katkı maddeleri çok olan hem de besin değeri hiç içermeyen kalori değeri yüksek yiyeceklerdir. Karbonhidrattan zengin, rafine gıdaların yenmesi normal bağırsak florasını bozarak probiotik etkilerinin ortadan kalkmasına neden olurlar. Ayrıca vücudumuzdaki omega 6, omega 3 normal oranının omega 6 lehine bozulmasına neden olurlar. Bu oran normalde 1/1 iken, bu tarz bir beslenme ile 50/1 olmaktadır. Bu da omega 3 yağ asitlerinin koroner kalp hastalıklarına, hipertansiyon, tipz, romatizma, ra ve çeşitli kanserleri engelleyici etkisinin ortadan kalkmasına neden olur. Özellikle son 50-100 yıl içinde doğal olmayan, işlenmiş ve katkı konulmuş gıdalar, margarin gibi kimyasal yolla katılaştırılmış, ayçiçeği, mısır özü gibi sıcak preslenmiş sıvı yağlar aşırı şekilde kullanılmaya başlamış buna karşılık taze sebze, meyve ve tencere yemeklerinin tüketiminde belirgin azalma olmuştur. Vücudumuza uyumsuz, beslenme sonucu omega 6 / omega 3 oranının bozulması nedeniyle şişmanlık, diyabet, karoner kalp hastalığı, hipertansiyon, ülser, astım, romatizma, kanser, son yıllarda müthiş artış göstermiştir. Günümüzde Akdeniz tipi beslenme en sağlıklı beslenme biçimi olarak kabul edilmektedir. Akdeniz tipi beslenme içeriği günde yağ 1–3 yemek kaşığı, şeker 1–2 yemek kaşığı, süt-yoğurt-peynir 2–3 porsiyon, et-tavuk-yumurta 1–2 porsiyon, sebze 1–3 porsiyon, meyve 1–2 porsiyon, tahıllar 4–6 porsiyon şeklindedir. Sağlıklı büyüme için su, protein, yağ, karbonhidrat, makromineraller, mikromineraller, vitaminler flavonoidler gibi bütün gıda unsurları optimal olarak diyette bulunmalıdır. Temiz hava ve spor ise beslenmenin tamamlayıcı unsurlarıdır.

23 Aralık 2013 Pazartesi

Çocuklarda Öğrenme Güçlüğü

Çocuklarda Öğrenme Güçlüğü Herhangi bir organik nedene bağlı olmaksızın okul becerilerinde sorun olmasına öğrenme güçlüğü denir. Bu durum zeka geriliğinin, duygusal kusurun ya da kültürel faktörlerin bir sonucu değildir. Çocuğun aritmetik beceri, okuma, yazma gibi akademik becerilerinden birinin, zekasına göre beklenen düzeyin belirgin derecede altında olması durumu olarak da ifade edilebilir. Yapılan araştırmalar, 30 kişilik bir sınıfta 2 - 4 çocukta öğrenme güçlüğü olduğunu göstermiştir. Öğrenme bozuklukları 3 grupta incelenir: ● Okuma bozukluğu ● Yazma bozukluğu ● Aritmetik beceri bozukluğu Okul becerilerinde bozukluk; aritmetik işlem, okuma ya da yazmadan birinde olabileceği gibi bir çocukta bunlardan ikisi ya da üçü bir arada bulunabilir. Okuma bozukluğuna disleksi denir. Okuma sırasında; kelimelerin ya da harflerin ayrımında, sıralanmasında yetersizlik ya da ses ve görüntünün birleştirilmesinde zorluk vardır. Benzer sesleri karıştırır. Yazma bozukluğunda; harf, heceleme, noktalama, sayfa düzenleme ve gramer hataları söz konusudur. Matematik beceri bozukluğunda; matematik terim, sembol, işaret ve kavramları algılamada zorluk, doğru kopyalama ve deftere geçmeyi engelleyen dikkat problemi ya da problem çözmede yetersizlik vardır. Belirtiler: Bu belirtilerin hepsi aynı çocukta görülmeyebilir. 1. Görsel Algı Sorunu: ● Okurken odaklanmada, bir satırdan diğerine geçmede zorlanır. ● Görsel ayrımlaştırma yetenekleri zayıftır. Harfleri, sayıları ve sözcükleri ters yazar, döndürür veya yerini değiştirir. (b yerine p, fil yerine lif, 7 yerine 2, bayrak yerine baryak) yazabilir.) ● Okurken harf atlama, satır atlama görülür. ● Uzaklık, derinlik algılamada zorlanır. 2. İşitsel Algı Sorunu: ● İşitsel ayrımlaştırmada güçlük yaşarlar. Bazı harfleri karıştırırlar. (f-v, b-m gibi) ● Yönergeleri unutabilir, dinlemiyor görünebilirler. 3. Dokunsal Algı Sorunu: Çocuk eğer dokunarak bir nesneyi tanımlayamıyorsa, nesnelerin şeklini, sayını ayırt edemiyorsa bu sorunu yaşıyordur. Bu sorunlar; okuma, yazma, tahtadan yazı geçirme, yön bulma, mesafe algılama, hızlı bir konuşmayı izleme ve bütünüyle algılama gibi alanlarda zorlanmaya neden olduğu için başarı düşer. 4. Dil Problemleri: ● Dil gelişimi bir kısmında gecikmiştir. ● Dilin gramer yapısına uygun olarak kelimeleri sıralayıp cümle oluşturmada güçlük yaşarlar. ● Kendini ifade etmede zorlanır. 5. Organizasyon Sorunları: ● Dağınıktırlar. ● Zamanı iyi kullanamazlar. ● Yaşamını ve çevresini düzenlemekte güçlük yaşar. Bu nedenle ödevlerini organize edemez. ● Verilen yönergeleri birbirine karıştırır. 6. Oryantasyon Sorunları: ● Sağ-sol ayırt edemezler. ● Mesafe ve ölçümlerde zorluk yaşarlar. ● Yön saptayamamasına bağlı top yakalama, ip atlama gibi alanlarda sorunlar yaşanır. 7. Çalışma Alışkanlıkları: ● Yavaş ve verimsiz çalışırlar. ● Sebat göstermekte zorlanırlar. 8. Sosyal ve Duygusal Davranış Sorunları: Birçok alanda yaşadığı zorluklar sonucunda bu çocukların sorunları okulla sınırlı kalmaz. Tüm sosyal yaşamlarını da etkiler. ● Sözsüz mesajları, duyguları anlama ve ayırt etmede güçlük yaşarlar. ● Sınırları bilme ve kendini kontrol etmede zorlanır. ● İçgüdüsel davranışları vardır. Genellikle sonucun ne olacağını düşünmeden ani tepkilerde bulunurlar. ● Kendini değersiz, güvensiz ve kötü hisseder. ● İçe kapanma, bezginlik, alınganlık gösterebilirler. ● Yeterince zeki olmadıklarını düşünebilirler. ● Arkadaşlarıyla geçinemezler. ● İlgi ve motivasyon eksikliği yaşarlar. 9. Akademik beceri Bozuklukları: • Okumayı sökememe, • Yazı bozuklukları, ters yazma, • Matematikte güçlükler, çarpım tablosunu öğrenememe, sembolleri karıştırma, • İmla ve noktalama hataları görülür. 10. Zeka Düzeyi: Normal ya da normalin üzerindedir. Öğrenme bozukluğu olan çocuklar bu özelliklerin tümünü taşımayabilir. Her biri farklı alanlarda ve yoğunlukta bu belirtileri gösterirler. Tıbbi ve psikolojik değerlendirmeler ve çeşitli testler uygulanarak tanı konur. Erken tanınması önemlidir. Öğrenme güçlüğü olan çocukların tedavisinde uzman-aile ve okul işbirliği çok önemlidir. Bu üçlü arasında kurulan işbirliğinin her zaman tedavi sürecini olumlu yönde etkilediği görülür. Çocuklar yaşadıkları sorunun farklı öğrenmeden kaynaklandığını anladıklarında ve özel çalışmalarla ilerleme kaydettiklerinde düşün benlik saygıları zaman içerisinde yükselir.

20 Aralık 2013 Cuma

Neden Esmer Ekmek?

Esmer ekmek neden daha faydalı? Çocuklarınızın tam tahıllar ile beslendiğine emin olun. Beyaz pirinç ve ekmek gibi rafine tahıllar karın doyuruyor ama çocukları beslemiyor. Lif açısından zengin dış kabuk (kepek) : Lifler, B vitamini, mineraller, protein ve doğal olarak oluşan sağlığa yararlı bitkisel maddeler içerir. Ortadaki nişastalı ısım (endosperm) : Orta tabaka - en büyük kısım - bitkinin ana enerji deposudur. Karbonhidratlar, proteinler, az miktarda B vitamini içerir. Oldukça zengin iç kısım (tohum/ruşeym) : Tahılın en küçük parçası olmasına rağmen tohumda birçok yararlı madde bulunur: Önemli yağlar, mineraller, B vitaminleri, E vitamini gibi. Ruşem tahılın çok küçük bir kısmını oluşturur, 1 ton tahıldan 1 kilogram kadar ruşeym çıkar. Tam tahıllar tahılın bu üç faydalı kısmını da içerir. Tam tahıllarla beslenen çocuklar boş kalori almazlar; Çocuğa enerji veren, karnını doyuran ama zihinsel ve fiziksel gelişimini destekleyecek vitamin ve minarelleri içermeyen yiyeceklere boş kalori denir. Tam tahıllar çok zengin beslenme kaynaklarıdır. Çocuğunuz gelişimi için gerekli bir çok besin öğesini içerirler. Üstelik lif açısından zengindirler, sindirim sistemini olumlu etkilerler. Kabızlığa yol açmazlar. Glisemik indeksleri düşüktür; kan şekerinde ani yükselme ve düşüşlere neden olmazlar. Şeker hastalığı ve günümüzde çok yaygın olan insülin direnci gibi rahatsızlıkların önüne geçerler.Çocuklarınızın tam tahıllar ile beslendiğine emin olun. Beyaz pirinç ve ekmek gibi rafine tahıllar karın doyuruyor ama çocukları beslemiyor.

16 Aralık 2013 Pazartesi

Astım Kimlerde Görülür?

Astım için risk faktörleri şunlardır: 1- Alerjik (Atopik) Yapı: Atopi, astım gelişiminde en yüksek risk faktörüdür. Alerjik yapısı olan, kan IgE düzeyi yüksek bulunan kişilerde astım gelişimi daha kolaydır. Beraberinde egzama, alerjik nezle olanlarda, bebeklik döneminde aşırı konak bulunanlarda astım riski daha yüksektir. 2- Genetik Yatkınlık: Anne veya babada astım varsa çocukta da astım çıkma olasılığı %40 civarındadır. Eğer hem anne hem babada astım varsa çocukta %70–80 olasılıkla astım çıkacaktır. Bir anne babada astım olmaması çocuklarında olmayacağı anlamına gelmez. 3- Hatalı Beslenme: Ek gıdalara zamanından önce başlama (mesela 3 aylıkken meyve suyu başlanması durumunda gıda alerjileri ve astım ortaya çıkma olasılığı artmaktadır), abur cubur, rafine şekerlerin çok tüketilmesi (baklava, çikolata vs), hormonlu gıdalar vs vs vs (Bkz Prof Ahmet Aydın’ın “Astımda Beslenme” konulu sunumu) 4- Sigara: Gebelikte ve doğum sonrasında sigara içilmesi astım yönünden risk taşır. Çocuğun odasında sigara içilmemesi riski azaltmaz. Sigaradaki kimyasallar anne sütüne olduğu gibi geçer ve akciğerde olumsuz etki yapabilir. Ayrıca sigara içilen yerlerde koltuk örtüleri, perde, halı ve kıyafetlere sigaradaki kimyasallar siner. Oturulup kalkıldıkça tekrar tekrar havaya karışır ve neredeyse sigara dumanının kendisi kadar zararlı olur. 5- Cinsiyet: Çocukluk çağında astım erkeklerde ergenlik sonrasında ise kızlarda daha fazla görülür. 6- Çevresel Etkenler: Çevresel etkenler de hastalığın ortaya çıkması ve ağırlığında rol oynar. Belki de ülkemizdeki astımlı çocukların hastalık şiddeti batılı ülkelerdeki kadar ağır olmamasını çevresel etkenler ve kimyasallarla bulaşmanın batıdan daha az olması ile açıklayabiliriz. 7- Sezaryenle Doğum: İstatistiksel olarak sezaryenle doğanlarda astımın daha sık görüldüğü ispatlanmıştır.

13 Aralık 2013 Cuma

Pozitif Cümleler Kurun

Anne ve babaların pozitif cümleler kurması gerektiğini belirten The Journey ile Bilinçaltı Yolculuk Uzmanı Selda Soytürk Akyılmaz, çocuklarda sorumluluk bilincini geliştirmek için yapılması gerekenleri anlattı. Ebeveynlerin öncelikle hayatın geneliyle ilgili pozitif cümleler kullanmayı alışkanlık haline getirmeleri gerekiyor. Çocuğuna yüzme öğretmeye çalışan bir babanın “korkma atla” cümlesi yerine “tüm cesaretini toplayıp deneyebilirsin” demesi daha uygun olur. “Koşma, çarparsın” cümlesi bile olumsuz bir cümledir ve bilinçaltı bunu otomatik olarak koş ve çarp şeklinde algılar. Bu sefer de çocuk çarptığı için ben sana demedim mi deriz. Bir çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu duygulardan birisi güvendir. Güven içinde olduğunu bilen çocukta korku duygusu hareket edemez. Dolayısıyla çocuğa her zaman sevildiği ve ne olursa olsun onun yanında olunduğu hissettirilmelidir. Konsatre eksikliklerinde eğer ciddi bir tıbbı sorun yoksa mutlaka çocuğu bu şekilde davranmaya iten bir bilinçaltı kaydı var demektir. Yani bilinçaltında ne var da çocuk konsantre olmakta zorlanıyor sorusuna bakmak lazım. Ona bağırmak yerine anlamaya çalışmak en doğru davranış olur. Bazı durumlarda çocuk nasıl olsa yaptığım bir şeye yaramayacak kaygısıyla bile konsantrasyon sıkıntısı yaşıyor olabilir. Çocukları her ne olursa olsun eleştirmek yerine mutlaka cesaretlendirici cümlelerle yönlendirmek gerekir. Birçok anne baba evinin bir odasına kamera koysa ve tam günlük bir kayıttan sonra bu videoyu seyretse çocuklarına ne kadar çok “sen dur, beceremezsin” cümlesini kurduklarına kendileri bile inanamazlar. Bırakın, sorumluluk alsınlar! Bir diğer konuda maalesef anne babalar devamlı çocukları adına bir şeyler yapma psikolojisindeler. Dolayısıyla çocuklar sorumluluk alma bilincinden uzak yetişiyorlar. Nasıl olsa onlar adına devamlı bir şey yapan anne babaları var, neden uğraşsınlar ki! Anne çocuk yemeği dökmesin diye devamlı kendi yedirmeye çalışıyor, makasla yanlış keser diye oyun kağıtlarını kendi şekillendiriyor, vakit kaybetmemek için kıyafetlerini hızlı bir şekilde kendi giydiriyor ve bütün bunlara ilaveten bir de öğretmen çocuğuna kızmasın diye çocuğunun ödevlerini de yapmaya başlıyor. Bu çocuk ileride bir erişkin olduğunda “kaç yaşına geldin hala bir baltaya sap olamadın” diye azarlanıyor. Ebeveynlerin doğru bildiği yanlış davranışlar bilinçaltına nasıl etkiler? Bütün bu yanlış davranışlar öncelikle çocuğun öz güvenini zedeler. Öz güven sıkıntısı yaşayan çocuğun hareket alanını kısıtlıdır. Korku ve kaygılar başlar, iş hayatında ve özel hayatında başarısızlıklar yaşar, maddi problemler yaşam kalitesini düşürür. Ve en kötüsü de sonuçta artık kendini sevmeyen ve kendisine saygı duymayan mutsuz bir birey olur.

12 Aralık 2013 Perşembe

Kendi Kendine Giyinmeyi Öğretin

Çocuklar belli bir yaşa geldiklerinde bazı becerileri kazanmaya başlarlar. Kendi kendilerine giyinmeyi öğrenmek de bu becerilerden biridir. Eğer doğru zaman ve yöntemler seçilirse, öğrenme daha kolay olacaktır. Unutmayın ki çocuklara kendi kendine giyinmeyi öğretirken sabırlı olmak gerekiyor. Çocuğunuza kendi kendine giyinmeyi öğretmenin pratik yolları 1-Öğrenmeye hazır olduğu zamanı iyi seçin Çocuğunuzu eğitmeye başlamadan önce seçilecek zaman çok önemlidir. Bu uygulamaya erken başlamak, istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle çocuğunuzun hazır olduğuna ilişkin işaretleri kollayın. Öğrenmek için en uygun zaman 18-24 ay arasıdır. Öncelikle onun neleri yapamadığını gözleyin. Çocuklar için giysileri çıkarmak onları giymekten daha kolaydır. Çocuğunuzun çoraplarını çekiştirmesi, tokalarıyla oynaması ya da yeleğini çıkarmaya çalışması onun üzerini değiştirmeye ve bu alışkanlığı kazanmaya hazır olduğunu gösteren işaretler olarak kabul edilebilir. 2-Doğru giysileri seçin Çocuğunuzun giysilerini seçerken onun kolayca giyip çıkarabileceği pratik olan giysileri tercih etmelisiniz. Aldığınız ürünler eğer dayanıklı ve yumuşak olursa çocuğunuzun kavraması ve kullanması daha kolay olacaktır. Çocuğunuzun üzerine tıpa tıp uyan bir elbise bulmak zor olabilir, fakat fazla geniş ya da onun taşımakta zorluk çekeceği kadar ağır giysiler de tercih etmemelisiniz. Çok beğendiğiniz bir giysiyi almaya karar verdiğinizde, onun kullanışlı olup olmadığını da kontrol etmeniz gerekiyor. 3- Beceri kazanmasını sağlayın Ellerini ve gözlerini kullanmayı öğrenen çocuk, giyinmenin anahtarını bulmuş demektir. Çocuğunuzun yemek yemeyi öğrenmesi, resim yapmaya çalışması gibi kendi kendine giyinmeyi öğrenmesi de gün be gün gelişecektir. Çocuğunuza bu alışkanlığı kazandırırken onun oyuncaklarından da yararlanabilirsiniz. Oyuncaklarını giydirmeye çalışan bir çocuk böylece zamanla kendinde de aynı şeyleri deneyecektir. Özellikle kız çocukları bebeklerini giydirmeyi çok severler. 4-Fikrini söylemesine izin verin Çocuğunuza kendi giysilerini seçme hakkı tanımak zor olabilir; çünkü çocuklar bazen hayal kahramanlarına özenerek onlar gibi giyinmek isteyebilirler. Ayrıca henüz mevsimleri de tam olarak bilmediklerinden yazlık-kışlık ayrımı yapamazlar. Birçok çocuğun kendi giysilerine karar verme yönünde güçlü duyguları vardır. Eğer onları birebir kendi seçimleriyle başbaşa bırakmakta zorlanıyorsanız ve yanlış kararlar aldığını görüyorsanız telaşlanmayın. Onun seçim şansını sınırlayabilirsiniz. Örneğin iki farklı renkte kazak ile giderek hangisini giymek istediğini sorabilirsiniz. Böylece çocuğunuz kendi giysilerine kendisi karar verdiğini düşünerek daha büyük bir istekle giymeye çalışacaktır. 5- Çocuğunuzu teşvik edin Çocuğunuzun kendi kendine giyinmeyi öğrenmeye başladığı ilk zamanlar oldukça zor olabilir. Sizin bu durumda bir denge kurmanız gerekecektir. Hem ona yardım etmeli hem de onu alıştırmak için zaman zaman giyinirken yalnız bırakmalısınız. Örneğin hırkasını giydirirken bir kolunu siz geçirin diğerini ise onun geçirmesini isteyin. Ya da çoraplarını siz giydirin, yukarıya çekmesini ondan isteyin. O bu işleri yaparken sakın elinden almayın. Yavaş da yapsa onun yapmasına izin verin. Eğer çocuğunuz başarılı olduğunu ve yapabildiğini görürse teşvik edilmiş olacak ve bir daha yapmak isteyecektir. 6-Kolaylıklar sağlayın Bazı giysiler çocuğunuz için karışık olabilir. Çocuğunuz bir giysinin önünü arkasını, ya da başını sonunu anlamakta önceleri zorluk çekebilir. Onun için işleri biraz kolaylaştırmanız gerekecektir. Hırkasını ya da montunu sandalyenin arka tarafına geçirin. Çocuğunuz sandalyeye oturup kollarını elbisesinin koluna geçirebilir. Pantolonlarını giydirin ve yukarıya çekmesine izin verin. Ona etiketlerin iç tarafta bulunması gerektiğini hatırlatın. Ayrıca giysilerini belli bir sıra içinde yatağının üzerine sererek onu hangi giysileri bir arada giymesi gerektiği konusunda eğitin. 7-Stresli olduğunuz zamanları seçmeyin Çocuğunuzun giyinmeyi öğrenmeye başladığı ilk zamanlar oldukça yavaş ve sıkıcı geçebilir. Bu durumda sizin de çok sabırlı olmanız gerekir. Bu nedenle giyinme zamanlarını iyi ayarlayın. Özellikle sabahları diğer çocuklarınızı okula hazırlıyorsanız bu sizin için uygun bir zaman olmayabilir. Bu nedenle gün içerisinde çocuğunuzla rahatlıkla meşgul olabileceğiniz bir zamanı seçin. Eğer stresli olduğunuz bir zamanı seçerseniz siz ve çocuğunuz için sıkıcı anlar olabilir. 8-Fazla üzerine gitmeyin Giyinmeyi öğretirken onu zorlamayın. Ya da yapabileceğinden fazlasını yüklemeyin. Yanlışlar yaptığında ise onu düzeltmesi için zorlamayın. Her başarılı olduğunda onu överek güzel sözler söyleyin. Çocuğunuz bir konuda başarılı olduğunda diğerlerini öğretmeye başlayın. Bu konuda fazla aceleci davranmayın. 9-Gelecek için hazırlayın Giysilerini katlamayı ve düzenlemeyi öğretmek başlangıçta bir rüya gibi görünebilir. Fakat en azından çocuğunuza giysilerini düzgün bir şekilde koymayı öğretebilirsiniz. Yıkamak için çamaşırlarını ayırdığınızda ya da dolabını düzelttiğinizde çocuğunuzun size yardım etmesine izin verin. Böylece giysilerini koyduğu yerde bulmayı da öğrenecektir. Bu uyguluma onun okul hayatına hazırlanmasında da önemlidir. Onun hazır olduğunu hissettiğinizde, ayakkabılarını değiştirmeyi giysilerini asmayı öğretmeye başlamalısınız. 10-Teşvik edin ve övün Çocuğunuzu bu işi yapmaya itmek yerine teşvik edin ve ona rehber olun. Örneğin jile tarzı bir elbiseyi kızlarınıza daha kolay giydirebilir ve giymeyi öğretebilirsiniz. Başarılı olduğunda ise ona güzel sözler söylemeyi unutmayın. Bütün çocukların, zamanı geldiğinde kendi kendisine giyinmeyi öğreneceklerini de unutmayın. Ne zaman öğrenecek? Eğer çocuğunuz aşağıda yazılı olan yaşta sıralanan özellikleri yapamıyorsa telaşlanmayın. Her çocuğun farklı bir şekilde gelişim gösterdiğini aklınızdan çıkarmayın. 1-2 yaş: Bu yaşlar çocuğun ilk atılımda bulunduğu yaşlardır. Tokasını saçından çıkarmaya çalışır, giysilerini çekiştirir. 2-3 yaş: Düğmelerini açabilir, T-shirt''ünü giymeye çalışır. 3 yaş: Bütün giysilerini giyebilir, fakat bu uzun zaman alır 4 yaş: Giysilerini tamamen giyebilmeli ve düzgün bir şekilde koyabilmelidir 5 yaş: Ayakkabılarını bağlamayı öğrenir.

11 Aralık 2013 Çarşamba

Çocuklarda Depresyon

Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da erken yaşlardan itibaren görülebilen duygudurum bozuklukları bulunur. Bunlardan en yaygın ve en önemlisi olan depresyon, çocuğun yaşadığı üzüntü ve sıkkınlıktan farklılık göstermekte ve çocuğun psikolojik ve duygusal sağlığını etkilemektedir. Çocuklarda depresyon konusuna ilişkin merak edilenler ise şöyledir: Çocuklar depresyon geçirebilir mi? Evet. Çocuklarda depresyon günlük hayatta görülebilen hüzünlü ruh halinden farklılık gösterir. Bununla birlikte, çocuk mutsuz görünüyorsa bu ciddi anlamda depresyon geçiriyor manasına da gelmez. Eğer mutsuzluk hali süreklilik gösteriyorsa, eğer çocuğun içinde bulunduğu ruh hali günlük hayattaki işlevselliğini etkiliyorsa, bu durumlar çocukta depresyon olma ihtimalini kuvvetlendirir. Unutulmamalıdır ki depresyon tedavi edilebilen ciddi bir psikolojik rahatsızlıktır. Çocuğun depresyonda olup olmadığı nasıl anlaşılır? Çocuklarda depresyonun belirtileri çeşitlilik gösterir. Çoğunlukla çocuğun gelişimsel süreçleriyle ilişkilendirilen duygusal bir dalgalanma olduğu düşünülerek çocuklarda depresyon tedavi edilmez ve teşhis konulmaz. Bu konuyla ilgili yapılan ilk çalışmalar “maskelenmiş” depresyon olgusuna odaklanmıştır. Maskelenmiş depresyon çocuğun depresif duygudurumunu kızgınlık ve öfke nöbetleri şeklinde dışa vurması olarak açıklanabilir. Bu belirti okul öncesi dönem çocuklarında görülmektedir. Daha büyük yaş grubunda görülen depresyon, yetişkinlerde görülen belirtilerle benzerlik göstermektedir. Depresyonun birincil belirtileri mutsuzluk, umutsuzluk hissi ve duygudurumda değişimler eksenlerinde dönmektedir. Çocuklarda depresyonun belirtileri şu şekilde sıralanabilir: - Kızgınlık ve huysuzluk - Devamlı görülen mutsuzluk ve umutsuzluk hissi - Sosyal hayattan geri çekilme - Reddedilme veya onaylanmamaya yönelik aşırı hassasiyet - İştahta artış veya azalma - Uyku düzenindeki değişimler – aşırı uyku ya da uykusuzluk - Bağırma ve ağlama nöbetleri - Konsantrasyon güçlüğü - Düşük enerji ve halsizlik - Tıbbi müdahaleye yanıt vermeyen fiziksel şikayetler (örneğin mide veya baş ağrısı) - Değersizlik veya suçluluk hissi - Düşünme ve odaklanma süreçlerindeki aksamalar - Ölüm ya da intihar düşüncesi Tüm çocuklarda bu belirtilerin tümü görülmeyebilir. Aslen, bu belirtiler farklı zamanlarda farklı ortamlarda kendini farklı şekillerde gösterebilir. Çocuklarda depresyon nasıl teşhis edilir? Eğer yukarıda belirtilen semptomlar en az iki hafta süreklilik gösteriyorsa bir uzmandan konuyla ilgili olarak yardım alınabilir. Öğretmenlerinden veya arkadaş çevresinden edinilen bilgiler de teşhis açısından faydalı ipuçlarıdır. Ayrıca teşhis aşamasında birincil olarak çocuğun bakımını üstlenen birey de görüşmeye alınarak bilgi toplanır. Bunun dışında depresyonu teşhis etme amaçlı spesifik bir medikal ve psikolojik test bulunmamaktadır. Fakat çocuk ve ebeveynler için geliştirilen anketler teşhise yardımcı olabilecek ölçüm araçlarıdır. Hangi durumlarda çocuklar depresyona girer? Bipolar bozukluk (Manik-depresif bozukluk) çocuklardan çok ergenlerde yaygın olarak görülen bir duygudurum bozukluğudur. Çocuklarda görülen bipolar bozukluk vakaları ergenlerde görülen vakalara göre daha ciddi boyuttadır. Ayrıca, bipolar bozukluk Dikkat eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB) ile beraber görülebilir. Çocuklarda depresyona neden olan faktörler nelerdir? Çocuklarda depresyon, yetişkinlerde olduğu gibi, fiziksel, çevresel, genetik yatkınlık, biyokimyasal rahatsızlıkların birleşimi şeklinde kendini gösterebilir. Tedavi seçenekleri nelerdir? Çocuk depresyonu için tedavi seçenekleri yetişkin tedavi sürecindekilerle benzerlik gösterir. Psikoterapi ve ilaç tedavisi çoğunlukla kullanılır. Yetişkinlerden farklı olarak çocuğun çevresi ve aile üyelerin önemi de tedavi sürecinde etkilidir. Çocuk doktoru öncelikli olarak psikoterapi önerebilir, ilaç tedavisi de depresyonun ciddiyetine bağlı olarak ek tedavi olarak kullanılabilir. Yapılan araştırmalar psikoterapi ve ilaç tedavisinin bir arada kullanılmasının depresyon tedavisindeki en etkili yöntem olduğunu öne sürmektedir. Kaynak:Danone

10 Aralık 2013 Salı

Faydalı Bilgiler

Her gün yetişkin bireylerin 2 porsiyon, çocukların, adölesan dönemi gençlerin, gebe ve emzikli kadınlarla menopoz sonrasııkadınların 3-4 porsiyon süt ve yerine geçen besinleri tüketmeleri gerekir. Bir orta boy su bardağı (200 cc) süt veya yoğurt ile iki kibrit kutusu büyüklüğünde peynir bir porsiyondur. Çiğ süt ve pastörize edilmemiş sütlerden yapılan peynir ve benzeri besinler insanlarda Brusella hastalığına neden olur. Bu nedenle sokakta satılan kaynağı bilinmeyen sütleri tüketmeyin. Pastörize edilmiş veya UHT (uzun ömürlü süt) sütleri tercih edin. Kaynağını bilmediğiniz ve tanımadığını kişilerin sattığı sokak sütlerini satın almayınız. Sütün az kaynatılması sütte bulunan mikropların tamamen öldürmez. Sütün çok kaynatılması ise vitamin kaybına neden olur. Sütü kaynama noktasına geldikten sonra en az 5 dakika kaynatmak hijyenik yönden yararlı olabilir. Yoğurdun suyunun süzülmesi veya bekletme esnasında oluşan suyunun atılması vitamin B2 (riboflavin) kaybına neden olur. Riboşavin vücutta önemli işlevleri olan bir vitamindir.Bu nedenle yoğurdun yeşilimsi suyu atılmamalı değerlendirilmelidir. Ekmek mayalandırma, bisküvi ve pasta ile çorba yapımında kullanılmalıdır. Sütlü tatlı pişirildikten sonra ocaktan alınırken şekeri eklenmelidir. Pişirilme sırasında eklenen şeker ile sütün proteini birleşince protein kaybı oluşur. Tarhana yoğurt, un veya yarmadan yapılan geleneksel bir besinimizdir. Beslenmemizde önemli yeri vardır. Ancak kurutulma işlemi hava akımı olan ve gölge bir yerde, üstü bezle kapalı olarak yapılmalı, güneş altında kurutulmamalıdır. Aksi halde önemli vitamin kayıpları oluşur. İshal tedavisinde yoğurt yenmesi ve tuzlu ayran içilmesi yaşam kurtarır. KAYNAK: Türkiye’ye Özgi Beslenme Rehberi ,Ankara 2004.TC Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü

9 Aralık 2013 Pazartesi

1-2 Yaş Çocuklarda Düzensiz Uyku

Yeni yürümeye başlayan çocuklar çevrelerinin giderek daha fazla farkına varır, bu yüzden yatmadan önce dikkatini dağıtacak şeyler uykularını kaçırabilir. Hayal güçleri geliştikçe, çocukların uyku düzenleri bozulmaya başlar. Şimdi daha kolay uyumaları için, sabit ve basit bir uyku rutinine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyarlar. Yeni yürümeye başlayan çocuklar ve uyku Çocuğunuzun ne kadar uykuya ihtiyacı olduğunu en iyi siz bilebilirsiniz. Çoğu 1 ve 2 yaş arasındaki çocuk 10-13 saat kadar uykuya ihtiyaç duyar. Gece uykusu ve gündüzden itibaren gece uykusuna kadar olan kestirmelerinin sürelerini ayarlamak tamamen size kalmış. Bazı anne babalar çocuklarının gün boyunca uyku ihtiyacı olduğunu ve uyumaları gerektiğini düşünür. Bazı anne babalar da, çocukların gündüz kestirmesinin iyi bir gece uykusu almasını engellediğini ve çocuğun uyumak veya kestirmek yerine, dinlendirici aktivitelerle uğraşmasının daha iyi olacağını düşünür. Siz bu iki durumu kombine ederek çocuğunuza uygulayabilir veya bazı günler uyku düzenini, şekerleme yaptırmadan da oluşturabilirsiniz. Doğru kombinasyonu ayarlamak birkaç haftanızı alabilir. Şekerleme ve uyku düzeninde çocuğunuzun iyi dinlenmiş olmasını sağlamanız yeterlidir. Çocuğunuzun mutlu, neşeli, huysuz ya da yönetmesi zor olması, uyku düzenin ayarlamanızda farklılıklar yaratır. Tüm planlarınızı çocuğunuzun karakter ve ihtiyaçlarına göre ayarlamaya çalışın. Yeni yürümeye başlayan çocuğumu nerede ve nasıl uyutmalıyım? 1-2 yaş aralığındaki çocuğunuz büyük olasılıkla yatağında güven içinde uyuyabilecektir. Yatağına çok büyük, yumuşak oyuncak ve içi doldurulmuş hayvanlar koymamaya özen gösterin. Aynı şekilde boynuna dolanabilecek kısımları olan eşyaları çocuğunuzun yattığı yerden uzak tutun. Ayrıca, çocuğunuzun ayağa kalktığında ulaşabileceği perde, resim çerçevesi gibi ev eşyalarını ulaşamayacağı şekilde yerleştirin. Meraklı olan ve yeni yürümeye başlayan çocuklar, yatak parmaklığını tırmanmak için uğraşırlar. Yatakta bulunan büyük oyuncakları da basamak olarak kullanmaya çalışırlar. Bu tür oyuncakları yatağında bırakmayarak çocuğunuzun tırmanmasını engellemiş olursunuz. Uyku sorunları Yeni yürümeye başlayan çocuğunuz da çeşitli nedenlerden dolayı, gece uyanmaya başlayabilir. Bazen diş çıkarma ağrısı veya bir hastalık buna sebep olabilir. Bazen anne ya da babadan bir süreliğine ayrı kalma durumlarında huzursuzluk yaşayabilirler. Bunların dışında rüyalar ve kâbuslar, yeni yürümeye başlayan çocuklarda uyku sorununa neden olabilir. Tüm bunları düşünerek, çocuğunuzun yatmadan önce gördüklerine, izlediklerine ya da ona okuduğunuz kitaplara dikkat edin. Çocuğunuzun uyku sorunları ile ilgili çevresele faktörleri düşünün. Geceleri bunaltacak kadar sıkı giydirmek ya da gürültü yapmak çocuğunuzun geceleri uyanmasına sebep olabilir. Çocuğunuzun uyumasına yardımcı olun! Ilık bir banyo ve yatmadan önce okunacak bir masal ya da öykü… Şu an büyük olasılıkla doğru kombinasyonu bulmuş oldunuz. Bu kombinasyon, çocuğunuzun dinlenmesine oldukça yardımcı olur. Çocuğunuzu uyutmak için yanında kalın ve sizi atlatmasına izin vermeyin. Kurallar koyun ve onları anlayabileceği şekilde hazırladığınız kural kâğıtlarını bir yere yapıştırın. Bu sadece çocuğunuzun uyuma düzenini oluşturmanıza değil, ileride karşılaşacağınız daha büyük disiplin sorunlarında da size yardımcı olacaktır. Yeni yürümeye başlayan çocuğunuz geceleri uyandığında onu rahatlatmak isteyebilir ve bu yönde konuşmalar yapabilirsiniz. Ancak çok fazla konuşmak ters tepebilir. Bu yüzden geceleri yanına gittiğinizde konuşmalarınızı kısa ve çok fazla ilgi çekmeyecek şekilde tutmalısınız. Kaynak http://kidshealth.org/parent/growth/sleep/sleep12yr.html#

6 Aralık 2013 Cuma

Hangi Oyuncak Hangi Özelliği Geliştiriyor

Çocuğunuz için oyuncak seçerken, onun yaşı dışında göz önünde bulundurabileceğiniz başka kriterler de var. Örneğin her oyuncak, çocuğun başka bir özelliğinin gelişimine katkıda bulunur. Bu yüzden oyuncak alırken bu çeşitliliğe de dikkat etmelisiniz. Çocuklar ne çok oynarlar değil mi? Bazen yetişkinler olarak onların bu bitip tükenmeyen oyunlarının amaçsız aktiviteler olduğunu düşünürüz. Ama onlar aynı fikir de değildir. Oyun oynarken sanki dünyanın en önemli işini yapıyormuşçasına meşguldürler. Seslendiğinizde duymazlar veya “şimdi gelemem şu anda oynuyorum,görmüyor musun?” diye azarlayıverirler sizi. O sabahtan akşama dek süren oyunlar hiç bitmez! Biz her ne kadar ciddiye almazsak da onlar haklıdır. Gerçekten de kendi ruhsal gelişimleri için çok ciddi bir etkinlik halindedirler. Oldukça yoğun bir öğrenme süreci içindedirler. 17 yaşına dek gelmiş bir insanın o ana dek öğrendikleri araştırıldığında 4 yaşına dek öğrendiklerinin yüzde 50’sini öğrendiği, 8 yaşına dek ise yüzde 80’ninin öğrendiği anlaşılmıştır. O halde oyun denilen bu doğal öğrenme ortamını biz de onlar kadar ciddiye almak durumundayız. Biz yetişkinlere düşen ise onların oyunlarına yeterli saygıyı göstermek, zaman zaman onlarla birlikte oynayarak yetenek ve gelişimlerine katkıda bulunmak ve doğru zamanda doğru oyuncaklarla karşılaşmana fırsat sağlamaya çalışmaktır. İşte hangi temel oyuncakların, çocuklarınıza katkıları: Bisiklet: Büyük kas gelişimini geliştirir. Oyun hamuru: Küçük kas gelişimini, el becerilerini geliştirir ve çocukta yaratıcılığı arttırır. Oyun hamurundan yaptıklarını saklamanız, kendine güvenini arttırır. Telefon: Dil gelişimini arttırır, sosyalleşme becerilerini geliştirir ve yaratıcı fikirlere ön ayak olur. İletişim becerilerini arttırması ve verdiği keyfi düşününce hemen hemen her çocuğun olmazsa olmazıdır. Tahta puzzlelar içinde harfler sayılar: Okuma ve konuşma becerilerini keyifli bir yolla arttırarak çocuğunuzun algı ve kavrama becerilerini geliştirir. Beşik üstüne asılan oyuncaklar: Bebeğinizin belki de ilk ses çıkaran oyuncağı bu olacak. Bu oyuncaklar bebeğinizi uzanmaya ve yakalamasına teşvik eder. Göz ve el koordinasyonunu geliştirir. Sebep-sonuç ilişkisini öğrenmeye başlamasını sağlar. Peluş oyuncaklar: Bebeğinizin özellikle 1 yaşından itibaren bir bağlanma nesnesine ihtiyacı vardır ve yumuşak bir oyuncak ayı, yatağında kendini güvende hissetmesini sağlar. Top: Top oyunları karşılıklı etkileşim, iletişim, sıra bekleme gibi sosyal becerilerin gelişmesi açısından da faydalıdır.Emekleyen bir bebek topu kovalamaktan büyük zevk alır. Yeni yürümeye başlayan bir bebek ise onu yuvarlar ve yakalamaya çalışır. Daha büyük çocuk ise ayaklarıyla vurabileceği, atabileceği organize oyunlardan hoşlanır. Legolar: Çocuklar kendilerine hazır sunulmayan, inşa edecekleri, oyuncaklarla daha uzun süre oynarlar. Çünkü bu tür oyunlarda deneme-yanılma metodunu kullanırlar. Önlerine konulan malzemenin yöneticisidirler ve çabalarının sonucunda ortaya çıkan ürün onlara zafer duygusu verir. Büyüklerin birşeye benzetemediği bir şekil, çocuk için bir ev veya araba olabilir. Lego türü geçmeli oyuncakları birbirine geçip çıkarmak kaslara egemen olmayı, bu da çocuğun duyu-hareket açısından gelişmesini sağlar. Çeşit çeşit biçimler yaratmak, modelleri yeniden kurmak çocuğun düş gücünü çalıştırır ve algılama duyusunu geliştimede rol oynar. Birşeyler kurmaya dayanan bütün oyuncaklar veya oyunlar zekâyı çalıştırır. Kaynak:Hayatımdabebekvar

4 Aralık 2013 Çarşamba

Fit ve Genç Kalmak İçin 9 Süper Gıda

Brokoli Özellikle cilt sağlığı üzerinde olumlu etkisi olan brokoli, antioksidan özelliği ile cilt yenilenmesini hızlandırır ve yaşlanmayı geciktirir. Cildimizi esnek tutar, morarma ve çürümenin önüne geçer, kansere karşı korur. Akne oluşumunu önler, cilt kuruluğunu azaltır. Bunun yanında mide ve bağırsak sistemimizin düzenlenmesinde de olumlu etkileri vardır. Havuç A vitamini içeriği de yüksek olarak bilinen havuç, hem sinir sistemi hem göz hem de cildimiz için oldukça önemli bir gıdadır. Cilde parlaklık verir, nem kazanmasını sağlar ve yenilenmesine yardımcı olur. Kabızlığa iyi gelir, kalp dostudur ve iltihabik hastalıklarda etkilidir. Kivi Kivi hem vücudu mutluluk veren seratonin hormonunun salgılanmasına yardımcı olur hemde cildi güzelleştirir ve besler, kolestrerol düşürücü ve tansiyon düşürücü etkileri bulunmaktadır. C vitamini içeriği yüksek olan kivinin içeriği hücre DNA sını korur, kan şekeri regülasyonuna yardımcıdır. Düşük Yağlı Yoğurt Yoğurtta bulunan faydalı bakteriler barsakları ve sindirim sistemini düzenliyor ve rahatlama sağlıyor. Bunun yanında kadınlarda mide ülseri ve vajina enfeksiyonu risklerini azaltıyor. Henüz kanıtlanmamış olmakla birlikte, haftada üç ila beş kez tüketilen az yağlı yoğurdun kadınlarda göğüs kanseri riskini azalttığı yolunda görüşler var. Yağlı Balıklar Balıkların en faydalı yeri olan omega-3 yağ asitlerini haftada iki üç kez yiyerek almak mümkün. Somon, sardalye vb. gibi balık çeşitleri, hücre zarını güçlendirdikleri gibi, kalp hastalığı, hipertansiyon, depresyon, eklem ağrısı gibi rahatsızlıklara karşı korunmaya katkıda bulunuyorlar. Fasulye Protein ve lif açısından son derece zengin olan fasulyeyi haftada üç dört kez tüketmekte fayda var. Fasulye kalp krizi ve göğüs kanseri riskini azaltmakla kalmıyor ayrıca kadınlık hormonlarının dengeli ve istikrarlı olmasına da katkıda bulunuyor. Uluslararası kanser araştırmalarına yer veren International Journal of Cancer adlı bilimsel makale dergisi araştırmacıların fasulye türlerinin ve mercimeğin göğüs kanserini önleyici etkileri olabileceğine dair bazı çalışmalar bulunduğunu duyuruyor. Tüm Kırmızılar Kadınların domates, kan portakalı ve karpuz gibi likopen zengini gıdaları haftada üç - beş kez tüketmeleri tavsiye ediliyor. Güçlü bir antioksidan olan likopenin erkeklerde prostat kanseri riskini azalttığı gibi, kadınlarda da meme kanseri riskini azalttığını ortaya koyan yeni araştırmalar var. D Vitamini ile Takviye Edilmiş Az Yağlı Süt veya Portakal Suyu Kadınların günde belirli miktarlarda D vitaminine ihtiyacı bulunuyor. Kalsiyumun kemiklere faydalı olabilmesi için barsaklardan emilmesi gerekiyor. D vitamini alımı kadınlarda kalsiyum kaybı nedeniyle kemik kırılmalarına kadar olumsuz sonuçlara yol açabilen osteoporozun yanı sıra şeker hastalığı, multipl skleroz (MS), göğüs, kolon ve yumurtalık kanseri risklerini de azaltıyor. Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan araştırmalar D vitaminin barsak ve yumurtalık kanserini önleme potansiyeli olduğunu ortaya koydu. Çilek ve Böğürtlen Çilek, böğürtlen, kızılcık ve ahududu gibi meyveler aynı şarapta olduğu gibi anti kanserojen özelliklere sahip ve hücre onarıcı olduğu bilinen antokyan maddesini içerirler. Antokyanlar meme, mide ve bağırsak kanseri risklerini azaltan önemli antioksidanlar arasındadır. C vitamini ve folik asit açısından çok zengin olan bu meyveler, cildin yaşlanmaya karşı korunmasına da katkıda bulunuyorlar.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Çocuğunuza Antibiyotik Verirken Dikkat

Havaların iyice soğuduğu bugünlerde pek çok kişi özellikle de çocuklar ani ısı değişikliklerinden çok çabuk etkilenebilmekte ve hasta olabilmektedir. Kapalı ortamlar da çocukların sağlığını olumsuz etkileyen bir diğer etken… Memorial Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümünden Uz. Dr. Hülya Caner, “Çocukların özellikle kış aylarında enfeksiyon tehlikesinden korunması için yapılması gerekenler” hakkında bilgi verdi. Bu dönemde çocukları bekleyen hastalıkların başında grip ve nezle geliyor Ani hava değişiklikleri, çocukların gerek okul servis araçlarında, gerekse okulda kapalı ve kalabalık ortamlarda bulunması onların sağlığını olumsuz etkileyerek, bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkmasını ve yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Çocuklarımızı izole bir ortamda yetiştiremeyeceğimize göre sık görülen hastalıkları tanımak ve alabileceğimiz basit önlemleri bilmek faydalı olacaktır. Grip Salgınına Karşı Grip Aşısı Grip; ani başlayan ve çoğunlukla üşüme hissi, titreme ile birlikte ateş, baş ağrısı, halsizlik, yaygın kas ağrısı ve balgamsız öksürük gibi belirtilerle kendini gösterir. Daha sonra boğaz ağrısı, burunda tıkanıklık, akıntı ve öksürükle birlikte solunum sistemi bulguları ortaya çıkar. Grip salgını, en çok okul çağında görüldüğü için grip aşısı özellikle önerilmektedir. Tedavide kesinlikle antibiotikler kullanılmaz. Bol sıvı alınması istirahat burun tıkanıklığını azaltacak serum fizyolojik kullanılması önerilir. Nezle, gripten daha hafif seyirlidir. Çoğu zaman koyu kıvamlı burun akıntısı vardır. Tedavi gripteki gibidir. Özellikle okul çağındaki çocuklarda boğaz enfeksiyonu ve bademcik iltihabı kendini gösteriyor. Bazı hastalarda özellikle de tedavi edilmeyenlerde kulak iltihabı, sinüzit, bademciklerde apse oluşumu, boyun ve lenf bezlerinde iltihap gibi komplikasyonlara yol açabiliyor. En önemli tehlike de tedavi edilmediği zaman akut eklem, kalp romatizması ve “akut glomerülonefrit” diye adlandırılan böbrek hastalığının daha sonra ortaya çıkma olasılığıdır. Tanıda klinik bulgular yanında mutlaka boğaz kültürü yapılması gerekir. Boğaz kültüründe A grubu streptekok veya farenjite neden olan diğer bakteriler saptanmazsa antibiyotik tedavisi gereksizdir. Hastalık saptanan çocuklar, hastalığı arkadaşlarına bulaştırmamaları için antibiyotik başlandıktan en az 24 saat sonrasına kadar okula gönderilmemelidir. Kulak iltihabı; soğuk algınlığı, kulak ağrısı ve ateş gibi bulgularla ortaya çıkmaktadır. Kesin tanı için doktor kontrolü gereklidir. Sinüzit; ateş, öksürük, baş ağrısı 10-14 gün süre ile düzelme göstermeyen burun akıntısı gibi belirtilerle kendini gösterir. Tedavide uzun süreli antibiyotik gereklidir. İshalde; ateş, halsizlik günde üç defadan fazla sulu dışkılama, karın ağrısı, kusma gibi bulgular görülmektedir. Dışkı analizine göre antibiyotik tedavisi gerekebilir. Antiobiyotik Kullanımında Doz ve Süreye Dikkat Edilmelidir Çocuklarda görülen enfeksiyonların büyük çoğunluğu viral enfeksiyonlardır ve bu enfeksiyonlarda antibiyotik kullanımı gereksizdir. Oysa aileler çocuklarının her hastalığında antibiyotik başlıyorlar. Unutulmamalıdır ki; doğru endikasyonla yeterli doz ve sürede kullanılmayan antibiyotikler faydadan çok zarar vermektedir. Yine çocukların aşı ile birçok enfeksiyon hastalığından korunabilmesi için her anne ve babanın çocuklarının hangi hastalıklara karşı nerede ne zaman ve kaç kez aşılandığını bilmesi, varsa eksik aşıların tamamlanması gerekir. Bulaşıcı Hastalıklara Karşı Kişisel Temizlik Kişisel temizlik önlemleri, bulaşıcı hastalıklar başta olmak üzere birçok hastalığı önlemektedir. El temizliği, mikro organizmaların yol açtığı enfeksiyonları önlemede en etkin yoldur. Yapılan araştırmalar sadece el yıkamanın doğru uygulanması ile çocukların pek çok bulaşıcı hastalıktan korunduğunu ortaya çıkarmaktadır. Sadece sabun kullanılması ve el hijyeni ile ilgili eğitimlerin cilt enfeksiyonlarını %34; ishalle giden hastalıkları % 55; pnömoniyi %50 oranında azaltmakta ve hastalık süresini kısaltmaktadır. Sağlıklı ve Dengeli Beslenme Alışkanlıklarının Kazandırılması Önemli Hastalıklar kadar önemli diğer bir konu da çocuklarımızın beslenmesidir. Günümüzde hızla artan kronik hastalıkların kökeninde çocukluk ve ergenlikte sağlıksız beslenme ile oluşan şişmanlık yatmaktadır. Okullardaki sağlıklı beslenme programları çocukların hem bedensel sağlıklarının gelişmesinde hem de okul başarılarının artmasında etkili olacaktır. İnsanların bilgi almaya ve alışkanlık kazanmaya en elverişli dönemin okul çağı olduğu ve bu dönemde çocuklara kazandırılacak sağlıklı ve dengeli beslenme alışkanlıklarının yetişkinliğe taşınacağı gerçeği konunun önemini daha da artırmaktadır. Çocuklara doğru beslenme alışkanlıkları kazandırmak için okulda yemek veriliyorsa okul menüleri takip edilmeli, çocukla her gün okulda ne yediği konusunda konuşulmalı ve onlara yemekler hakkında bilgi verilmelidir. Çocuğun hangi besinlere yöneldiği mutlaka takip edilmeli doğru ve yanlış besinler anlatılmalı, sevmediği besinler varsa onların beğeneceği şekillerde sunulmalıdır.

30 Kasım 2013 Cumartesi

Kapalı Kutu Bağırsak Parazitleri

1-Bağırsak Parazitleri Nelerdir? Bağırsak parazitleri halk arasında şerit, solucan veya kurt olarak bilinen canlılardır. Ayrıca kanlı, mukuslu veya tekrarlayan şiddetli ishallere sebep olabilen ve gözle görülmeyen bağırsak parazitleri de mevcuttur. 2-Bağırsak Parazitleri Nasıl Bulaşır? Parazitlerle bulaşık yiyeceklerin tüketilmesi ve suların içilmesi (amipli dizanteri, solucan) Etlerin çiğ veya az pişmiş olarak yenmesi (tenya) Parazit yumurtalarıyla veya larvalarıyla bulaşık ellerin ağza götürülmesi sonucu (kıl kurdu,solucan) ağız yoluyla Bazı parazit larvalarının deriye teması sonucunda deri yoluyla (kancalı kurtlar) bulaşır. 3-Bağırsak Parazitlerinin Belirtileri Nelerdir? Sık karın ağrısı, bulantı, ishal, gaz oluşumu Burunda ve anüste kaşıntı Solucanların erişkin şekillerinin anüsten dışarı çıkması Geceleri yastığa salya akması ve diş gıcırdatma Çok yemek yeme ve kilo alamama veya iştahsızlık Kansızlık (anemi) Vücutta kaşıntı ve döküntüler Büyüme ve gelişmede gerilik 4-Bağırsak Parazitlerinin Zararları Nelerdir? İnsanların bağırsaklarına yerleşir ve gıdalarına ortak olurlar. Özellikle çocukların hem bedenen hem de zihin yönünden gelişmelerini yavaşlatırlar veya engel olurlar. Parazitler zayıflık, halsizlik ve kansızlığa yol açarlar. Ayrıca bağırsak şikayetlerine de sebep olarak rahatsızlık verirler. Bağırsak parazitleri, büyüklerde ise benzer şikayetlerin yanı sıra önemli iş gücü kayıplarına yol açmaktadır. 5-Bağırsak Parazitlerinin Tedavisi Var mıdır? Bağırsak parazitlerine yönelik etkili ilaçlar vardır. Önemli olan belirtilerin görülmesi halinde en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması ve verilen ilaçların tarifine uygun bir şekilde kullanılmasıdır. 6-Bağırsak Paraziti Bulunan İnsanlarla Temas Sonucunda Hastalık Bulaşır mı? Hijyen kurallarına ve tuvalet temizliğine dikkat etmeyen parazitli kişiler, parazitleri başkalarına da bulaştırabilirler. 7-Bağırsak Parazitlerinden Nasıl Korunulur? Sebze ve meyveler bol suyla iyice yıkandıktan sonra yenmelidir. Etler çiğ veya az pişmiş olarak tüketilmemeli, kesinlikle iyice pişirildikten sonra yenmelidir. Kaynağı belli olmayan sular kesinlikle içilmemeli, sular klorlandıktan veya kaynatılıp soğutulduktan sonra içilmelidir. Tuvalet kullanma alışkanlığı kazanılmalı ve mutlaka tuvaletten sonra eller sabunla iyice yıkanmalıdır. Etrafa dışkı yapılmamalıdır. Bahçeler ve tarlalar kesinlikle lağım suları ile sulanmamalıdır. Toprakta çıplak ayakla dolaşılmamalı, gerekirse çizme ve eldiven giyilmelidir. İnsan dışkısı tarla ve bahçelerde kesinlikle gübre olarak kullanılmamalıdır.

29 Kasım 2013 Cuma

Çocuklarda Çinko Eksikliği

Çinko eksikliği nelere yol açar? • Enfeksiyonlara karşı dayanıksızlık görülmesi. • Yaraların iyileşmesinde gecikme meydana gelmesi. • Tat ve koku alma duyusu azalır. • İştahsızlık görülmesi • Çocuklarda çinko eksikliği büyüme geriliğine neden olur. • Çinko eksikliği saç dökülmesi soruna yol açabilir. • Tırnaklarda beyaz lekeler oluşması. • Akne sorunları da çinko eksikliğinde meydana gelebilecek bir proplemdir. • Çinko vücutta iyileşmeyi destekleyebilir ve grip ve soğuk algınlığı belirtilerine karşı mücadelede kullanılabilir. Grip veya soğuk algınlığında çinko takviyesi almanız daha hızlı iyileşmenize yol açabilir. Bu aynı şekilde boğaz ağrısında ve cilt yaralanmalarında da meydana geldiği bilinen durumdur. • Çinko vücudumuzun enfeksiyon ve hastalıklara karşı anahtar savunması olarak bildiğimiz bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine yardım eder. Bilim adamları çinko takviyelerinin yararları hakkında devamlı araştırma yapmaktadır. • Görebileceğiniz gibi çinko faydaları ‘nın önemi gözardı edilemez ve çinko takviyelerinin yararları bu mineralin eksikliğini yaşayabilecekler için bir o kadar önemlidir. Günlük Çinko Kullanımı Ne Olmalıdır? Çinko takviyeleri, tabletler, sıvı, kapsüller ve pastiller gibi birçok farklı tip ve şekilde bulunur. Çinko şelatı en etkin ve emilebilir çinko takviyelerinden biridir. Araştırma çinko emiliminin pastil olarak alındığı ve ağızda eritildiğinde büyük ölçüde arttığını göstermiştir. Çinko takviyeleri kullanıldığı zaman, besinlerden uzak olarak alınması gerektiğinden yatmadan önce ve demirden en az 8 saat sonra alınmalıdır. Günlük çinko ihtiyacı yaklaşık 15 mg dır. 50mg dan fazla alınması tavsiye edilmez. Eğer uzun süreli çinko kullanılacaksa günlük olarak 20 mglık doz önerilir. Çinko Zararları Var mıdır? Çinko takviyesi uzun süre kullanımda demir ve bakır gibi başka besinlerin emilim ve kullanımları ile etkileşimde bulunabilir. Çinko fazlalığı mide bulantısı, kusma ve diyareye de sebep olabilir. Çinko takviyesinin yanlış kullanımı HDL veya iyi kolesterol seviyesinin düşmesine de neden olabilir. Aynı zamanda bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açabilir. Görebileceğiniz gibi çinko takviyelerinin yararları, varsa yaşanmış yan etkilerinin çok ötesindedir. Çinko doğru alınırsa vücudumuza çok yararlı olabilir.

28 Kasım 2013 Perşembe

Altını Islatan Çocuklar

Kimi aileler için içinden çıkılmaz bir sorun, kimileri için ciddi bir bunalım sebebi... Aslında çocuklardaki altını ıslatma hiç de öyle abartılacak bir hadise değil. Üstelik yalnız da değilsiniz, dünyada yaklaşık 7 milyon çocuk altını ıslatıyor. Normal şartlarda çocuklarda idrar kontrolü 5 yaşına dek sağlanabilmektedir. Bu nedenle çocuklar 5 yaşını doldurana dek, altını ıslatma diye bir sorunun varlığından söz etmek doğru olmaz. Bu dönemden sonra, ayda en az bir kez yatak ıslatma söz konusu ise, tıbbi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Neden komşunun çocuğu değil de bizimki? Yatak ıslatmanın altında birden fazla neden yatmaktadır. Kalıtsal etkenler önemli bir yer tutar, ailede benzer bir durumun bulunması riski arttırmaktadır. Çocuğun sinir sisteminin yaşıtlarına göre daha yavaş gelişim göstermesi de mesane kontrolünü geciktirerek, yatak ıslatmada rol oynar. Belki de en sık rastlanılan sebeplerden birisi derin uykudur. Çocuk bu derin uyku esnasında idrara sıkıştığının farkına varamaz. Bunların yanı sıra idrar yolu enfeksiyonları ile bazı bedensel ve hormonal bozukluklar da bu duruma yol açmaktadır. Anne-babanın özellikle aklında tutması gereken husus, yatak ıslatan çocuklarda herhangi bir biçimde davranış bozukluğu ya da zekâ geriliğinin olmadığıdır. Ne yapsak da kurtulsak? Öncelikle serin kanlı olun. İyi bilin ki, uygulayacağınız yöntemler işe yaramasa bile çocuk belli bir sürenin sonunda mutlaka mesane kontrolünü sağlayacaktır. Yapılan çalışmalar, genç kız veya delikanlılık çağlarında da aynı sorunu yaşamaya devam eden çocukların çok çok nadir olduğunu, bunların da önemli bir bölümünün yapısal bozukluklara bağlı olduğunu göstermiştir. Sonraki adımda çocuğun idrar yolu enfeksiyonu gibi tıbbi bir sorununun olup olmadığını araştırın. İdrar tetkikinin ve doktor muayenesinin normal olması durumunda diğer aşamalara geçilebilir. Çocuğunuzu karşınıza alıp konuşun. Bu durumun en az sizin kadar onun da canını sıktığını aklınızdan çıkarmayın. Sorunun çözümünde çocuğun işbirliği, olmazsa olmaz önem taşır. Kesinlikle sert davranmayın ve suçlayıcı olmayın. Çocuğu rencide edecek, alaya alacak cümleler sarf etmek, diğer yaşıtlarıyla karşılaştırmak, hadiseyi daha da çapraşık bir hale dönüştürür. Uykusu çok derin olan çocuklarda başlangıç olarak 2-3 saatte bir uykudan kaldırıp, tuvalete çıkarmak gerekir. Burada dikkat edilecek husus çocuğun tamamen uyandığından emin olmak, yarı uykulu, gözü kapalı bir biçimde idrara çıkmamasını sağlamaktır. Birlikte bir şema oluşturun. Bu şema üzerine, günlere göre çocuğun kuru veya ıslak kalktığını gösteren notlar alın. Kuru kalktığı her güne bir yıldız koyarak ve çocuğu ödüllendirerek teşvik etmek yararlı olacaktır. Asla ıslak kalkılan günler için ceza verme ya da ödülleri geri alma yoluna gitmeyin. Tıpta yatak ıslatma durumlarında kullanılan bazı ilaçlar da mevcuttur. Ancak bu tür bir tedavi, taşıdığı ciddi yan etkiler, düşük başarı oranı ve tedavi sonlandırıldıktan sonra yeniden benzer sıkıntıların ortaya çıkma ihtimali nedeniyle, ilk etapta göz önünde bulundurulmamaktadır. Sabır ve sevgi: En güzel iki ilaç Sabırlı olun. Bu anahtar kelimenin açamayacağı kapı yoktur ve unutmayın, telaşa kapılmak kişiyi her zaman geciktirir. Çocuğunuza onu çok sevdiğinizi, fakat yatak ıslatmanın giderilmesi gereken bir sıkıntı olduğunu anlatın. Eğer sizin de çocukluk döneminize ait benzer bir öykünüz varsa onunla paylaşın. Bu, çocuğunuzun özgüvenini oldukça kuvvetlendirecektir. Yukarıdaki hususlara dikkat edilecek olursa, her gününüzü kâbusa çeviren, içinden çıkılmaz gibi görünen bu sorunun üstesinden kolayca gelinecektir.

Altını Islatan Çocuklar

Kimi aileler için içinden çıkılmaz bir sorun, kimileri için ciddi bir bunalım sebebi... Aslında çocuklardaki altını ıslatma hiç de öyle abartılacak bir hadise değil. Üstelik yalnız da değilsiniz, dünyada yaklaşık 7 milyon çocuk altını ıslatıyor. Normal şartlarda çocuklarda idrar kontrolü 5 yaşına dek sağlanabilmektedir. Bu nedenle çocuklar 5 yaşını doldurana dek, altını ıslatma diye bir sorunun varlığından söz etmek doğru olmaz. Bu dönemden sonra, ayda en az bir kez yatak ıslatma söz konusu ise, tıbbi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Neden komşunun çocuğu değil de bizimki? Yatak ıslatmanın altında birden fazla neden yatmaktadır. Kalıtsal etkenler önemli bir yer tutar, ailede benzer bir durumun bulunması riski arttırmaktadır. Çocuğun sinir sisteminin yaşıtlarına göre daha yavaş gelişim göstermesi de mesane kontrolünü geciktirerek, yatak ıslatmada rol oynar. Belki de en sık rastlanılan sebeplerden birisi derin uykudur. Çocuk bu derin uyku esnasında idrara sıkıştığının farkına varamaz. Bunların yanı sıra idrar yolu enfeksiyonları ile bazı bedensel ve hormonal bozukluklar da bu duruma yol açmaktadır. Anne-babanın özellikle aklında tutması gereken husus, yatak ıslatan çocuklarda herhangi bir biçimde davranış bozukluğu ya da zekâ geriliğinin olmadığıdır. Ne yapsak da kurtulsak? Öncelikle serin kanlı olun. İyi bilin ki, uygulayacağınız yöntemler işe yaramasa bile çocuk belli bir sürenin sonunda mutlaka mesane kontrolünü sağlayacaktır. Yapılan çalışmalar, genç kız veya delikanlılık çağlarında da aynı sorunu yaşamaya devam eden çocukların çok çok nadir olduğunu, bunların da önemli bir bölümünün yapısal bozukluklara bağlı olduğunu göstermiştir. Sonraki adımda çocuğun idrar yolu enfeksiyonu gibi tıbbi bir sorununun olup olmadığını araştırın. İdrar tetkikinin ve doktor muayenesinin normal olması durumunda diğer aşamalara geçilebilir. Çocuğunuzu karşınıza alıp konuşun. Bu durumun en az sizin kadar onun da canını sıktığını aklınızdan çıkarmayın. Sorunun çözümünde çocuğun işbirliği, olmazsa olmaz önem taşır. Kesinlikle sert davranmayın ve suçlayıcı olmayın. Çocuğu rencide edecek, alaya alacak cümleler sarf etmek, diğer yaşıtlarıyla karşılaştırmak, hadiseyi daha da çapraşık bir hale dönüştürür. Uykusu çok derin olan çocuklarda başlangıç olarak 2-3 saatte bir uykudan kaldırıp, tuvalete çıkarmak gerekir. Burada dikkat edilecek husus çocuğun tamamen uyandığından emin olmak, yarı uykulu, gözü kapalı bir biçimde idrara çıkmamasını sağlamaktır. Birlikte bir şema oluşturun. Bu şema üzerine, günlere göre çocuğun kuru veya ıslak kalktığını gösteren notlar alın. Kuru kalktığı her güne bir yıldız koyarak ve çocuğu ödüllendirerek teşvik etmek yararlı olacaktır. Asla ıslak kalkılan günler için ceza verme ya da ödülleri geri alma yoluna gitmeyin. Tıpta yatak ıslatma durumlarında kullanılan bazı ilaçlar da mevcuttur. Ancak bu tür bir tedavi, taşıdığı ciddi yan etkiler, düşük başarı oranı ve tedavi sonlandırıldıktan sonra yeniden benzer sıkıntıların ortaya çıkma ihtimali nedeniyle, ilk etapta göz önünde bulundurulmamaktadır. Sabır ve sevgi: En güzel iki ilaç Sabırlı olun. Bu anahtar kelimenin açamayacağı kapı yoktur ve unutmayın, telaşa kapılmak kişiyi her zaman geciktirir. Çocuğunuza onu çok sevdiğinizi, fakat yatak ıslatmanın giderilmesi gereken bir sıkıntı olduğunu anlatın. Eğer sizin de çocukluk döneminize ait benzer bir öykünüz varsa onunla paylaşın. Bu, çocuğunuzun özgüvenini oldukça kuvvetlendirecektir. Yukarıdaki hususlara dikkat edilecek olursa, her gününüzü kâbusa çeviren, içinden çıkılmaz gibi görünen bu sorunun üstesinden kolayca gelinecektir.

27 Kasım 2013 Çarşamba

Fazla Oyuncak Ve Fazla Kıyafet Aslında Kimin İhtiyacı?

Psikolog Ayşen EVLİÇOĞLU ŞİMŞEK Günümüzde anne - babalarının en sık düştükleri tuzaklardan biridir çocuklarına çok fazla oyuncak ve kıyafet almak. Çünkü bu anne - babalar, bir yandan yoğun bir şekilde modern toplumların yarattığı “tüketici insan” modelinin etkisinde, diğer yandan birçoğu geç saatlere kadar çalışmak zorunda olanların yaşadığı “ebeveyn suçluluğu” içindedirler. Her iki etken de anne-babayı, çok fazla almaya ve çok fazla vermeye yöneltmektedir. Vitrinlerdeki ürün çeşitliliğinin dayanılmaz cazibesi, hemen herkes için sahip olma arzusunu güçlü bir şekilde kışkırtmaktayken, anne-babalar da yaşamlarının birçok alanında karşılaştıkları bu arzuyu, söz konusu çocukları olduğunda, çok daha yoğun bir şekilde hisseder ve kontrol etmekte güçlük çekerler. Hele de bu anne-babalar, günümüzde sayısı giderek artan “geç saatlere kadar çalışan” anne-babalardan ise... Suçluluk Duygusu Çocuklarının her istediklerini yaparak, onlara çok fazla oyuncak ve kıyafet alarak, birlikte olamadıkları zamanı telafi etmeye ve içinde bulundukları suçluluk duygusundan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Bu anne - babalar çocuklarının sevgisini kaybedeceklerinden çok fazla korkmaktadırlar. Onların sevgisini kaybederlerse her şeyi kaybedeceklerini düşünürler. Çünkü artık yaşam koşullarının zor olduğu, evliliklerin, birlikteliklerin hızla kurulup, çözüldüğü, dostluk bağlarının gevşediği bir toplumda yaşamaktayız. Bu nedenle günümüz yetişkinlerinin güvendiği ve yatırım yaptığı tek değer çocuklarıdır. Onların sevgisini kaybetmemek için anne-babalar, yaşamı her yönüyle çocuklarının istekleri doğrultusunda kurgulamaktadırlar. Bu anne-babalar kendi hayal kırıklıklarını ve bu hayal kırıklıklarına tahammül edemeyişlerini tamir etmek amacıyla, sahip oldukları çocuklarına her şeyi çok fazla alarak ve çok fazla vererek onları doyurmaya çalışırken, aslında kendilerini, kendi çocukluklarını ve olmamış benliklerini doyurmaktadırlar. O halde bir çocuğa çok fazla oyuncak ve kıyafet almak gerçekte kimin ihtiyacıdır? O ya da bu sebeple, çocuğa çok fazla oyuncak ve kıyafet almak, bir şeyleri ona çok fazla vermek (bu sevgi de olabilir) elbette onun gelişimini olumsuz yönde etkiler. Çünkü gelişim süreçleri boyunca çocuklar aşırı değil, dengeli ebeveyn tutumlarına ihtiyaç duyarlar. Çocuk gelişiminin hemen her alanında olduğu gibi burada da tutarlı, kararlı ve gerektiğinde hayır diyebilen ebeveynlere ihtiyaç vardır. “Hayır”ın Öğrettikleri Çocuk anne-babadan gelen “hayır” yanıtlarıyla büyür. Bu yanıtlardır ona yaşamda her istediğine, istediği zaman ulaşamayacağını öğreten. Böylece çocuk kendi sınırları ile diğerlerinin sınırlarını ayırt etmeye başlar. Nerede durup, nereye kadar gidebileceğini görür. Bu da kendine olan güveninin gelişmesini sağlar. Kendi kendini sınırlayabilen çocuğun artık ötekine ihtiyacı yoktur. Yani bağımlılıktan çıkmaya hazırdır. Evde, aile içinde sınırları belirlenemeyen, anne-baba-çocuk üçgeninde bir üçüncü olduğu yani “öteki” olduğu bilinci kazandırılamayan çocuk, ev dışındaki sosyal yaşam alanlarında da kendisini ve karşısındakinin sınırlarını belirlemekte ve sağlıklı sosyal ilişkiler kurmakta zorlanır. Dışarıda da tıpkı evdeki gibi sınırlar, kurallar olmadan, aklına estiği gibi hareket etmek, beğendiği her şeyi almak ister, tabiİ hayal kırıklığına uğrar. Çünkü tüm sosyal ilişkilerde olduğu gibi zaman zaman karşısındakilerin sınırları ile ve hayır yanıtıyla karşılaşır, reddedilir. Hayal kırıklıklarına uğramak ve bununla baş edebilmeyi öğrenmek, elbette yaşamın bir parçası ve çocuk gelişiminin, büyümenin en önemli deneyimlerindendir. Ancak çocuk bu deneyimi ilk önce, aile içinde, anne-baba ile birlikte, onların koşulsuz sevgileri eşliğinde edinmelidir. Önce onların yasaları ile karşılaşmalı, onların arasında ötekiliği kabul etmelidir. Böylece çocuk ev dışındaki yaşamında karşılaştığı diğer yetişkinlerle, öğretmenleri ve arkadaşları ile sağlıklı, uyumlu ilişkiler kurabilir ve bu ilişkilerde öteki olmayı becerebilir. Bu deneyim, elbette yetişkin yaşamındaki sosyal ilişkilerinde de benzer sonuçları getirecektir. Başarılı iş ilişkileri, sağlıklı ve doyurucu arkadaşlıklar, eş olabilme ve anne-baba olabilme gibi. Sonuç olarak, anne-babalar çocuklarının büyümelerini, kendi ayakları üzerinde durabilen bağımsız bireyler olabilmelerini istiyorlarsa, onlara her şeyi vermekten vazgeçmeli, onlar için sınırları belirleyen ve gerektiğinde onlara “hayır” demekten çekinmeyen anne-babalar olabilmelidirler. Çocuklarına çok fazla oyuncak ve kıyafet alırken bunun gerçekte kimin ihtiyacı olduğunu hatırlamalıdırlar.

26 Kasım 2013 Salı

Çocuklarda Yüksek Ateşe Dikkat

Kış aylarında çocuklarda sık görülen yüksek ateş, anne babaları da oldukça endişelendirmektedir. Ateş, müdahale edilmediğinde ciddi tablolara neden olabilirken, bazen de önemli hastalıkların da belirtisi olabilir. Bu nedenle ateşin nasıl düşürüleceğinin bilinmesi ve vakit kaybetmeden doktora başvurulması gerekmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu, çocuklarda yüksek ateş ve dikkate dilmesi gerekenler hakkında anneleri uyardı. Ateş En Uyarıcı Bulgudur Yüksek ateş, çocuk sağlığında bir problem olduğunu ortaya çıkaran, aileyi hekime gidilmesi konusunda uyaran en gürültülü bulgudur. Ateş aslında, vücudun bağışıklık cevabıdır yani vücudun ateşi yükseltmesindeki amaç vücuda girmiş olan mikroorganizmaların çoğalmasını sınırlamaktır. Vücudun Verdiği Sinyalleri Dikkate Alın Ateş 39-40 derecenin üzerine çıktığında vücut aşırı enerji harcamaya başlar, kalp ve solunum sistemi daha hızlı çalışır. Vücut, kol ve bacaklardaki damarları büzüp bu bölgelere daha az kan gönderirken; beyin, kalp, karaciğer gibi organlara daha fazla kan gönderir. Vücut alacalı, mermerimsi bir görüntü alır, el- kol ve bacaklarda soğukluk olmasına rağmen gövdede yüksek sıcaklık görülür. Her ateş yükselmesinde paniklemek doğru değildir ancak 40 dereceyi geçen ateşte dikkat etmek gerekir. Ateşin Farklı Nedenleri Olabilir 3-5 gün süren kısa süreli ateşin nedenleri arasında üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları, mide- bağırsak sisteminde ishal ve kusma ile görülen enfeksiyonlar, özellikle kız çocuklarda görülen idrar yolu enfeksiyonları sayılabilir. Zatürre, menenjit eklem ve kas iltihapları da ateşin daha ağır nedenleridir. Yüksek ateşin nedeni, yapılan ilk tetkiklerle ortaya konamadıysa ve bu durum 7-15 günden uzun sürdüyse; tüberküloz, malta humması ve tifo gibi hastalıklar, eklem iltihapları, kalbin iç kısmındaki zarın iltihapları ve birtakım kanser tiplerine dair ihtimaller göz önünde bulundurulmalıdır. Bu Uyarıları Dikkate Alın! Hemen telaşa kapılıp panik yapmayın. Çocuğunuza panik halinde yanlış tedaviler uygulayabilirsiniz. Ateşli çocuğun üzerini örtmek tamamıyla yanlış bir uygulamadır. Çocuğun havale geçirmesine dahi sebep olabilir. Üzerini örtmek yerine odanın ısısını düşürmelisiniz. 38 -38,5 derece ateş normal olarak kabul edilmekte. Çocuğun ateşi 39 dereceyi buluyorsa, ateşe öksürük, kusma ve ishal de ekleniyorsa, hemen doktora başvurmalısınız. İçine aspirin ezilmiş soğuk ve sirkeli suya batırılmış bezlerle alnına, koltuk altlarına baskı uygulamayın. Tamamıyla yanlış olan bu geleneksel yöntem, çocukların ateşi vücudundan atmasını daha da zorlaştırıyor. 38,5- 39 derecelerde, ateş düşürücü fitiller kullanılabilir. Fark edilmeyen durumlarda ya da ani ateş yükselmelerinde çocuğa başını dışarda bırakacak şekilde ılık bir duş aldırmanız doğru olacaktır. Bunların hiçbiri ateşi düşürmezse, uzmana başvurmanız gerekmektedir.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Beyninizi Zinde Tutun

İngiliz The Times gazetesi, Oxford ve Harvard üniversitesi bilimadamlarının “beyni genç tutmak” üzerine yaptığı araştırmaları yayınladı. İşte zinde bir beyin için yapmanız gerekenler: Terleyin: Egzersiz, verimli çalışmak için bol oksijene ihtiyaç duyan beyin hücrelerinin gıdası gibidir. Böylece beynin öğrenme ve hatırlama becerisi güçlenir. Balık yiyin: Yüksek Omega-3 içeren sardalya ve ton gibi yağlı balıkları tüketmek zekayı attırır. Konsantrasyon ve okuma yeteneğini geliştirir. B vitamini ve protein açısından zengin besinler de seratonin içerdiği için beyindeki iletişim hızlanır. Lavanta koklayın: Lavanta kokusu işe konsantrasyonu artırır. Özellikle öğle aralarında, çalışmaya başlamadan önce lavanta koklayın. Mola verin: Uzun ve aralıksız çalışma saatleri ters etki yaparak beynin verimini düşürür. Araştırmalar her 40 dakikalık çalışmadan sonra 20 dakikalık ara vermenin, sonraki 40 dakikaya hazırlanmak için gerekli olduğunu savunuyor. İyi bir uyku çekin: Gece 7-8 saatlik uyku beyin performansını en üste taşır. Ayrıca gün ortasında 30 dakikalık bir kestirme beynin şarj olmasını sağlar. Sakız çiğneyin: Sakız çiğneme beyne giden kanı yüzde 20 artırıyor. Böylece hafızayı kuvvetlendirip, stresi azaltıyor. Su için: Yüzde 80’i su içeren beynimiz su içmediğimizde küçülüyor. Bu sebepten susadıkça su içmek gerekiyor. Kırmızıya bakmayın: Kırmızı görmek özellikle sınavda başarıyı düşürüyor ve öğrencide motivasyon düşüklüğü yaratıyor. Sıcak çikolata için: Yatmadan önce içilecek bir bardak sıcak çikolata zekayı arırıyor. Kakao özellikle yaşlıların zihnini açıyor. Rock dinleyin: Araştırmalar rock müziğin de, klasik müzik kadar öğrenmeyi ve konsantrasyonu artırdığını gösterdi. Rahatlayın: Rahat bir yere oturup gözlerinizi kapayın ve ayaklarınızdan boynunuza kadar tek tek kaslarınızın gevşediğini hissedin. Gerginliği atmak, sınavdaki başarınızı yükseltecektir. Yetenek geliştirin: 6 yaş grubu üzerinde yapılan araştırmalara göre müzik ve resim gibi konularda eğitim gören çocukların IQ’ları daha yüksek oluyor. Sınırlı teknoloji: SMS ve e-mail’i fazla kullanmak ve çok televizyon seyretmek zeka seviyesini düşürüyor. Beyin jimnastiği yapın: Akıl oyunları oynayarak, bulmaca ve zeka testleri çözerek beyninizi zinde tutabilirsiniz. Alkol almayın: Alkol beyin hücrelerini öldürerek, öğrenme ve hafıza bölgesine zarar verir.

21 Kasım 2013 Perşembe

Süper Anne Sendromu

Günümüz kadınlarının pek çoğu hem çalışıyor, hem ev işleri ile ilgileniyor, çocuğuna bakıyor bir yandan da fit ve sağlıklı görünmeye çalışıyor. Günlük hayatın koşuşturması içinde, iş ve sosyal yaşantısının tüm zorlukları arasında mekik dokuyan kadın pek çok fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkla baş etmek sorunda kalabiliyor. “Süper anne” ya da “zorlanmış anne sendromu” olarak tanımlanan bu rahatsızlık modern çağın kadını için en büyük tehlikelerin başında geliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Uz. Dr. Leyla Benkurt Alkaş, süper anne sendromu hakkında bilgi verdi ve önerilerde bulundu. Halsizlik, konsatrasyon güçlüğü, cinsel istekte azalma ve beraberinde gelen pek çok hastalık… 30 yaş üstü, çocuk sahibi olup da kariyerini erkek meslektaşları kadar yoğun yaşayan kadınlarda yeni yeni tanımlanmaya başlanan bir grup belirti kümesi mevcut. “Süper anne sendromu” olarak adlandırsa da aslında “zorlanmış anne sendromu” da denebilir. Tıbbi olarak farklı hastalık belirtileriyle ortaya çıkan bu durum, iş verimini düşürdüğü gibi sağlık masraflarını da ciddi boyutta artırmaktadır. 2-3 aydan daha uzun süren baş ağrıları, kaslarda-eklemlerde ağrılar, kramplar, bağırsaklarda şişkinlik, hazımsızlık, uykusuzluk, sürekli yorgunluk, halsizlik, kırıklık, cinsel istekte azalma, çarpıntılar, konsantrasyon zorlukları gibi belirtiler ortaya çıkınca ister istemez doktor olarak bir sürü hastalık akla geliyor. En basitinden en ağırına; kansızlıktan, romatizmaya, kanserden, migrene tüm vücut sistemlerini muayene etmek gerekiyor. Alınan onca kan tahlilleri, çekilen MR’lar, EKG’ler, kaslar için EMG’ler sonrası net bir hastalık tanısı koymak kolay olmuyor. “Kronik yorgunluk sendromu, tükenmişlik sendromu, fibromiyalji, psiko-somatik hastalık, anksiyete bozukluğu…” tarzında tanılar yazılıyor. Zorlanmış kadın”larda görülen belirtiler: 1-Halsizlik, dermansızlık, işlere başlamada güçlük 2- Günlük işleri yapmayı zorlaştıracak ve yatak istirahati ile geçmeyen yorgunluk, bıkkınlık, tükenmişlik hali 3- Baş ağrıları, unutkanlık, kafada ağırlık hissi, sürekli yapacaklarını düşünme ,düşünce kargaşası, uykusuzluk, dinlendirici uyku uyumama 4-Depresyon, sürekli gergin endişeli olma, panik ataklar, cinsel isteksizlik 5- Mide-bağırsak rahatsızlıkları, sindirim anormallikleri, şişkinlik 6- Eklem ağrıları, romatizma, artrit, artroz, kas ağrıları, belde-boyunda ağrı ve kas sertleşmeleri, kramplar 7-) Grip benzeri rahatsızlıklar, hafif ateş-üşüme, boğazda ağrı Eğitimli, çalışkan, titiz, mükemmeliyetçi ve hırslı annelerde bu durum daha sık ortaya çıkıyor Burada modern şehir hayatının, çalışan kadınların yaşam koşullarının, toplumsal rol ve sorumlulukların, çocuk bakımında annenin yerinin, iş dünyasındaki rekabet kriterlerinin, akraba ilişkilerindeki beklentilerin gözden geçirilmesi önemlidir. Kadının eğitim süresinin uzaması, ekonomik gelirinin artması çok olumlu bir süreçmiş gibi görünse de aslında kadını kıskıvrak yakalayıp ezmektedir. Çünkü kadının toplum ve aile içindeki rolü değişmemiştir. Kadın eğitimine verdiği zaman ve emek nedeniyle kariyerinde yükselmek ve en iyisi olmayı yaşam hedefi olarak seçer. Evlilik ve çocuklu olmanın buna engel olmaması gerektiğini düşünür. “çocukta yaparım kariyer de…” şarkısı eşliğinde erkek meslektaşları ile omuz omuza çalışıp, gerektiğinde rekabet eder. Kadına büyük sorumluluklar yükleniyor ve kadın da bunu görev ediniyor Bununla birlikte kendi anne-babası, kocası, kocasının sülalesi, komşular, hatta kendi durumundaki diğer kadınlar kendisinden klasik kadın rolleri ister. Evinin düzeni, temizliği, yemeği, alışverişi kocasıyla ortak yarılsa da sorumluluk ve hesap verecek kişi kadın olur. İyi bir eş olarak, kocasını dinlemek, önceliği ona vermek, dış ilişkilerde arka planda durmak, alttan almak hep kadının görevidir. Eşine, kayınvalidesi kadar güzel yapmak, aileye sofralar donatmak, evlenene, hastaya tüm sosyal olaylarda hediye alıp, kutlamak, hatır sormak onun görevidir. Çocuklar da bu durumdan olumsuz etkileniyor Bu “hiçbir şeyden kusur kalmayalım” koşturmacası içinde, çocuklarda da gevşeyememe, sürekli bir yetişkine ihtiyaç duyma, sürekli canı sıkılma, kendini oyalayamama durumları görünüyor. Sık sık hastalanan, başı –karnı-bacakları ağrıyan, mızıl mızıl şikayetçi çocuk sayısı artıyor. Çocuklar büyürken kendilerine zaman ayıran ama saçını süpürge etmeyen anneye, geniş zamanlara, geniş mekanlara ihtiyaç duyarlar. Hızla yapmaları istendikçe, yetişmek zorunda kaldıkça, kendisi istemeden imkanlar önüne sunuldukça; minnet etmeyen, kendi işini görmek istemeyen, doyumsuz, memnuniyetsiz, meraksız, amaçsız çocuklar yetişmektedir. Örneğin kendi giysisini giyme, yeni bir şeye özenme, ona ulaşmak için bekleme, emek ve uğraş içine girme, kendisine sunulan imkan ve nimetlerin kıymetini bilme, bunun için minnet duyma, kendi uğraştığı için merak etme, bağlanma, sahiplenme, kendinin yönettiği, doldurduğu zaman dilimlerini bu amaçlar için doldurma yeteneği kazanmak asıl özgürlüktür. Ama anneler kendileri bunu sağlayamazken çocuklarına öğretmeleri mümkün olmamaktadır. Hayatı yavaşlatın ve tadını çıkarın Hayatı, yalınlaştırmak, sadeleştirip asıl işin özüne varmak çok önemli. Hayatı dolu dolu mükemmel yaşama adına o kadar çok uyaran ve renkler, baştan çıkarıcı öğütler var ki…. Bazen hayat bir sürü lezzetli ve değişik yemeğin, tatlının, içeceğin, meyvenin olduğu açık büfe gibi geliyor. Her iyi ve güzel görüneni dener, hepsini tatmaya çalışırsanız hazımsızlık, bulantı, yorgunluk, kilo alma, vücudunuzu aşırı zorlama, tatilinizi kötü geçirdiğiniz için kendinizi suçlama sonuçlarından başka bir şey yaşayamazsınız. Mutlaka uzman yardımı alın Tanıyı doğru koyup, tedaviden başarılı sonuç alınabilmesi için dahiliyeci, psikiyatrist, fizyoterapist, diyetisyen, nöroloji ve endokrinoloji uzmanı ortak çalışması gerekiyor.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Çocuklarda Dikkat Dağınıklığı ve Tedavisi

Dikkat Dağınıklığı Tedavisi Olan Bir Sorundur. Özellikle çocukların okulda, arkadaş ortamlarında dikkat sorunu yaşamaları, hem ders başarısını hem sosyal ilişkilerini olumsuz etkilemektedir. Dikkat Dağınıklığı Tedavisi için yapmanız gerekenler ve birkaç özel tavsiye makalemizde bulabilirsiniz. "Ayşe çalışma masasında oturmuyor. Söylediklerimi hep eksik anlayıp cevap vermekte gecikiyor. Derse çalışmaya başladıktan 5 dakika sonra nereye çalışacağını, nerede kaldığını hatırlamıyor. Ödevini bitirmesi saatler sürüyor. Ders esnasında her şey dikkatini dağıtabiliyor. Oynadığı bir oyundan hiçbir zaman tam anlamıyla hoşnut kalmıyor. Okurken sıkça hatalar yapıyor. Okuldan eve hep eşyalarını kaybetmiş olarak geliyor..." İyi ama gayet sağlıklı görünen Ayşe'nin sorunu ne olabilir? Bu şikâyetler dikkat dağınıklığı tedavisi düşündürüyor. Dikkat; duygularla düşünceyi bir nokta üzerinde toplama, uyanıklık hali olarak tanımlanmaktadır ve öğrenmenin en önemli unsurlarındandır. Eğitimde dikkat, algılama ve anlamlandırma sürecidir. Bu süreçte yaşanan problemler dikkatsizlik olarak adlandırılır. Çocukların okulda, arkadaş ortamlarında dikkat sorunu yaşamaları, hem ders başarısını hem sosyal ilişkilerini olumsuz etkiler. Başarısızlıkları düşük benlik algısı geliştirmelerine neden olur. Her zaman başarısız olacakları, beceremeyecekleri inancıyla işlerine başlayınca bu düşünce kısır döngü olarak onları başarısızlığa sevk eder. Yetersizlik duyguları, ilişkilerindeki bozukluk içlerinde büyük üzüntüye sebep olur ve öfke duygularını uyandırır. Bu öfkelerini ya içlerine atarak kendilerine zarar verme yolunu seçerler ya da herkesi rahatsız ede*cek biçimde, saldırganlıkla çevreye yöneltirler. Dikkatsizlik özel adıyla 'dikkat dağınıklığı' bebeklikten başlayabilen ve erişkinlikte de görülebilen bir sorundur. Dikkat dağınıklığı, çocuğun zekâ puanıyla yani üstün zekâlı veya normal zekâlı olup olmadığıyla doğrudan ilişkili değildir. Zekâsı normal ya da üstün olduğu halde, dikkati dağınık olduğu için kendini derse veremeyen birçok çocuk ve genç başarısız olabilmektedir. Dikkat dağınıklığının okul öncesi, okul çağı ve ergenlik dönemindeki belirtileri genel hatlarıyla aşağıdaki gibidir. Ancak bu özelliklerin bulunduğu her çocukta dikkat dağınıklığı olduğu düşünülmemelidir. Saydığımız noktaların ne sıklıkta ve hangi alanlarda yaşandığı da çok önemlidir. Sık sık bir oyundan diğerine geçerler. Belirli bir şeyle çok kısa süre ilgilenebilirler. Sakardırlar, sık sık yaralanabilirler. Faaliyetleri sürdüremez, yarım bırakırlar. Dersi dikkatle dinleyemezler, etrafı ile daha çok ilgilenirler. Ev ödevlerini almayı unuturlar ya da eksik alırlar. Eşyalarını tam olarak getirmezler, kaybederler. Dağınıklıkları vardır, defter vb. gereçlerinin düzenleri bozuktur. Gelişim düzeyi içinde geç olgunlaşırlar. Öğretmenlerle ilişkilerinde sorunlar yaşarlar. Karşılık veren, saygısız, ilgisiz bir öğrenci olabilirler. Zekâlarına uygun hayat başarısı gösteremezler. Algıladıklarını örgütlemede, organize etmede mesela okuduklarını anlamlandırmada güçlük çekerler. ("p, b, d" harflerini çoğu kez karıştırırlar.) İyi arkadaş ilişkileri kurmada zorlanırlar. Kaynak:Başaran Yayınları

18 Kasım 2013 Pazartesi

Çocuklarda Gizli Şeker

Çocuklarda gizli şeker hastalığının görülme riski düşük olmasına rağmen olabilecek bir durumdur. Özellikle büyüme çağındaki çocuklarda beslenmelerindeki düzensizliklerden kaynaklanarak gizli şeker hastalığı görülebilir. Çocuklarda gizli şeker hastalığının belirtileri yok denecek kadar azdır. Çünkü ona gizli şeker hastalığı denmesinin sebebi; belirti göstermeden ilerleyen ve her yaşta insanın sağlığını ciddi şekilde tehlikeye atan çok ciddi ve sinsi bir hastalık olmasıdır. Bazı durumlarda gizli şeker hastalığı şeker hastalığı gibi belirtiler gösterebilir. Tabi bu belirtiler artık hasta olan kişinin sağlığının git gide bozulduğuna da işarettir. Bu belirtilerin başında baş ağrısı ve ellerde titreme gelmektedir. Çocuklarda gizli şeker hastalığının en önemli belirtilerinden bir tanesi de görmedeki bulanıklık ve çift görme durumlarıdır. Ani ve şiddetli şekilde düşen kan şekeri, buna bağlı olarak bayılmalar, baş dönmeleri, soluk tenli bir görünüm ve şekerli gıdalara olan aşırı istek yine çocuklarda gizli şeker belirtileri olarak gösterilebilir. Ellerde tireme, kalp çarpıntıları, uykusuzluk problemleri, bulantı, kas ağrıları, el ve ayaklarda kontrolsüzlük ve sürekli sinirli olmak hem şeker hastalığının hem de şeker hastalığının bir çeşidi olan gizli şekerin çocuklarda oluşturduğu belirtiler arasında yer almaktadır. Çocuklarda gizli şeker hastalığının anlaşılabilmesi için, uzman bir doktordan yardım almak koşulu ile gerekli tetkik ve araştırmaların yapılması gereklidir. Bu bağlamda; çocuğunuzda yukarıdaki belirtileri gözlemliyor iseniz mutlaka bir doktora başvurmanızı tavsiye ederiz.

16 Kasım 2013 Cumartesi

Organik Süt mü İçmeliyiz?

Geleneksel olarak kalsiyum deposu olarak kabul edilen süt aynı zamanda A vitamini, D vitamini, B1 vitamini, B2 vitamini, B3 vitamini, B9 vitamini, B6 ve B12 vitaminleri içermektedir. Süt genel olarak kemikleri güçlendirmek ve kemik gelişimine yardımcı olması için tüketilse de bunun dışında antioksidan etkisi, sindirime yardımcı olması, gut hastalığı riskini düşürmesi gibi diğer faydaları da bulunmaktadır. Ancak süt tüketimi için uzmanların önerisi az yağlı ve %100 organik sütlerin tercih edilmesi yönünde. İneğin yetiştirilme ve sütün işlenme şekli faydaları üzerinde önemli bir role sahip ve son yıllarda organik olmayan sütlerin faydadan çok zarar getirdiği yönünde bazı araştırmalar bulunuyor. Kalsiyum bakımından zengin süt (100 gram süt günlük kalsiyum ihtiyacının %11′ini karşılar) aynı zamanda magnezyum, fosfor, potasyum, sodyum, çinko, bakır ve selenyum mineralleri açısından iyi bir kaynaktır. Neden Organik Süt? Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar sütün homojenize ve pastörize edilmesi aşamasında kullanılan tekniklerin sütün kalitesini düşürdüğü bazı hastalıklara yakalanma ihtimalini arttırdığı yönünde sonuçlara sahiptir. Amerikan Kanser Derneği’ne göre, daha çok süt elde edebilmek için ineklere verilen antibiyotikler insanlarda antibiyotiklere dirençli hastalıkların görülme riskini yükseltmektedir. Yine Amerikan Kanser Derneği’ne göre, endüstriyel süt üretiminde yaygın olarak kullanılan ve ineklerin daha hızlı büyümesini, daha çok süt süt vermesini sağlayan “rekombinant sığır büyüme hormonu” (Recombinant bovine growth hormone ya da rBGH) bazı kanser türlerinin görülme olasılığını arttırmaktadır. Organik Sütün Faydaları Günümüzde, süt hakkında kabul görmüş araştırmaların büyük çoğunluğu “endüstriyel hayvancılıkla” yetiştirilmiş, yani antibiyotik, büyüme hormonu, besin takviyeleri ve diğer kimyasalların kullanıldığı yöntemlerle yetiştirilen ineklerden elde edilen sütler üzerinde yapılmıştır. Dolayısıyla %100 doğal yöntemlerle elde edilen sütün faydaları ve zararları konusunda henüz yeterli miktarda araştırma bulunmamaktadır. Aşağıda %100 organik süt ile yapılan bazı bilimsel araştırma sonuçlarına yer vermeye çalıştım. Ancak organik sütün faydaları konusunda kesin bir görüş elde edilmesi için daha çok çalışma yapılması gerekmektedir. Sütte bulunan “konjuge linoleik asit” bağışıklık sistemini güçlendirir, kemik yoğunluğunu geliştirir, kan şekeri dengesini sağlar ve vücutta yağ birikmesini önleyerek kalp krizi riskini azaltır. %100 organik sütte bulunan izoflavon formononetin, biochanin A ve prunetin gibi antioksidanlar serbest radikallerin olumsuz etkilerine karşı koruma sağlar. Günde 1 bardak organik süt içmenin erkek ve kadınlarda gut hastalığının görülme olasılığını düşürdüğü yönünde bazı araştırmalar bulunmakla birlikte bu alanda daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

15 Kasım 2013 Cuma

Kalsiyum İçeren Besinler

Hepimiz güçlü kemikler ve dişler için, yaşımıza göre belirli oranlarda kalsiyum almamız gerektiğini biliyoruz. Kalsiyumun sadece çocukluk döneminde tüketilmesi gerektiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, çünkü kalsiyum yetişkinlerde; kalp, kas ve sinirlerin normal olarak çalışması, tansiyonun düşürülmesi ve kolon kanseri riskini azaltmak için önemli mineraller arasında yer almaktadır. Kalsiyum eksikliği; çocuklarda büyüme sorunlarına, yetişkinlerde ise, kemik yoğunluğunun azalmasına ve kemik dokusunun içinde anormal derecede boşlukların oluşumuna (osteoporoz) neden olabilir. Yüksek miktarda kalsiyum içerdiği bilinen süt ve süt ürünleri dışında pek çok besinden günlük olarak ihtiyaç duyduğunuz kalsiyumu alabilirsiniz. Günlük Olarak Alınması Önerilen Kalsiyum Miktarı 1-3 yaş arası: 700 mg 4-8 yaş arası: 1000 mg 9-13 yaş arası: 1300 mg 14-18 yaş arası: 1300 mg 19-50 yaş arası: 1000 mg 51-70 yaş arası: 1000 mg (erkek), 1200 mg (kadın) 71 yaş üstü: 1200 mg Kalsiyum Bakımından Zengin Besinler Aşağıdaki listede yer alan besinler yüksek oranda kalsiyum içermektedir ancak bu liste kalsiyum bakımından zengin gıdaların tam listesi değildir. Listede yer alan bazı besinlerin sık tüketilmesi, kişinin sağlık koşullarına (yüksek kolesterol, kalp hastalıkları, böbrek taşı ve böbrek hastalıkları…) göre uygun olmayabilir. Yüksek kalsiyum içeren, size uygun beslenme programı için bir uzmana danışmanızı öneririz. Bitkiler ve Baharatlar: Çoğumuz yeterli miktarda kalsiyum almak için süt içmemiz gerektiğini düşünürüz ancak işin aslı öyle değil. Bazı bitkiler ve baharatlar en az süt kadar kalsiyum içermektedir. Örneğin, 1 adet sap kereviz günlük kalsiyum ihtiyacının %3′ünü karşılar. 1 yemek kaşığı kekik günlük ihtiyacın %8′ini, 100 gram taze dereotu %21′ini, 1 yemek kaşığı kurutulmuş mercanköşk %3′ünü, 1 yemek kaşığı kurutulmuş biberiye ise günlük kalsiyum ihtiyacının %4′ünü karşılar. Bu baharatlar ve bitkileri kullanarak hazırladığınız yemekler ve çaylar kalsiyum eksikliği riskini önemli ölçüde azaltacaktır. Peynirler: 100 gram beyaz peynir, günlük kalsiyum ihtiyacının yarısını karşılamak için yeterlidir. B12 vitamini, fosfor ve protein bakımından da zengin olan beyaz peynir aynı zamanda yüksek miktarda sodyum ve doymuş yağ içerdiğinden özellikle yüksek kolesterol, damar tıkanıklığı ve kalp rahatsızlığı bulunanlar tarafından dikkatli tüketilmelidir. Diğer peynirlere gelince; parmesan peyniri en fazla kalsiyum içeren peynirdir ve 1 yemek kaşığı parmesan günlük kalsiyum ihtiyacının %6′sını karşılar. Ayrıca çedar, mozerella, kaşar peynirleri kalsiyum bakımından zengindir. Susam: Kavrulmuş veya kurutulmuş susamın 100 gramı, günlük alınması gereken kalsiyum tamamına yakınını, 1 çorba kaşığı susam ise %9′unu karşılar. Ancak susam, enerji bakımından da zengin olduğundan (100 gramında 573 kalori) kilo vermeye çalışanlar dikkatli ve az miktarda tüketmelidir. Tofu: Bizim mutfağımızda çok kullanılmasa da özellikle Asya mutfağında oldukça popüler olan tofunun 100 gramında 372 mg kalsiyum (günlük önerilen miktarın %37′si) bulunmaktadır. Tofu eğer kalsiyum sülfat ile üretildiyse bu değerin 2-3 katı kadar kalsiyum içerebilir. Badem: Kavrulmuş 100 gram madem 266 mg (günlük önerilen miktarın %27′si) kalsiyum içerir. Aynı zamanda E vitamini, magnezyum ve manganez mineralleri bakımından da zengin olan bademin 100 gramı 597 kaloridir. Yağsız kavrulmuş ve tuz eklenmemiş badem sağlığınız için daha faydalıdır. Keten Tohumu: Uzmanların daha çok sağlıklı yağ asitleri (omega-3) için önerdiği keten tohumu, kalsiyum bakımından da zengindir. 1 yemek kaşığı keten tohumundan 36 mg (günlük önerilen miktarın %3′ü) kalsiyum vardır. Ancak rafine edilmiş keten tohumu yağı kalsiyum içermez. Keten tohumundan kalsiyum alabilmek için öğütülmüş veya işlenmemiş olanlardan tüketmelisiniz. Süt, Yoğurt ve Diğer Süt Ürünleri: Az yağlı süt ve süt ürünleri tam yağlı olanlara göre bir miktar daha fazla kalsiyum içerir. Az yağlı yoğurt, peynir çeşitleri dışında kalan süt ürünleri arasında en yüksek kalsiyum (100 gramında 415 mg) değerine sahiptir. 100 gram yağsız süt ise günlük kalsiyum ihtiyacının yaklaşık %31′ini karşılar. Yeşil Yapraklı Sebzeler: Çiğ olarak tüketilen yeşil yapraklı sebzeler çok iyi birer kalsiyum kaynağıdır. Şalgam, bu sebzeler arasında 100 gramda 190 mg (günlük önerilen kalsiyumun %19′u) kalsiyum ile ilk sırada gelmektedir. 100 gram karahindiba günlük kalsiyum ihtiyacının %10′unu ve kale %9′unu karşılar.

14 Kasım 2013 Perşembe

Anne Depresyondaysa Çocuk Hiperaktif Olabilir

Hiperaktivite sorunu bulunan çocuklar, aşırı hareketlilik ve dikkat eksikliği nedeniyle, zekaları normal olmasına rağmen, okulda düşük başarı elde ediyor. Üstelik bu nedenlerle kendilerini ciddi kazalardan korumadıkları için ciddi hayati tehlikelerle karşı karşıya kalıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Arzu Önal, 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre, hiperaktif çocukların annelerinin sıklıkla depresyon, kas-iskelet ağrıları ve kaygı bozuklukları gibi hastalıkları daha çok geçirdiklerinin saptandığını belirtiyor. Başka bir araştırmada ise annede bulunan depresyon, kaygı ve duygusal problemler ile “Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu” (DEHB) arasında ilişki olduğu bulunmuş. Ayrıca çocuğuna ilaç kullanmak istemeyen annelerin çocuk ruh sağlığı uzmanlarına 13 kat daha fazla başvurdukları saptanmış. DEHB’li annelerin %1.2’ sinde en az bir ruh sağlığı problemi olduğu savunulmaktadır. 2020 yılında kadınlarda depresyon oranı dünyayı sarsacak kadar yükseleceğinden annelerin kendilerine dikkat etmesi gerekiyor. İNTERNETTEKİ BİLGİLERİ DEĞİL DOKTORUNUZU DİNLEYİN Erken çocukluk yaşlarında fark edilen bu durumun tedavi edilebileceğini belirten Arzu Önal Gökalp, şöyle konuştu: Anne- baba, öğretmen ve diğer kaynaklardan alınan bilgiler doğrultusunda tanı netleştikten sonra DEHB’ li çocuğun anne-babasının, çocuğun evdeki sıkıntıları ile ilgili olarak neler yapabilecekleri konusunda bilgilendirilmelidir. Bu durumun bir rahatsızlık olduğu ve nedenleri ile ilgili konuşularak bilgi sahibi olmaları hedeflenir. Evde ve okulda yapılabilecekler aktarıldıktan sonra ilaç tedavisi verilip verilmeyeceğinin kararı verilir. Zekâsında problem olmamasına rağmen okul başarısı düşük olan veya aşırı hareketlilik nedeniyle sık sık yaralanan hatta ciddi hayati tehlikeler geçiren çocuklarda ilaç tedavisi ilk seçenektir. İlaçlarla ilgili ailelerin yaşadıkları korkular nedeniyle verilme sebebi aileye ayrıntılı olarak açıklanmalıdır. Bütün diğer ilaçlar gibi DEHB için kullandığımız ilaçların da yan etkileri bulunmaktadır. Birçok yan etkisi geri dönüşümlü ve doz ayarlanması ile kontrol edilebilir düzeydedir. Yan etki açısından riskli olan çocuklarda ( örneğin ailesinde bazı rahatsızlıklar bulunan çocuklarda) ilaç başlamadan önce yapılan bazı tetkiklerle oluşabilecek ciddi problemler büyük oranda ortadan kaldırılabilmektedir. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu sorununa karşı ilaç kullanılıp kullanılmaması konusunda internet sitelerinde birçok yazılar yayınlanıyor. Aileler özellikle internette kaynağı belli olmayan birçok siteden doğru-yanlış bilgiler elde edebiliyor. Bu konuda doktora güvenmek daha doğrudur. HANGİ ÇOCUKLARDA İLAÇ YÜZDE 100 ŞARTTIR? Bozukluğu dikkat ve hareketlilik olarak ayrı ayrı incelersek; eğer bir çocuk kendini koruyabilecek kadar dikkat gösteremiyor ve bu nedenle başına ciddi kazalar geliyorsa veya ders başarısı akademik başarısı ile orantılı değilse ilaç tedavisi önem kazanıyor. Hareketlilik nedeniyle yerinde duramıyor, sonunu düşünmeden kendini rahatlıkla tehlikeye atıyor, defalarca ucuz atlatılan kazalar geçiriyorsa burada ilaç gerekliliğin ötesinde hayati bir önem söz konusudur. İlaç kullanılmaması halinde önemli davranış problemleri de görülebilir. GENETİĞİN ROLÜ DENEYLERDE GÖSTERİLDİ DEHB’ nin tamamını ya da bir kısmını tanımlayan bir sebep bulunamamıştır. Fakat biyolojik ve çevresel etmenlerin rolünün altı daima çizilmiştir. Son yıllarda DEHB nin nedenlerine karşı olan merak artmıştır. DEHB kuşkusuz ailesel bir bozukluktur ve genetik bir tarafı vardır. Hayvan deneyleri ile genetik rolü vurgulanmıştır. Beyinin özellikle prefrontal ve bazal ganglion olarak isimlendirilen bölgelerinde anormallikler saptanmıştır. Birçok çalışmada frontal lob denilen beyin alanında, özellikle prefrontal cortex bölgesinde kan akımı ya da glikoz (şeker) metabolizmasının fonksiyonunun azaldığı saptanmıştır. Beyinle ilgili görüntüleme çalışmaları günümüzde de devam etmektedir. İLAÇLARIN YAN ETKİLERİNİ KONTROL ETMEK MÜMKÜN DEHB tedavisinde kullanılan iki grup ilaç vardır. Psikostimulanlar ve antidepresanlar .Bu ilaçların düzenli olarak doktor kontrolünde kullanılması gerekmektedir. Yan etkileri yavaş doz titrasyonu ve yakın takiple kontrol altında tutmak mümkündür. Başlıca yan etkileri iştahsızlık, karın ağrısı, baş ağrısı, çarpıntı, bulantı, uykusuzluk, döküntülerdir. Birçok ilaç prospektüsünde yazılanlara benzerlik gösterir. En çok korkulan yan etki bağımlılıktır. Çocuklarda bağımlılık yapmadığı birçok araştırmada belirtilmiştir. Anne-baba eğitimi, akademik organizasyon eğitimi, bilişsel davranışçı yöntemler ile terapi ve sosyal beceri eğitimi de kullanılabilir. Fakat bu yöntemlerin tek başına başarı oranı düşüktür. İlaç ile birlikte kullanıldığında etkileri artmaktadır.

13 Kasım 2013 Çarşamba

Bir Çocuk Ne İster?

Birçok veli ve öğretmen görüşmesinde hep aynı şikayeti duyuyorum: “Çocuğumun motivasyonu düşük”. Bir çocuğun motivasyonu asla ve asla düşük değildir. Her çocuğun motivasyonu vardır ama bu öğrenme motivasyonu olmayabilir. Peki o zaman, bir çocuğun ne için motivasyonu vardır? Bu çocuktan çocuğa değişir. Ama bazıları çok belirgindir. Asi çocuklar Bu çocukların motivasyonu kendilerini kabul ettirmektir. Aile eğitimli ve başarılı ise aynı performansı çocuğundan bekler. Hatta çocuğuna bir eleman gibi davranır. İş dünyasının kurallarını aile hayatında uygulamaya çalışır. Çocuğunun başarısızlığını kendi başarısızlığı olarak kabul ettiği için çocuğu olduğu gibi kabul etmez ve sürekli yargılar. Baskı altında tutar. Çocuk da kendini kabul ettirmek için asi davranışlar gösterir. Evde güç savaşları vardır. Kaynak ailedir. Bu çocuklar bazen başarısız olarak ailesini cezalandırmak ister. Eğitimsiz ailelerde de asi çocuklar vardır. Bu tür aileler çocuğunun başarılı olup iyi bir hayat sürmesini istediği için baskı yapar. Başarıyı tek çıkış yolu olarak gördüğü için çocukların omzuna büyük bir yük yükler. Hayatları ego savaşlarıyla geçer. Başarıyı sevenler Bu çocukların motivasyonu sınavlardan yüksek not almaktır. Sıkı çalışlar ve okula bağlıdırlar. Bu da aile ve öğretmen tarafından takdir edilir. Ama aileler asıl kritik noktayı kaçırır. Bu çocuklar çok şey öğrenmez. Yorum yapamazlar. Eleştirel ve farklı bakış açısı getiremezler. Sistemi çözüp yüksek not almaya bakarlar. Ezber yaparlar. Dolayısıyla bu çocukların okul başarısı iyidir ama hayat başarısı düşüktür. Hayatları takdir görme üzerine kuruludur, fark yaratma üzerine değil. İdare edenler Bu tür çocukların motivasyonu durumu idare etmektir. Bu çocuklar sadece derslerden geçecek kadar çalışır. Fazlasını yapmaz. Gerek de duymaz. Aileleri endişelense de onlar her zaman rahattır. İşlerini son dakikada hallederler. Aileleri onları bir anlığına motive eder ama onların motivasyonu kısa zamanda kaybolur ve onlar durumu idare etmeye devam eder. ‘Hallediyoruz işte, endişeye gerek yok’ derler. Hayatları sorumluluktan kaçmak üzerine kuruludur. Var olma savaşı verenler Bu çocukların motivasyonu derste rezil olmamak ve özdeğerlerini korumaktır. Bu çocuklar derste sessizdir,konuşmazlar. Bilgileri azdır, derste konuşup rezil olmak istemezler ve risk almaktan kaçarlar. Ama bu eksikliği tenefüste telafi ederler. Tenefüste aktiftirler. Arkadaşları tarafından kabul görürler. Okul hayatındaki varlığını tenefüsteki davranışlarıyla sağlar. Hayatları ortamı gözlemleyerek ve kendilerini koruyarak geçer. Kontrol edilemeyenler Bu çocukların motivasyonu bulunduğu her ortamı oyun alanına çevirmektir. Bu çocukların ailelerinden dolayı oto-kontrolleri gelişmemiştir. Her an her şeyi yapabilir. Şiddete ve yaramazlığa çok musaittir. Sorun çıkartan çocuklar genelde bu türdür. Hayatları riskli davranışlar ile geçer. Ne yaptığını bilenler Bu tür çocuklar ne istediğini çok iyi bilir ama okulu bir engel olarak görür. İlgi alanları vardır ve ona çok zaman harcarlar. Okul dersleri gereksiz gelir. Örneğin, bir spor alanıyla ya da sanatla ilgilenir. Okul onları sıkar. En büyük hatayı da veliler bu tür çocuklardan sınav başarısı beklemekle yapar. Bütün bu sorunların ayrı ayrı çözümleri var ama hepsinin ortak bir çözümü var: Çocuğunuzun ne yapmadığına bakmayı bırakıp, ne yaptığına bakın. İşte o zaman çocuklarımızın önüne bambaşka bir dünyanın kapıları açılacaktır. Kaynak:Yazar ÖZGÜR BOLAT